bugün

çok güzel

durma artık burada uysal âşık!
aydınlık milinin yatağında.
bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı,
anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde
ağırbaşlılığının.
veda geliyor şimdi, öğretmek için
sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen
vakitte.

kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını
yüzün, kavisin beyaz yanağıyla?

bu aklıkta, minarem mavi benim.
ışığım denize kayıyor, bir sayıklama
izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz
insanlığa!
nilgün marmara derken, deniz başaran, kaan ince, soysal ekinci, mayakovski'de demek isterim. çünkü ortak paydaları intihardır. huzur için yaşam yerine ölümü yeğledi, bu güzel insanlar.
Yalnızlık

cok yalnızım, mutsuzum
göründüğüm gibi değilim aslında
karanlıklarda kaybolmusum
bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır
aradıkça batıyorum karanlık kuyulara
kimse duymuyor çığlıklarımı
duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor
bense insanlarin bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım
ümidimi yitirmişim
biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim
arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her seye
veda edecegim.

Nilgün Marmara
nilgün marmara hayatımı adadığım bir şair.yürekli bir kadın her ne kadar intiharı nedeniyle çoğu kimselerce zayıflıkla suçlansa da onun yüreğini görebilmek adına eserleriyle tanışmak gerekir önce.nilgün marmara marmarada nilgünsüz olmak demek.nilgün marmara benim için bir hayat arkadaşı demek.her ne kadar gitmiş olsa da..
hüzün ve katillerimiz...

hançere gerekyok
sözlerin zehirledi beni...

intiharıbile sessizdi, sanki çok şey anlatmak istercesine.
düşen bir yaprağın yalpalaması,eskiv...
arka bahçedeki ayrık otu...
obua, uzaklarda çalan...
kafayı duvarlara vurma isteği...
uyku, düşeyde uyku , kıskançlık...
kıskançlık.
mordur.

(bkz: kalık ağ)
çölde
bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi.
çömelmiş oturuyor
yüreğini ellerinde tutuyor
yiyordu.
dedim ki: "tadı güzel mi dostum?"
"acı, acı" diye karşılık verdi,
"ama seviyorum
çünkü acı
ve benim kalbim''
şu iki adımlık yerkürenin bütün arka bahçelerini görmüş bir müntehir şairdir nilgüncüğüm marmara...
Hasan Polat'ın Nilgün Marmara'ya ilişkin Radikal'de yayınlanmış yazısı...

iNTiHARIN ÇIPLAK SURETi YA DA NiLGÜN MARMARA ... Hasan POLAT
"aldırma 128!
intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde
kendinden büyük bir çocuk vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında
zarfsız kuşlar gönderecek..." Ece Ayhan
Tarihin öğrettiğidir. Doğumlarından çok ölümleri ilgilendirir bizi yaşama tutunmayı bilmeyenlerin, devrileceklerini bile bile kurulu düzeni devirmek isteyerek, aslolan için yürüyenlerin. Ölümü yüceleştirmek değildir bunun adı, kutsamak da değil. Zira; 'her ölüm erken ölümdür' diyen de, 'ölüm adın kalleş olsun' diyen de onlardır. Yaşamları acıyla sınanmıştır ve çoğu zaman maskeli yüzlerle girdikleri savaşta yenilmişlerdir. Mağlup ve mahcupturlar hayata karşı.
Çünkü onlar, coğrafyasız iklimlerin birer piçidirler.
Çünkü onlar, kanlı izlerde bölünendirler.
Çünkü onlar, her acıda biraz daha büyüyendirler.
Çünkü onlar, içlerinde bir babasız çocuk barındırmaktan hükümlüdürler.
Ne bin yıllık iktidarlara peşkeş çekip kölesi oldular hükümdarların; ne de ses geçirmez, güneş görmez duvarlar arkasında duvarlara benzediler. Kimisi kan görmekten nefret ederken kan çukurlarına gömülen Lorca'nın ispanya'sından geliyordu, kimisi devrimi en çok beklediği anda darbelenen bir şafakta zindanlara kıstırılan düş sahiplerinin istanbul'undan. Soluksuz bir zamana denk geliyordu hüviyetsiz geceler ve ölüm güzel kılıyordu haramilerce teslim alınmış Kaf Dağı yolcularının öyküsünü. Öykülerini yeniden yazıyorlardı.
Doğum gününü hiçbir zaman bilmek istemediğim Nilgün Marmara, ölümüyle herkesi hayrete düşüren, geride bıraktığı şiirleriyle ölümünü anlamlı kılan, ölümünün gerekçesini gösteren bir şair. Nilgün Marmara'yı felsefi bağlamda nihilist olarak mı, stoacı olarak mı yoksa bir varoluşçu olarak mı değerlendirmek gerekiyor sorusu elbette ki tartışılmalıdır. Ancak tüm bunların ötesinde, derin ve kendisine has felsefesi, denenmemiş ve okunduğunda çoğu yerde yüzeysel bir çabayla anlamlandıramayacağımız şiirleri ve yaşamıyla birebir örtüşen imgeleriyle Nilgün Marmara'ya ve şiirine hiçbir tanımlama getirmemek gerekiyor belki de. Tanımlarla boğmak, sınırlamayı beraberinde getirecektir. Oysa Nilgün Marmara, tüm sınırların ötesinde, sınırları mahkûm eden bir yaşamın ve ölümün şiirini yazmıştır.

Boğaziçi Üniversitesi'nde ingiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Nilgün Marmara, tanıkların anlatımıyla, fakültenin merdivenlerine tek başına oturmaktan vakit buldukça sınıfın en arka sıralarında derslere giren ve akademik başarıyı yakalayan bir öğrenciydi. Üniversite döneminden tüm yaşamına ve de ölümüne kalan en önemli şey, kuşkusuz ki üniversite bitirme tezini de onun üzerine hazırladığı bir Amerikalı kadın şair olacaktır: Slyvia Plath.
An gelir, bir filmin herhangi bir sahnesi tüm şeylerin özeti olur. An gelir, bir şarkının herhangi bir notasında donakalır adı ben olan tüm ayak izlerimiz, bir yaşamın özeti olur bir çığlık ya da bir fısıltı. Bir fotoğraflar şerididir gözlerimizin önünden geçen: Binilen üç tekerlekli bisikletler, gizliden yenilen toprak, kanın beyaza döküldüğü gecelere karışan inleme sesleri, giden ve daha dönmemiş, belki de hiç dönmeyecek olan, gerekçelerimiz...
Nilgün Marmara, bu fotoğraf şeridinde en çok da kendisine benzettiği Plath'ın fotoğrafında donakalacaktı. Ne geçmiş, ne yarın; o an, bir yüzün tüm anlarının dondurulmuş hüznüyle acıyacaktı.
Amerikalı şair Plath'ın yazgısını, kendi yazgısıyla bir kolaj bütünlüğüne evirebilecek kadar cesurdu Nilgün Marmara. Çalkantılı yaşamı, şiirleri ve intiharıyla Nilgün Marmara için bir imge olan Plath, bir döngüsel ölümün doğurganlığında olduğunun farkında bile değildi.
"Bana fikrimi sormadan, beni var eden bu doğayı ve tanrıyı yok edemediğim için sadece kendimi yok ediyorum." gerekçesinde yalnız ölmüştü Plath ve Marmara yağmurların coştuğu gecelerde Marmara kadar ıslak kalmaya devam ediyordu. Marmara, Plath'ın gerekçesinde şiirler yazıyordu, en az Plath kadar yalnız, en çok Plath kadar cesurdu.
Nilgün Marmara, kendi yazgısını kendisi yazacaktı; nasılsa bir alacağı vereceği yoktu dünyayla...
Elinde kalan son parayla biraz daha yalnızlık alacaktı kendine, biraz da mürekkep. Kelebek ölüleri satan mahalle dükkânlarına hiç girmedi belki de. Yazılmış ve çizilmiş bir ideolojinin yolunda ilerlemiyordu. Kendi manifestosunu kendisi yazmıştı ve birilerini buna inandırma gibi bir derdi de yoktu.
Çoğullanan bir zehrin vücutta yarattığı o ilk dinginlikte cenneti sorgulayıp asmış gibidir yüzü. Bu Adem'e ve Tanrı'ya başkaldırdıktan sonra kirli bırakılan Lilith'in de öcüdür aslında. Fahişeliğin tapusuz ve sorgusuz aykırılığında tensel bir günahın yüzüdür, Colette'nin çağrışımlarıdır. Samuray değerleri için harakiri yaparak ölen Yukio Mişima kadar kanlı bir çocuğun annesi olduğu yüzündeki anlamda saklıdır. Nilgün Marmara, içinde taşıdığı ölü çocuk bedenleriyle şiirin ve yaşamın en haklı duruşundayken 'Düşü Ne Biliyorum' gerçekliğindeydi.
'Düşü/ne/biliyordu, o halde vardı.' Tarzı klişe söylemlerin ötesinde, Nilgün Marmara'da düşüncenin bir eylem tarzı olduğunu da göz önüne alırsak varacağımız sonuç da farklılaşacaktır. Kuşkusuz ki Nilgün Marmara, düşün bazında bilge bir konumdaydı ve bu bilgece duruş, varoluş-yokoluş arasındaki çelişkiyi perçinleştiriyor, yaşamla arasındaki uçurumu derinleştiriyordu. Çünkü Nilgün Marmara yalnızlığı kadar yalnızlık şiirleri, kirli yaşamlar kadar kirliliği yazıyordu. Bir kurgu değildir yaşam ve ölüm arasındaki o ince sınır. Onun şiirlerini farklı kılan durum da bundan kaynaklıdır: Yaşadığını yazmak, yazdığını yaşamak.
Elbette ki yazdığı dönem, Türk şiiri açısından yenilikçi bir döneme rastlıyordu. Özellikle 2. Yeni'nin şiire yeni tartışmalar getirdiği 80'li yıllarda Nilgün Marmara da bu tartışmaların içindeydi ve dönemin şairleriyle ilişki içindeydi. Ancak bu bir yere kadar etki bıraksa da, bütünsel bir alan yaratamamıştır Nilgün Marmara şiirinde. Bunun için Nilgün Marmara'nın şiiri, belli bir akımın şiirleri olmanın ötesidir. Çünkü Nilgün Marmara ötenin de ötekisidir.
"Öteki" kavramı üzerinde farklı anlayışlar belirleme mümkünatı olsa da, kadın kimliğiyle şiirler yazan bu şair alışılmışın dışında olduğunu göstermiştir zaten. Şiirin erkekliğini aşan Nilgün Marmara, erkeği dışlayan, erkeği saf dışı bırakan bir yaklaşıma sahip değilse de bir yerlerde erkeğin suçluluğunu da haykırır:
'Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.' derken, baba şahsında erkeği de eleştirmektedir.
"ey iki adımlık yerküre! / senin bütün arka bahçelerini gördüm ben." diyecekti bir şiirinde ve yazgısını yazgısıyla yazdığı Plath, hiçbir zaman uzak düşmemişti daha. Yaşamın neresinden dönersen kârdır demenin vakti gelmiştir. Birileri onu çağırıyordu, birileri 'buraya gel' diyordu. Bir kedinin titrek bakışlarıydı tek tanığı. Son şiirini kanıyla yazacaktı; ama haykırmadan, ama suskun. 13 Ekim 1987'de evinin bulunduğu apartmanın altıncı katından yeryüzüne iniyordu. Yerçekimi kuvveti yalan; son bir kez daha bakmak için Marmara'yı arıyordu gözleri. Kararlıydı; gürültülü geldiği dünyadan suskunca gidecekti. Hiçbir çığlık atmadı 6'dan yeryüzüne inerken. intiharın tarihini bozmuştu; bu sefer suskundu.
Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. Ece Ayhan, onu birazdan tabiattan tahtaya kalkacak bir çocukmuş gibi seviyor, ona sınıfça zarfsız kuşlar göndermemizi tembihliyordu.
Nilgün Marmara alışamadığından gidiyordu. Kırmızı Kahverengi Defter'den armağan Daktiloya Çekilmiş Şiirler'i yok saymadan yeni bir şiir yazmak adına meydan okuyordu dünyaya. Biliyordu bir şiirinin eksik olduğunu. Şiiri intiharıydı, utansın tüm maskeli yalancılar, şiirini kanıyla yazıyordu.
intiharı son şiiriydi, şiir toprak kokuyordu.
iyi baksın Lorca, ölüler de kan kaybediyordu..
yıldızsal kalış

dağ kızı, al irisli güvercin!
korkuyorsun göğün ürkünç yırtıklarından
kanarmasına günün yanıtın ne?
serin bir orman oluşumundan yükselen
bu deli uğultuya kulakların; içrekliğin
boğaz tıkayan yağmura açılıyor sanki

şimdi, kalsın iyi elin alnında taşıyanın
yıkımı bile

gördün sonunda kırık tenler
olası tek birlik onunla, doğada.

yıldızsal kalışı nedensiz çekimin...

mayıs,81
gel! kur saçlarımızı
bellek galerilerinde unutulan
hayal kadınların...
eteklerimizi...

oynat! bacaklarımızı
tütmeyen ağlar içre çırpınan
burkulmuş yüreklerin...
yeşil kaslarını...

ye! kanat dudaklarımızı
kırık pervazlarda donakalmış
bir perdeyle örtülü...
gözlerimizi...

bil, çünkü kaç tas içtik Lethe'den,
incirli bir yolda rastladığımız canavarı unutmaya.

bir kez, tünemiş ensemise Nemesis.

kasım,86
intihar etmeden önce kocasının okuması için yazdığı mektubunun sonunu "kuşlara iyi bakın" diye bitirmiş taşaklı filozof.

(bkz: hayatın neresinden dönersen kardır)
(bkz: Yerleşik yabancılığın acısı)
"Açar açmaz arkı daldı bir bir kelebek içeri,
Döndün sandım beyazı görünce,
Birleştirerek tenimden yayılan
koku ile
uçanın sonsuzluk imgesini.

Tutuyorum sevi çanını ellerimde,
Vurgusu ben'e dönük, yankısı çocukluğa.
Kendi ışıltısı deviniyor kendinde
katlanarak doyumu
töze doğru yayılıyor
başkayla aramızdaki
kimsesizliğe.

Şimdi hayır derken
sevişiyorum seviyle ben."
"...uyanıyorum küstah sözcüklerle
ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!"

o ruh halini öyle bir özetler ki... yanlızlığı, çaresizliği o kadar iyi anlatır ki; sanki hep yanıbaşınızda duran bir dost gibidir. evet, arkadaşım nilgün marmara.
sylvia plath'in yazılarını çeviren, harikulade eserler veren ve 1987'de 29 yaşında hayata karşı ölüm diyerek kendi isteğiyle yaşamına son veren yazar.

kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.

ne zamandır ertelediğim her acı,
çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir -
sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!

çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
büyüsünü bir içtenlikten alırsa
kendi saf şiddetini yaşar artık,
-bu şiir -
kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
sevda ile seslenir sizlere!
gideceğini, kelimeleri ile bağıra bağıra haykırmış şair.

bir svrisinek ısırığını, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın şeklinde tarif ederek de, şair ile bizim farkımızı yüzümüze vurmuştur.

(bkz: bana doğru gelen kim)
kötü hissedilir. birinin paylaşması beklenir. yine yapılır. okunur kendisi, çok şey paylaşılır, üzülür insan, yine de, başkasının da böyle hissettiği ve anlatabildiği görülür.

niye gittin be nilgün abla?

bak yine; "canım sıkıntı sınırı"
çok güzel bir kadın. genç ve güzel. üstelik yaşlanmadı ve hiç de yaşlanmayacak. bir intihar tanrıçası. 6. kattan cennete atlayan ve orayı şereflendiren bir melek. kimileri için bir yol gösterici.
cezmi ersöz'ün tutkuyla bağlı olduğu şahıs. her yitik aşkta nilgün marmara vardır mutlaka.
ek: ayrıca nedense hep tezer özlü'yü anımsatır. benzer düşüşleri yaşamış olmalarından olsa gerek.
met-üst'ün kendisi hakkında 'belki de nilgün, belki de o gün' diye bir yazısı mevcuttur. hatırlayabildiğim kadarıyla aynı dönemde gümüşyaka da bulunmuşlar. tabi bunun farkına met-üst sonradan varmıştır. kumsalda gülen adamlar çiziliymiş. met-üst intiharın ardından hala unutamadığım o yazıyı yazmıştır. kırmızı kahverengi defteri hala kütüphanemdedir. bir onu bir tezer özlü yü ayırır aklım diğerlerinden. sizi bilmem ama benim nedense unutamadığım şairdir.
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?
sylvia plath hayranı şair, sözcüklerle oynamayı seven insan. daktiloya çekilmiş şiirler ve metinler adlı iki şiir kitabı bulunmaktadır.
(tpz: yaşayamama sebebimsin, herkesten daha mutluyum.)
yeryüzüne gelip gelebilecek ender şanslardan biridir nilgün marmara. rabbimizin bize armağan ettiği sınırsız zihne sahip melek, şair, araştırmacı.

o' da cesaret edenlerden. 1958-1987 yılları arasına o kadar fazla anı ve acı sığdırmıştır ki yaşasaydı daha ne yazacaktı diye düşünürsün.

göğe atladı o ;
hayatın neresinden dönülse kardır.

eserleri ;
daktiloya çekilmiş şiirler
metinler
sylvia plath' ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi
kırmızı kahverengi defter

hayat, hep yüzünle seviştik,
tersinin hatırı kaldı.

canım sıkıntı sınırı. böyle çok iyi.

dipnot ;
tpz: tapınız