bugün

yüzü (sadece gözler gözükecek şekilde) ve bütün vücudu kapatan, toplum içerisinde algıda seçicilik'in dibine demir atan kara çarşaf giysisini çağdaşlık nosyonu altında yırtmaya çalışmak, yok etmeye çabalamaktır.

özgürlük, medeniyet, çağdaşlık denilen kavramların içini boşaltarak sadece kendi sansürleriyle kendilerince tanımladıkları özgürlük kavramını bireylere despotik bir yaptırımla dayatanlar ne derece aciz içindedirler, bunları insanlar görebilmektedir.

üniversite'den bir erzurumlu arkadaşım vardı. kendisi sınıf öğretmeni şu anda. bir vakit kendisiyle görüştüğümüzde konu döndü dolaştı kara çarşaf olayına geldi. ben olumsuzluk eleştiriler yöneltmiştim. yani sonuçta bireysel özgürlüklere balta sapladığımın farkında bile değildim. "o insanların öyle dolaşması beni ne diye rahatsız ediyordu" bilincinden uzakta, sadece basmakalıp ve üstünkörü sözlerle üzerine gidiyordum. o da argümanlarını sıralıyordu. (tam hatırlamıyorum) "biliyor musun? benim annem kara çarşaflı" dedi. soğuk bir duş etkisi. sebepsizce bir düğüm boğazıma oturmuştu. gerçekten o an yer yarılsa da içine gireyim diye dü$ündüm.

kendisi alçakgönüllüğüyle öyle birisiydi ki yıllar sonra kara çarşaflı annesinin olduğu eve çağırdı beni, annesinin yaptığı o böreklerden ikram etti bana. yıllar geçse de o acıyı o bilmiyordu. bense içimde bu siyah noktayla büyüyordum. bir bayram günüydü. sarıldı sıkıca bana. özlemiştik birbirimizi. epey yürüdük. ilk günkü gibi. dostluğumuz devam ediyordu. ama bu bir barem miydi? dost dediklerimizi seçerken kendi ve bağı olduklarının tercihleri benim için ne kadar önemliydi? o bazılarına göre gerici miydi? değerlerine sahip çıktığı için mi? insaniyet namına hala cebinde ve kalbinde izler bulunduğu için mi toplumdan dışlıyordum? sadece benim ona vurduğum etiketle vardı benim gözümde. ama tüm bunlar böyle midir? elbette değil.

bir vakit yine oldu. sınav başvurusu yapıyordum. önümde üç tane başörtülü öğrenci vardı. kendi aralarında konuşuyorlardı. birisi, "başörtüsüyle mi gireceksin sınava?" diye sordu. diğer ikisi "ben gireceğim, bilmiyorum" dediler ve sonra o üç öğrenci başlarını önüne eğdiler, yüzleri asıldı. o sabah bana zehir oldu. gerçekten bu üç öğrencinin boynunu eğdiren gerçekten özgürlüğün kendisi miydi yoksa özgürlüğü kendilerince fildişi kulelerinde oturup çizgiler koyanların mı?

bilinçsizce hareket eden bir güruh var ve inanç özgürlüğü denilenin i'sinden bihaber şekilde fakülteleri tavaf eden çoğusu sonra. tektipleştirilmiş özgürlük anlayışıyla çağdaşlık denilenin kılık kıyafete bağlayanlar, ağılı bir çembere girdiklerinin farkında değiller. meydanlara çıkıp, başörtüleri atmak ile, kara çarşaf giysisini insanlara bir dezenformasyon servisi ile sunmak özgürlüğe atılacak olan en büyük oklardan birisidir. bu ülkede cuma namazına gitti diye haber yapılan öğretmenler var, ama bilmiyorlar ki ama o örnek aldıkları batılı ülkelerde bunların hiçbirisi yok. bu gözler, fransız bir öğretmenin yılbaşı günü çocukları noel ağacı etrafında oynatıp sonraya kiliseye doğru götürdüklerini gördü ama hiçbir ajans da bunu sansasyon diye vermedi. bu tıpkı, bu ülkenin kökleri 1923'den itibaren varmış gibi algı oluşturmaya benziyor. hatta ali şeriati'nin bu konuyla ilgili yaşadığı bir olay vardır, bilenler bilir.

v for vendetta'dan gelsin, fikirlere kurşun işlemez...