bugün

bu seri okunmadan ülkemizin insanı üzerine söz edilemez.
nazım hikmet'in 5 kitaptan oluşan ve osmanlı'nın son döneminden 1950'li yıllara kadar genç türkiye'nin röntgenini çektiği kitap.

bir eser ancak bu kadar gerçekçi ve vurucu olabilir. hele kitabın bir yerinde bir doğum sahnesi var ki okurken kanımın çekildiğini hissettim.

detay diyip de görmezden geldiğimiz hemen hemen her şeyi önemsemiş şair. özellikle bazı satırlar varlık felsefecilerine taş çıkarır nitelikte.

1.kitap, haydarpaşa'dan kalkan ve içerisinde senin benim gibi insanlar olan katar. 

2.kitap, yine haydarpaşa'dan kalkan ve içerisinde savaş vurguncuları olan kodomanlar.

3.kitap tren, anadolu ve ankara...

4. ve 5. kitap ise hapishane merkezli bir anadolu röntgeni.

son söz olarak nazım hikmet bu kitabında türkçe ile dans ederek bir dönemin zorluklarını unutmamız için beynimize mıhlıyor.
görsel
Kitabı çok güzel olan her şeyin tiyatro oyunu da güzel olmayabiliyormuş. Tiyatro oyununun beklentimi karşılamadığını söyleyebilirim.
Oyundan çıktıktan sonra kafamda sürekli tekrarlanan şu cümleler dönüyordu yalnızca.
--spoiler--
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenleri çıkıp
merdivenlerde duruyorlar
--spoiler--
görsel
(bkz: Cizre)

görsel

"duydunuz:muhakkak
düşündünüz:belki
anladınız:zannetmem
ne olacak hem,
anlasanız da unutacaksanız.
bir andı, geldi geçti,
yahut geçmek üzeredir.
geçmese de alışılır.
alışıldı mı, mesele yok.
alışkanlık getirir eski yerine
hiçbirşey duymamış, düşünmemiş,
anlamamış olmanın rahatlığını.
ilk seferine göre belki miskin bir rahatlık,
rahatlık fakat"
Yeni yılı süslediği çam ağacının altında çiğ köfte yoğurarak kutlayan insanların da olduğu manzaralardır. Ahahahahahaha
Hatunun biri whatsapp'tan mesaj atıyor canım benim napıosun.çok özledim seni.
Şimdi ben hangi birini düzelteyim kardeşim?
1. Soru cümlesinden sonra soru işareti konur.
2. Cümle bittikten sonra büyük harfle başlanır.
3. "Napıosun" diye değil ne yapıyorsun? diye yazılır.
4. "Özlemek" ile " azmak arasında derin farklar vardır. Hatırlatılır.
5. Herşeyi geçtik mesaj doğru telefon numarasına ve doğru insana atılır.!

Tamam anladık EDEP yok KÜLTÜR zaten yok. iyi ama akıl damı yok?
Yazmayı bilmez sormayı bilmez telefon kullanmayı zaten beceremez düşünme eylemi doğuştan kayıp ama üreme iç güdüsü maşallah yerinde.
haca sıcak.
havada pırıltılar yükseliyor döne döne.
bir ağaç.
bir elma ağacı.
ağacı döndü ivan.
ağaç dile geldi: "-ivan beni bırakıp nereye ivan?" dedi.
bir ölü.
bir kız çocuğu ölüsü.
al entarisi ak benekli.
çıplak bacakları çöp gibi ince, dal gibi uzun.
ivan eğildi.
okşadı saçlarını ölü çocuğun.
saçlar dile geldi: "-ivan beni bırakıp nereye ivan?" dedi.
ve ivan kendi kendine soruyor:
"-nereye, nereye, nereye?"
nerede duracağız? nerede, nasıl, ne zaman?
kin duymayı öğrendi ivan vahşi fakat cana yakın şarkı öğrenir gibi..
--spoiler--
tanya
senin memleketini sevdiğin kadar
bende seviyorum memlektimi.

seni astılar memleketini sevdiğin için,
ben memlektimi sevdiğim için hapisteyim.
ama ben yaşıyorum,
ama sen öldün.
sen çoktan dünyada yoksun,
zaten ne kadar az kaldın orda:
18 senecik.
doyamadın güneşin sıcaklığına bile.
--spoiler--
Nazım Hikmet in, bende 2 cilt halinde bulunan, harika eserler barındıran şiir kitabıdır.
vagonlar geliyorlar sallanarak.

"-Usta!.."
Alaeddin döndü kömürcü ismail'e:
"-Usta ne olacak bu harbin sonu?"
"-iyi olacak."
"-Nasıl yani?"
"-Yemekli vagonda rakı içeceğiz."
"Biz mi?"
"-Kömürü kim atacak? Kim sürecek makinayı?"
"-Onu da biz."
"-Alayı bırak usta, kim kazanacak?"
"-Biz..."

ismail hiçbir şey anlamadıysa da
üstelemedi.
Çok siyah ve çok kalın kaşlarıyla oynadı biraz
sonra: "-Ustam" dedi,
"bir sualim daha var.
şu gördüğün raylar
dolanır mı bütün dünya yüzünü?"
"-Dolanır."
"-Demek ki harp olmasa,
ama yalnız harp değil, hudutlarda sorgu sual sorulmasa,
rayların üzerine saldık mı makinayı
dünyanın bir ucundan öbür ucuna varır."
"-Deniz dedi mi durur."
"-Gemilere binersin."
-Tayyare daha iyi.
ismail güldü.
Kırıktı ön dişlerinden biri.
"-Ben tayyareye binemem usta,
anamın vasiyeti var."
"-Tayyareye binme, diye mi?"
"-Hayır
karıncayı bile incitme, diye."
Alaeddin kocaman elini vurdu
çıplak uzun ensesine ismail'in:
-Sen ne hafız oğlusun!
Zarar yok ulan,
yine de bineriz tayyareye,
adam öldürmek için değil
gökyüzünden püfür püfür
safa sürmek için...
şimdi sen hele
ateşi bir süngüle."
nazım hikmet, memleket. memleket, nazım hikmet. kafiye için de yazmadı hani bu kitabı. nasıl diyordu şair:

hava kurşun gibi ağır
bağır
bağır
bağırıyorum.

http://oznurdogan.com/201...timden-nazim-manzaralari/
memleketimden insan manzaraları, bilgi yayınevi 1987 yılı ikinci baskısının arka kapağıdır:

"
nazım hikmet bu eseri için diyor ki:
<<insan manzaraları'na 1941'de bursa hapisanesinde başladım. daha önceleri 'ünlü adamlar ansiklopedisi' diye bir kitaba çalışmıştım. ansiklopedime, ünlü generaller, sultanlar, sanat adamları, bilgiler [herhalde bilginler olacak], güzellik kraliçeleri, katiller, milyarderler değil ünleri fabrikalarının duvarlarını, köylerinin çitlerini, mahallelerinin sınırlarını aşamayan işçiler, köylüler, esnaflar giriyordu. lakonismi, kestirmeliği, süssüzlüğü üslup temeli diye almıştım. ansiklopedimin dili, şiir tekniği, imkânları ve duygululuğunu kullanacaktı.>>
<<derken alman faşizmi sovyetler birliğine saldırdı. yirminci yüzyılın tarihini yazmağa karar verdim. çeşitli milletlerden, sınıflardan insanların hayatlarını anlatarak yazacaktım bu tarihi. faşizmin sovyetler'e saldırışıyle böyle bir yirminci yüzyıl tarihi yazman isteğinin arasındaki münasebeti anlamadık, diyeceksiniz. haklısınız belki. ama bugün gibi hatırlıyorum. başgardiyan haber verdi saldırıyı. içim şöyle bir cız etti. sonra: <<yirminci yüzyılın tarihini yazmalı>> dedim kendi kendime. hitler'in saldışından başlamalı, geriye doğru gitmeli...>>
<<...tarihimin adını 'insan manzaraları' koydum. bu kitapları -çünkü altı yedi kitap olacağını tasarlamıştım,- ne sırf nesir, ne de sırf şiirle yazmak olur diye düşündüm. şiir tekniğini temel diye aldım, ama bütün nesir janrlarının -senaryoya varıncaya kadar- imkânlarından yararlanarak işe koyuldum...>>
<<...işte böyle sayın okuyucular. bu kitapta, kimisinin ünü dünyayı tutmuş, kimisini komşularından başkası tanımamış insanların biyografyasını okuyacaksınız. bu biyografyaların bir araya gelmesi size 1908'den 1941'e kadar türkiye tarihinin ana resimlerini gösterecek...>>
"
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle
meşhurdur:
"Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
5 yaşında.
"Mektebe gitsem" diye düşündü
10 yaşında.
"Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
11 yaşında.
"Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar" diye düşündü
15 yaşında.
"Babam neden kapattı dükkânını?"
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
diye düşündü
16 yaşında.
"Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
20 yaşında.
"Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?"
diye düşündü
21 yaşındayken.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
22 yaşında.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
23 yaşında.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
"işsiz kalırsam" diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında "ihtiyarladım" dedi,
"babamdan bir yıl fazla yaşadım."
Şimdi 52 yaşındadır.
işsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
"Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.

Denizde balık kokusuyla
Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenlerden çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.
nazım hikmet eseridir.kahramanları genelde bursa hapishanesinde orhan kemal ve nazım hikmetin arkadaşları olan mahkumlardır. (bkz: galip usta)
birinci kitap

- birinci bölümden -
baktı bulgaryalı muhacirlere.
yine aynı öfkesiz kederiyle konuşuyordu
kırmızı sakallılardan biri:
"- gider ibrahim peygambere der ki herif
kargalar gördüm
gübreden kalkıp
dallara konup
ezanlar okuyorlar.
bir adam gördüm
oturmuş derenin başına;
yol vermiyor aksın
içiyor tekmil suyunu
geyikler gördüm;
kaçıp gitmezler,
koşarlar peşinden avcının
vur,diye ille bizi...
ibrahim peygamber der ki herife :
o kargalar gördün ki
imamlar,hocalardır.
gübredir mekanları,
okurlar ezanları...
düvellerdir dereyi içen adam;
halkın kanını içer,
doymazlar,içer içer,
bırakmazlar ki aksın
dere bildiği gibi.
gördüğün geyikler günahlarımızdır;
koşarlar avcılara.
avcılar: para."

ali masanın üzerinde yatıyor yüzükoyun
sırtı yarılmış gömleğinin
kumral başı bileklerinde.

recep bağırdı:
" - burası sabahçı kahvesi mi,otel odası mı be?
delikanlı uyan."

ali kımıldamadı.
" - sana diyoruz."
ali kımıldamadı.
ali cevap vermedi recep'e.

tuttu delikanlıyı recep
çevirdi arka üstü.
ali'nin başı düştü.
ali çoktan ölmüştü..
izlenilesi bir oyundur ayrıca.
dostoyevski'nin romanla yaptığını nazım'ın şiirle yaptığıdır, bir şiir değil bir roman okursunuz adeta, dizelerden oluşmuş bir roman.
nazım hikmet'in bu eserinde ankara'da var... ve ankara 9-10 dize ile herhalde ancak bu kadar doğru, bu kadar güzel anlatılabilinirdi. Buyurun:

"...
ıssızdı caddeler:
belki erken
belki geç
belki ölü bir saat,
belki duvarların arasına çekilmiş hayat.
yığın yığın
kat kat
mermer
beton
ve asfalt.
ve heykel
ve heykel
ve heykel,
insan yok fakat.
ve sonra bozkır:
en beklenilmedik yerde
ve her şeye rağmen
şehrin içine kadar giren,
ve sonra derhal toprağın sonsuzluğu..."
bilenler için belirtmeliyim ki amasraya en hakim binaların birinde gün ışığı azalmakta iken rakımı yudumlarken gözüme takılan, belki bahsedeceğim beni veya benim gibi hisseden hissaşlarımı * anlatan bir manzaradır. (bkz: rakımıdır insanı duygusallaştıran yoksa insan mı duygusallaşır rakı içince)
gözüm kumsalda top oynayan çocuklara takıldı birden son dublemi yuvarlarken. derin düşüncelere gark etti birden.. umarsızca futbol maçı yaparlarken akıllarından geçenleri okumak pekte zor değil aslında, çoğumuz yaşamışızdır aynı duyguları..tek düşünceleri yarın olan çocuklarımıza nasıl bir gelecek hazırlayabileceğiz acaba....

(bkz: neyse ya ben bişey demiyorum)
(bkz: alkollü entry girmek)
bu dünyada yazılmış ve yazılabilecek en iyi kitap, hem roman, hem destan, hem şiir, hem bir o kadar hayal, bir o kadar da gerçek.
karşıya geçmek istersiniz yeşil ışık yanar yol sizindir. ancak bu milletin şöförü geçmeye çalışır.
kırmızı ışık yanar ancak bu milletin yayası karşıya geçer. ben bu milleti bu renkte sevdim. benim milletin özü olsun. içi neyse dışı o olsun. birilerinin gözünü boyamak için kurallara uymasın içinden geldiği için uysun. bireysel hakları madem verilmiyor kendi kullanmasını bilsin. yaya yoldan sıkıldı mı kaldırımın hani çiçeklerle birleştiği ama çiçeklere basılmayan yönü varya heh işte ordan yürüsünler ben öyle yapıyorum. gün stresli geçiyor. insanlar beni üzüyor bende yolda giderken herkesin yürüdüğü yerden yürümüyorum. kaldırıma çıkıp herkesten farklı yürüyor ve insanların bakışlarına aldırmıyorum ne yapayım..ben bu milleti böyle sevdim. bu renklerde değişmesin. özenmesinler başkalarına.
karsta yolcu minibüsünün kömürlü sobayla ısıtılması.
1996'dan bu yana ne kadar şey değişti acaba sorusunu akıllara getiren videolardır.
her video başında yazılan okkalı yorumlar ise; " helal " dedirttirir. buyrun:

http://www.youtube.com/wa...oO8Ng&feature=related
http://www.youtube.com/wa...RwoNc&feature=related
http://www.youtube.com/wa...JdtwA&feature=related
http://www.youtube.com/wa...V95-o&feature=related
http://www.youtube.com/wa...N_79g&feature=related