bugün

başarılı oyunculukları ve özgün senaryosu ile izlenmesi gereken bir türk filmi.
sinemada izlemiş bir avuç insandan biri olarak, * oldukça başarılı bulduğum bir gri film. samimi ve soğuk... son derece 'gerçek' bir 'sıkışmış' hayattan alıntılanmış aktüel bir klip hissi vermekte izleyiciye, boğmadan, sıkmadan... ayrıca, başroldeki tülin özen'i, akm'deki, memlekette sahnelenen ilk maskeli oyun olan sersemler evi'nde gördüm, el sallayacaktım oyundan sonra çekindim, mahcubtum o anda, şimdi de mahcubum, öyle 'yapmadığım' için... *
http://www.beyazperde.com/film/2192
yönetmenin, sahnelerdeki planları gereksiz yere uzattığı; fakat türk sineması adına gerek senaryo, gerek anlatım dili, gerekse de repliklerdeki doğaçlama havasıyla yeni ufuklar açacağına inandığım enteresan film.
son dönem türk sinemasında izlemesi insanı en çok yoran filmlerin önde gideni.
90 dakikalık filmin toplamında 5-6 dakika diyalog ya var ya yok.
bir filmde az diyalog bulunması o filmi kötü yapmaz zira sinemada tek anlatım yolu karakterleri konuşturmak değildir fakat bu kadar amaçsız sahnelerle örülü, her şeyi seyirciye yükleyen bir filmde de bu eksiklik inanılmaz derecede çekilmez olabilir.
sanat kaygılı bir film çekiyorsan sinema dilini etkin bir şekilde kullanman ve her sahnenin sana derinlikli bir şeyler anlatabilmesi gerekir.
nitekim sinemamızda bu işi çok güzel kotaran yönetmenlerimiz mevcuttur:
(bkz: zeki demirkubuz)
(bkz: nuri bilge ceylan)
lakin semih kaplanoğlu kardeşimizin ortaya çıkardığı iş seyircinin sabrını denemekten öteye geçmeyen bir kabızlığa dönüşüyor.
semih kaplanoğlu'nun yönetmenlik koltuğunda oturduğu film.
nantes film festivali'nde en iyi film ödülünü almıştır. *
iç boğucu bir hikayeyi, insanın içini sıkarak anlatan film.
ayrıca kadının toplumdaki yerini sorgular sahnelere sahip filmdir.

--spoiler--
filmin en guzel yanı finalidir kanımca. zira alacakaranlık yeni bir gunun dogumu oncesi mi yoksa gunbatımında mı kameraya cekilmiş belli degildir. umut mu umutsuzluk mudur filmin sonu seyirciye bırakmıstır yonetmen.

bir kadının olumunun baska bir kadının kendini bulmasına onayak oldugunu ancak toplumdaki erkek baskısının onune gecmenin zorlugunu yansıtmıstır kaplanoglu iyi de yapmıstır.
--spoiler--
Meleğin ilk nerde düştüğünü bulmayı seyircilere bırakmış eşsiz bir film.
Kalbi derinden yaralı, herkesten daha yalnız bir meleğin öyküsü.
aklıma "angela" filmini getiren film.
semih kaplanoğlu 'nun 2. filmi.

film çekimleri görselliği, sembolizmi, estetizmle süslüğüyle tarkovski ve modern tayvan sinemasından Hou Hsiao-Hsien 'i senaryo ve konu şekliyle de dostoyevski ve nuri bilge ceylan 'ı anımsatmakta.

aslında minimalist sinemaya köküne kadar bir bağlılık sunuyor meleğin düşüşü!

filme her şeyden çok, bir yitim ve varoluş ekseninde yaklaşmak suç ve ceza argümanları çerçevesinde olması gereken belki de. bir tür yeniden doğuş ve hatta özgürleşme argümanını etüt ettiğimiz ölçüde filmi daha rahat anlamlandırabiliyoruz. yani yıllardan beri baba hegemonyası altında ezilmiş ve benliğini bulamamış genç kızın kabullenmek zorunda kaldığı tacizlerle birlikte yaşamını dinsel bazı inanç döngüsüne hapsetmesi ilgi çekiyor doğal olarak. burada sarı iplikler, oruç tutmalar bir nevi inancın ne zaman insan hayatında daha da aktif olabileceğini göstermesi bakımından manidar bir alt metin oluvermiş.

özgürleşme derken babayı öldürme bir nevi benlik doğuşu oluyor kıza dair. tabi bir pişmanlık duygusuna yer yok şüphesiz. fakat diğer öyküde durum tam tersi akıp gidiyor. orda birçok şeyi erteleyen vurdumduymaz ve kayıtsız bir adam var. ve bu adamın eşini aldatmasıyla daha da keskinleşiyor. bir tartışma akabinde gene kayıtsız kalarak eşinin evi terketmesine ses çıkarmıyor. fakat kadının kaza yaparak ölmesi adamın içsel derinlerindeki pişmanlık duygusunu körüklüyor. ve konu intihara dek uzanabiliyor.

iki hikayedeki bu zıtlık pedro almodovar sinemasının olgunluk ve nitelik mertebesini göze sokan konuş onunla'yı çağrıştırdı bana. filmde olağanüstü olarak nitelendirdiğim bir final fazlasıyla dikkate değer! genç kızın benliğini keşfi, kaplanoğlu'nun uygar şirin'le olan röportajında söylediği gibi intihar falan değil adeta özgürlük timsali yeniden doğuş açısından değerlenmeli. ve burada çıkan sonuç estetizmin özünde sanatsal ambiyans kadar özgürlük ruhunun da olduğu.

uçan siyah poşet, sarı iplik, bavul ve genç kıza kafayı takan mahçup delikanlının utangaç tavrı akıllardan çıkmıyor. aynı zamanda sembolik anlatımın örnekleri de oluyor ister istemez. bavul, başlı başına bir taraf için gitmek ve ölmek derken diğer taraf için babanın cansız bedeninin denize atılmasıyla yeniden doğuş ve hayat oluyor.

yer yer uzun tutulan sanatsal kaygılı yerler yakalamış olsam da türk sinemasının gelişimi açısından son derece başarılı bulduğum bir film meleğin düşüşü! özellikle finaline kendimce şapka çıkartıyorum, kaplanoğlu'nu selamlıyorum.

10 üzerinden 8!
Senaryosu ve yönetmenliği Semih Kaplanoğlu'na ait olan.
başrollerinde, Yeşim Ceren Bozoğlu, Tülin Özen, Can Kolukısa, Budak Akalın, Engin Doğan'ın olduğu 2005 yapımı film.
semih kaplanoğlu'nun izlediğim 4.filmi. yumurta-süt bal yusuf üçlemesinden sonra bu filminde etkisinden çıkamayacağımı biliyorum. zeynep'in yaşadıklarına binayen kendi kabuğuna çekilmiş,bastırılmış,sesi çok ta kolay çıkmayan bir kız oluşu, aynı zamanda babasının tacizlerine rağmen onun bir dediğini eksik etmemesi,içten içe sessizliğinin ardında babasına ve mahkum olduğu hayata öfkesi. kurtuluşu dinde aramaya çabalaması... ve bir adam aldatmanın pişmanlığı belkide var olmayacakken ölümle gelen suçluluk duygusu... bardak, bardak üstüne su içişi. ardından karısına ait bir bavulu zeynep'e vermesi. zeynep'in o bavulla kabuğundan çıkıp başka bir hayata bürünmesi. aynı zamanda o adamın kendinden vazgeçmesi. başından beri ona aşık delikanlı ile suç ortaklığı yapıp, ne olursa olsun süregelen pişmanlık duygusunun bedeninni sarıp ele geçirmesi. bardak bardak üstüne su içişler... bu su içişler suyun insana verdiği tazelik hissinin ruhta yansıması. suyun saflığının, berraklığının ruhuda berraklaştıracağına inanılması... kendini kandırma süreci. film estetizmle yoğurulmuş sembolik bir şölen... çok beğendim çok...
çok can sıkan, yakan, dağıtan bir film. sembolizm dudak uçuklatan cinsten.
Bugün Tntde karşıma çıkan. ilk on dakikasından sonra kendisini başka bir filme yeğlediğim film.
yine bir ensest vakayı anlatan etkileyici bir film. tad alanlar mutlaka gözetleme kulesini de izlesinler.
aldığı ödülleri ve cd kapağının arkasında yazılanlara bakaraktan izlediğim filmdir.