bugün

bir ayrılık hikayesidir.

BiR AYRILIŞ HiKAYESi

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...
henüz yazmadığı şiiridir.
(bkz: ha sen bizim nazımı diyosun)
güneşi içenlerin türküsü

" Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!


Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

işte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!


Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!

Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!


Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!


Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!



Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım! "
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya. Ona sorarsanız, lafı bile edilmez mikroskobik bir zaman, bana sorarsanız, on senesi ömrümün.
Bu gün günlerden pazar ....
nasılsın

iyi günlerimde çok eller uzanır ellerime
resmimi, suratımı baş köşeye asarlar
fakat demir kapıların her kapanışında üzerime
ardında taş duvarların her kaldığım zaman
ne arayan beni, ne soran

eeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu
minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın
iyi günlerimde benim unuttuğum insan eli
nasılsın?
kabaca sosyalizmden bahsetmediği, fütüristik unsurlardan arınmış lirik şiirleri en güzel şiirleridir kanımca. piraye'ye yazdıkları bu kapsamda değerlendirilebilir. ancak güzel olmayıp başarılı şiirleri de vardır ki bu açıdan nevi şahsına münhasır bir şairdir nazım. bu kapsamda görülebilecek şiirleri ise memleketimden insan manzaraları içindedir.
Trabzondan bir motor açılıyor
Sa-hil-de-ka-la-ba-lık!
Motoru taşlıyorlar
Son perdeye başlıyorlar!
Burjuva Kemal'in omuzuna binmiş
Kemal kumandanın kordonuna
Kumandan kahyanın cebine inmiş
Kahya adamlarının donuna
Uluyorlar

Hav... hav... hak... tü
Bu Gün Pazar
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa günese çikardilar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar genis olduguna sasarak
kimildamadan durdum.
Sonra saygiyla topraga oturdum,
dayadim sirtimi duvara.
Bu anda ne düsmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karim.
Toprak, günes ve ben...
Bahtiyarim..
"gel dedi bana,
kal dedi bana,
sev dedi bana,
öl dedi bana,
geldim.
kaldım.
sevdim.
öldüm." nazim hikmet

edit; bildiğim kadarıyla son şiiridir bir gece eva çağırıyor diye soğuk bir havada kendini yollara atmıştır
hastalanıp ölmüştür... bundan emin değilim sözlükte ki edebiyatçılar teyetlerse emin oluna bilir .
....
güneşi zaptedeceğiz,
güneşin zapti yakın,
.
sen yanmasan,
ben yanmasam
karanliklar nasil,
cikar aydinliga.
En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olanıdır,
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız,
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...
(bkz: ben senden önce ölmek isterim)
Delikanlım!

iyi bak yıldızlara.

onları belki bir daha göremezsin.

Belki bir daha

yıldızların ışığında

kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin…

Delikanlım!

Senin kafanın içi

yıldızlı karanlıklar

kadar

güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.

Yıldızlar ve senin kafan

kâinatın en mükemmel şeyidir.

Delikanlım!

Sen ki, ya bir köşebaşında

kan sızarak başından

gebereceksin.

ya da bir darağacında can vereceksin.

iyi bak yıldızlara

onları göremezsin belki bir daha

Delikanlım!

Belki beni anladın.

belki anlamadın.

Kesiyorum sözümü.
sen şiiridir bence isteyen açsın okusun.
en güzeli değilse de en güzellerinden biridir.
http://www.youtube.com/watch?v=m89CFby2GIE&noredirect=1
uzaktaki şehrimin üzerinden
ve marmara denizin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı....
nazım hastalanır ve meşhur macar dr. litman imre'ye gider;

Doktor Litman imre'nin masasında
Bayan Çabai Yanoş'un yüreği
Birazcık kibirli, birazcık mahzun
Duruyor içinde bir kavanozun
Kayısı güllerinin arasında.

incecik yarılmış ortasından
Yüreği Bayan Çabai Yanoş'un
Yarayı açan ne doktor?
Neşter mi?
Yoksa hasretlik mi?
Acı sözler mi?
Bir ağlayanı var mı, arkasından?

Otuzundaymış, baktım etikete
Bayan Çabai Yanoş'un yüreği?
Evli miydi?
Ne iş tutar Bay Yanoş?
Belki şimdi Rojakert'te oturmuş
Çekiyor akşamı seyrede ede

Duruyor kavanozda çırılçıplak
Bayan Çabai Yanoş'un yüreği
Bayan kaç kere böyle bir kaba
Reçel kaynatarak koydu acaba?
Elbet gazlı bezden değildi kapak.

Kendi gitmişse de içinde odanın
Bayan Çabai Yanoş'un yüreği
Almış da onu karşısına doktor
Sırlarına ermeye çalışıyor
Belki bir damarın, belki bir sevdanın.

Akıllı bir doktorun masasında
Bayan Çabai Yanoş'unki gibi
Yüreğimiz, güllerin arasında
Bizlerden sonra da faydalı olsun
içinde tertemiz bir kavanozun.
(bkz: ne güzel şey hatırlamak seni)dir.

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi istanbul toprağının...
içimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazamak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Hepsidir. Zira hepsi birbirinden güzeldir. Ama benim en sevdiğim şudur ki umarım doğru hatırlıyorum: " seni sevmek güzel şey, ümitli şey. Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey. Ama ben şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorum...."
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
ne harikûlâdedir
160 kilometre giderken öpüşmesi...

Hani şimdi bize
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
yalnız cumaları
yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
açılır kara kaplı kitap:
zindan..
Kayış kapar kolumuzu
kırılan kemik
kan.
Hani şimdi bizim soframıza
haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz..
inanın:
güzel günler göreceğiz çocuklar
güneşli günler
göre-
-ceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz.....


1930
(bkz: vera uyandı)
hiç yoktur onun gibi aptal boş kafalı birisi iyi şiir yazamaz.
(bkz: angina pectoris)