bugün

Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde
halkının nabzı atmalıdır..Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır. Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır. (Babayef, Nâzım Hikmet, ss. 140-141)
Şair, şiir yazarken başka şahsiyet ,konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir! Şair, bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilâtlandıran bir vatandaştır! (Babayef,Nâzım Hikmet, s. 141)
Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim
şiir piyasasında çok istidatdelikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, tıknefes . Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için, sözde kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından(yansımasından) başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, dünyası da daracık olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, s.70)
Sanatkâr, ressam, şair, romancı, mimar,aktör vesaire, her şeyden önce insandır.insan her şeyden öncemücerretbir varlık değil, konkre (somut) bir varlıktır. Yani her insan muayyen, belirli, belli bir tarih devrinde, belli bir sosyetede (toplumda), belli bir sınıfın insanı olarak vardır. Yoksa umumiyetle, mücerret olarak insan denilen bir şey, bir anlam mevcut değildir.

Şairle çevresi arasındakimünasebet pasif bir münasebet değildir. Yani şair
sadece tespit etmekle kalmaz, onun tespit ettiği şey sosyal çevresine tesir eder, onun değişmesinde derece derece amil de olur.
(Memet Fuat'a Mektuplar, ss. 61-62)
Dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda
raslanır. insanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici
sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kovuşturulmuş, baskıya uğratılmış,
hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler. Ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur.(Babayef, Nâzım Hikmet, s. 140)
Kafiye ve vezin mutlak olarak kullanılmamalı diye birkaide, her mutlak kaide, her mücerret iddia gibi insanı yobazlığa, softalığa götürür. Tıpkı bunun gibi, konuşma dilinin ahengini mutlak, mücerret bir esas olarak kabul etmek de bir yobazlıktır; kafiyeyi, vezni mutlak surette, mücerret bir görüşle inkâr ve umumiyetle konuşma dili ahengi diye bir şey kabul etmek ve bundan başka ahenk ihtimallerini red ve inkâr yenilik değil, kafiyeyi, vezni mutlak olarak kabul ve başka türlü ahengi kabul etmeyenlerinki gibi geriliktir.

Öyle muhtevalar vardır ki, onlarda kafiye istemez,konuşma dili - bazen şehirlinin, bazen köylünün, bazen münevverin, bazen işçinin, bazen
külhanbeyinin, bazen ev kadınının vs. konuşma dili - ahengi ve imkânları yeter ve en
uygun olanıdır.

Lakin bazı muhtevalar vardır ki, kafiye ister - kafiye de çeşit çeşit olabilir,
kafiye imkânları da hudutsuzdur - ve bazı muhtevalar vardır ki, konuşma dili yetmez , daha geniş, daha mücerret, belki bundan dolayı daha renksiz bir dil ister. Hasılı bu getirdiğim misalleri istediğin kadar çoğaltabilirsin.

Yalnız, bir şey yapma, dogmatizme saplanma,gençlikte dogmatizme, değişmeyen, ebedi hakikatlere saplanmak ve bunları kabul etmek ileri bir işmiş gibi gelir insana. Bak ben, yıllardır, hiç kafiyesi olmayan şiirler yazdım, konuşma dillerinin çeşidiyle şiirler yazdım, içinde bol resim olan, yahut hiç resim olmayan şiirler yazdım, kitap diliyle şiirler yazdım, çeşitli kafiye telakkileriyle yazdım, hasılı,muhtevama, o şiirdeki, o muayyen, müşahhas yazıdaki muhtevaya uygun şekli bulmaya çalıştım.

düzelti:sevgili arkadaşlar eksilemekte haklısınız,ne kadar doğru ve anlaşılır değil mi,öyle cok kelime barındırıyor ve her kelime öyle cok anlam barındırıyor ki..adı nazım olsun yeter...
Yanlış bir iş yaptığıma da kani değilim. şiirimizin genel olarak - bazen çok güzel
şeylere de rastlanıyor - bugünkü sefaleti şairlerimizin bir dönüm noktasında iki çeşit,
birbirine zıt iki yobazlığa, yani hareketsizliğe, yani ölülüğe saplanmış olmaları, şekil meselesini, kendilerinin kabul ettiği bir tek şekli esas olarak almalarıdır.
(Memet Fuat'a Mektuplar, ss. 52-53)