bugün

çok büyük bir hezimettir. zafer olarak lanse edilen bu antlaşma sonucunda misak-ı milli sınırları içinde kalan musul ile 12 ada elimizden uçup gitmiştir. ''unutulmuş bir alan, arazi ya da ada varsa türkiye onun üzerinde hak iddia edemez'' maddesi ile 2000 den fazla adayı kaybettiğimiz antlaşmadır. en korkuncu da limni ile birlikte 4 ada türk tarafına verilmiş komisyon başvekili ismet inönü ve heyetinin bu durumu zapta geçirmeyi unutması(!) sonucu bu adaları da kaybettiğimiz antlaşmadır. mutlak bir hezimettir.
zaferdir.
sözü eğip bükmeden söylenecek şey musul da, kerkük de, hatay da, boğazlar da kesin karara bağlanmamış sonradan halledilmeye çalışılmıştır.
kıran kırana süren pazarlıklar sonucunda bu noktaya gelinebilmişir.
hatay daha sonra alınsa da,
boğazlar montrö boğazlar sözleşmesi ile açıklığa kavuşsa da
musul ve kerkük daha sonraki dönemlerde uygun zemin bulunamaması dolayısı ile geri alınamamıştır.

bir de on iki ada sorunu vardır.
sevr'den önce osmanlı'nın elinden çıkmış olan, sevr'den sonra da dünyaya duyurulan adalar konusunda ne yazık ki türkiye cumhuriyeti'nin donanmasının çok da caydırıcı etkisi bulunmaması nedeni ile -hatta türkiye'nin donanmasının bulunmaması nedeni ile- karşı devletlere baskı yapılamamıştır.

bilinmesi gereken birinci dünya savaşı'ndan yani misak-ı milli sınırlarının çizilmesine neden olan savaştan önce bu adaların zaten osmanlı devleti'nin elinden çıkmış olduğudur.
yedi düveli dize getirip de tarafsız ülkede imzalanmış antlaşma.
musul ve kerkük misak-ı milli sınırlarına dahil olmasına rağmen 25 yıl boyunca oradaki petrollerin %10 hissesini almakla yetinerek iki bölgenin de ingiltere'ye verildiği antlaşma.
ismet inönü'nün ankara ile yaptığı bütün görüşmelerin mi5 tarafından dinlendiği antlaşma.
türkiye'nin ufacık kara parçasına sıkıştırıldığı antlaşma.

buna rağmen osmanlı'nın en bereketli topraklarının bize kaldığı antlaşma.
yeni bir devlet daha kurduğumuz antlaşma.
atatürk gibi bir dehanın zaferi olan antlaşma.
isteklerimizin bir kısmına da olsa yüzyıllar sonra ulaşabildiğimiz antlaşma.

yine de kıllanmıyor değilim.
(bkz: lozan zafer mi hezimet mi)*
alın okuyun belki bir fikir sahibi olabilirsiniz lozan antlaşması hakkında.
lozan anlaşmasını anlayabilmek için, heyette ikinci başkan olarak görev yapan doktor rıza nur'un anılarını mutlaka okumak gerek.

lakin bu anlaşmanın artık hiç bir hükmü kalmamıştır. çünkü imza koyan taraflardan türkiye dışında hiç bir devlet anlaşma şartlaırnı yerine getirmemiştir. mesela yunanistan'ın ödemesi gereken tazminat meselesi vardır ki hala alınamamıştır. ege adaları muallakta kalmıştır. çok sonraları londra anlaşmasıyla haybeye kaybetmişizdir oraları. hatta rodos adasını rumlara ecevit hükümeti terketmiştir. kısacası lozan'ın hiç bir değeri yoktur artık.
türkiye'nin olağanüstü derecede zararlı çıktığı antlaşma.

1-patrikhane meselesine bakacak olursak, venizelos işgal edilmiş izmir'e gittiğinde kendisini karşılamaya gelen patrikhane ahalisi sadece venizelos'un onayını beklemekte olduklarını söylemişlerdir, trabzon ve ahalisinde ve bilimum yerlerde işgale başlamak için. zaten itilaf devletleri çanakkale savaşı sırasında boğazları geçemeden patrikhane her tarafını bizans kartallarıyla süslemişti de bunlar sultan vahdettin'in emriyle toplatılmıştı. patrikhanenin asıl hedefinin ise istanbul 1915'te işgal edildiğinde ayasofya'nın tavanına çan takıp orayı hristiyan merkezi haline getirmek olduğu bilinen bir gerçektir. patrikhanenin vahdettin'in bu hamlesine karşılık yapmak istediği şey ise ayasofya'nın çevresindeki emlakları satın alarak orayı bir hristiyan meydanı yapmak oldu. civardaki emlaklar tek tek patrikhane tarafından satın alınınca vahdettin imzalı bir ferman ile o bölgedeki emlakların sadece saraya satılabileceği ilan edildi.

bu kadar zararlı bir kurum olan patrikhane'nin istanbul'da bırakılması ise antlaşmanın olumsuz yanlarındandır. ismet paşa'nın verdiği beyanatlara bakıldığında antlaşma imzalanmadan sadece 18 gün öncesinde patrikhanenin istanbul'da işinin kalmadığı, bunun kişisel değil müessesevi bir sorun olduğunu söylemişti.

2-musul meselesinde de yine bir diplomatik başarısızlık örneği görüyoruz. fransızlar ile ingilizler arasında o bölgede bir çatışma olduğu halde murahhas heyetimizin bunu okuyamayıp aynı zamanda fransızların can damarı olan kapitülasyonları "zönk" diye aniden kaldıracağını beyan etmesi, musul meselesi'nde ingilizlere karşı bir fransız-türk ittifakını önlemiştir. ingiliz hükümeti ile lozan'daki ingiltere baş temsilcisi lord curzon arasındaki görüşmelerden -ki bunları kendi anılarından öğreniyoruz- ingiltere'nin musul için pek savaşmak niyetinde olmadığını göstermektedir. hatta ingilzler için musul'un sadece petrolleri yetmektedir. toprağı kimin olursa olsundur. yine ingiliz başbakanı ile lord curzon arasındaki bir telgrafta petroller hakkında sağlam bir antlaşma yapıldıktan sonra musul toprağının türkler'e verilebileceği yazmaktadır. nitekim ırak halkının bir müddet sonra ingilizleri bölgeden tamamen kovması ne kadar büyük bir fırsatı teptiğimizi göstermektedir. zira toprağını alabilseydik musul'un, bir müddet sonra ingiltere'yi ırak halkı ile beraber bölgeden gönderebilirdik. ki musul'a sahip bir türkiye'nin bu nüfusu doyuramaması gibi bir durum da söz konusu olamazdı zaten.

3-türkiye'de kalan azınlıklar meselesi de bu sorunlardan biridir. lozan görüşmelerindeki üç komisyondan biridir ekalliyetler komisyonu. bu komisyonun çalışmalarının sonucunda, lozan antlaşması'nın bu konudaki maddeleri son derece yaralayıcı olmuştur. bir maddede gayrimüslim ve başka bir anadile sahip insanların türk mahkemelerinde veya herhangi bir ifadesinin alınması gereken yerde tercüman bulundurulmasının zorunluluğu yazmaktadır. nitekim araştıranların rastlayabilmiş olacağı üzere yassıada mahkemelerinde ifadesine başvurulan yüksek rütbeli bir papaz belki 40 yıldır türkiye'de bulunup bizim kadar iyi türkçe konuşabildiği halde ifadesini rumca olarak vermiştir. ona bu hakkı da veren lozan'dır. yine aynı şekilde gayrimüslimlerin bu haklarının korunması cemiyet-i akvam'ın koruması altında olacaktır diye bir madde daha vardır. osmanlı tarihi dersi görenler bunu iyi bilir: osmanlı'nın içişlerine karışma bahanesiyle... diye başlayan bir sürü cümle vardır. aynı amaca hizmet ediyor gibi hı?

4-savaş tazminatı maddeleri de bunlardan birisidir. savaşa galip devlet olarak katılanlar savaş tazminatı alırlar, bu tarihte bilinen bir gerçektir. ama bunu maalesef lozan'da uygulayamamışızdır efendim. üstüne üstlük itilaf devletleri anadolu'yu işgal bedeli olarak bizden tazminat istemişlerdir. biz ise tüm çabalarımıza rağmen, sadece karaağaç bölgesini, onu da yunanistan'dan, alabilmişizdir. büyük devletlerden hiçbir şey alamamışızdır maddelere göre. murahhas heyetimizin imzaladığı maddelerin birinde ise yunanistan'ın bütün yıkım bedellerinden sorumlu tutulduğu yazmaktadır. lakin bir sonraki cümlede türk tarafının yunanistan'ın mali durumunu gözeterek bu hakkından vazgeçtiği yazmaktadır. yani tamamen havada kalan bir madde olmuştur bu da.

5-kayıplardan sonra bir de kişiliklere göz atalım. her devlet lozan'a dışişleri bakanlarını, onlar mümkün değilse bakanlıkta yetkili üst kademedeki kişileri göndermişlerdir. lakin bizim heyetimizin başında ismet paşa vardır efendim. hayatını askerlikle geçirmiş, diktatör ruhlu olduğu bütün yakın arkadaşlarınca kabul gören, dil bilmeyen, diplomasi bilmeyen bir kişilik. yanında da doktor rıza nur bey ile hasan bey'ler vardır murahhas olarak. bizim kadar kalabalık giden de yoktur. 100 kişiye yakın bir ekiple gitmişizdir lozan kentine.

doktor rıza nur'un ismet inönü hakkında tespitleri güzeldir, bir kaç tanesini alabiliriz buraya. evvela inönü birinci derecede dışişleri bakanlığı'na karşı sorumlu olduğu halde-mecliste öyle kararlaştırılmıştır- bütün telgraflarını mustafa kemal'e çekmekteydi, ve rıza nur heyette olduğu halde bu telgrafları rıza nur'dan saklamıştır inönü. sadece pürüzlü bir şeyler olduğu zaman okuyabilmiştir doktor.

itilaf devletleri'nin yıpratma savaşı verdiği lozan'da inönü kadar tezcanlı ve panikatak bir kişinin bulunması da yanlıştır. doktor, eserindeki birçok yerde inönü'nün itilaf devletleri'nin tehditleri karşısında yemeden içmeden kesildiğini, odasına kapandığını söylemektedir. özellikle lord curzon türk heyeti'ni sürekii savaşmakla tehdit etmiş ve inönü her defasında kilo vermiştir.

inönü dil bilmediği için görüşmeler sırasında konuşmacıların neler söylediğini anlayamamaktaydı. bu yüzden sürekli yanında gezdirdiği robert kollej'de çalışan ve heyetin tercümanı olan kişinin-ismini hatırlayamıyorum kusura bakmayın- konferans sırasında tuttuğu notları okurdu. ve konferansı oradan takip ederdi. doktor rıza nur ise diğer tarafında inönü'ye "böyle dedi, sen şöyle de, şöyle yapalım" gibisinden talimatlar verdiğini söyler yazılarında. hatta bir yerde "ismet'in her söyleminde mutlaka "buna bir sonraki celsede cevap verelim" sözü vardır." der.

heyettekilere hiç danışmadan yahudi dostlar edinen de gene inönü'dür. bu yahudi dostu vasıtasıyla itilaf devletlerini avucunda tuttuğunu sanan da. bu yahudi inönü'ye ingiltere ve fransa heyetlerindeki cümle alemin tanıdık olduğunu ve istediği her şeyi inönü için onlardan alabileceğini söyler. tabi oradan çıkıp gittiğinde ise ingiltere ve fransa'ya inönü'nün avucunun içinde olduğunu söyler. o kadar ki bu yahudi gün geçtikçe heyetimizin yemek masalarına bile dahil olabilmiştir. rıza nur inönü'ye "yemek masasında bizbize olduğumuzu sanıp sözlerimizi tartmadan söyleriz, bu adam da gider yetiştirir" demesine rağmen inönü aldırmamıştır. en sonunda rıza nur, bu adamın gitmemesi halinde başka masaya geçeceğini söyler, gene kar etmez, başka masaya geçmeye başlayınca inönü yahudi'yi sofradan kovar ancak.

kazım karabekir'in istiklal harbimiz adlı eserindeki tefrikalar bölümünde inönü ile kazım karabekir arasında geçen konuşmalar da yer almış ve bu konuşmalarda inönü'nün ne kadar milliyetçilik duygusundan yoksun olduğu ortaya çıkmıştır. kazım karabekir'e ülke işgal edilmeye başlandığında, köylere kaçıp ismet ağa ve kazım ağa olmayı teklif etmiş ve bunlara karşı savaşmanın hiçbir sonuç getirmeyeceğini anlatmaya çalışmış lakin kazım karabekir şiddetle karşı çıkmıştır. yine doktor rıza nur'a dönersek bu adamın nasıl komutan olduğunu anlayamadığını belirtme gereği duymuştur.

inönü'nün bu evhamlılığı ve diktatör ruhluluğu biraraya gelince kötü sonuçlar doğurmuştur. mesela itilaf devletleri bir maddeyi değiştirip önümüze koyduğunda ve lozan sokaklarını savaş açarız pankartlarıyla süsleme tehditini savurduğunda inönü hemen rıza nur ve heyeti ikna çabalarına girişmiştir antlaşmanın imzalanması için. heyetteki kişiler bu kadar istediğimizi alamadıktan sonra antlaşmanın ne gereği olduğunu sorduklarında ise daha fazlasını koparamayız bu kadarı da yeter cevabını almışlardır paşa'dan.

yine yahudi dostlar gibi kadın dostlar edinip bunlarla fotoğraflar çektirip sabahlara kadar eğlenen de yine bu inönü'dür. internette kısa bir lozan araştırmasıyla bu fotoğraflar bulunabilir. bu kadar hassas bir konuda bile kadınlara düşkünlük göstermesi inönü'nün kabahatlerindendir.

lord curzon'un inönü'ye sorduğu "halifeliği napacaksınız" tarzındaki sorunun ardında türklerin halifelik hakkında ne düşündüğü yatmaktadır. o aralar da zaten mustafa kemal yurt çapında çıktığı gezilerde halifeliği öven konuşmalar yapmaktadır. aynısını lozan'da inönü yapmaktadır. bir iddiaya göre mustafa kemal halife olmak istemektedir ve 1 kasım 1922'de saltanat ile halifeliği kaldırıp sadece saltanatı kaldırması buna iyi bir kanıttır. dahası itilaf devletlerinin halifelik hakkında olumsuz düşüncelerini sıralamalarından sonra bu mustafa kemal'in de kulağına gitmiş ve 180 derece çark ederek halifeliğin bir an evvel kaldırılmasını beyan eden demeçlere başvurmaktadır. balıkesir kongresi'ndeki dini söylemlerden sonra bu ilginçtir.

aynı inönü kıbrıs ve oniki adaları da yunanistan'a vermekten çekinmemiştir milli şef döneminde. gayrimüslimlere kendi eseri olan lozan'dan dolayı bir sürü hak verirken camileri yakıp, yıkan, bir daha da açtırmayan, ağzına Allah kelimesini alamayan inönü, 2.dünya savaşından dolayı yunanistan'dan yüzerek kaçıp ege kıyılarına çıkan yunanlılara binbir ikram yapılmasını salık vermiş ve kıbrıs adasına kadar gitmeleri için zaten az sayıda olan gemilerimizi onlara kiralamıştır. kıbrıs meselesinin çözülememesinin altında da lozan yatmaktadır. lozan antlaşmasının kıbrıs ile ilgili maddesinde ingiltere'nin bilmem kaç terşrinisani 1914 yılında işgal ettiği kıbrısı ilhak ettiğinin türkiye tarafından tanındığını yazmaktadır. ve devamında da buradaki tüm halkın ingiliz tebası sayıldığı yazmaktadır. daha da devamında eğer türk halkı sayılmak isteyenler varsa 2 sene içinde bu haklarını kullanabilecekler lakin türk nüfusuna geçerlerse kıbrıs'ı terk etmeleri gerektiği de yazmaktadır. kıbrıs'taki türk nüfusunun bu denli azalmasında etkili olan da budur. bu diplomatik hileli antlaşmada yatmaktadır. nitekim buranın ingiltere'ye gözü yumuk bırakılması bir anlamda yunanistan'a bırakılması demekti. çünkü o dönemki kabine bunu destekliyordu.

daha başka maddede ise on iki ada ve çevre adaların da italya'ya bırakıldığı yazıyordu. 2.dünya savaşı sırasında almanya bu adaları ele geçirdiğinde bize vermeyi teklif etmiş lakin inönü "yurtta sulh, cihanda sulh" diyerek geri çevirmiştir. iki sene sonra yunanistan bu adaları elini kolunu sallaya sallaya ilhak etmiştir açık açık.

inönü'nün bu uzun tahlilini yaptıktan sonra diğer heyete pek başka bir şey kalmıyor. doktor rıza nur ise gelişmelerin iç yüzünden haberdar olmayan, lakin türkiye için en karlı olacak şekilde türkiye'ye dönmeyi amaçlayan bir murahhas.

ikinci tbmm'nin kurulmasında da birinci tbmm'deki muhalif seslerin kesilmesi amaçlanmıştır. zaten iyi bir antlaşma ile dönememiş olan heyete birinci tbmm içindeki "ikinci grup" adı verilen bir nevi muhalefet grubu misak-ı mili sınırları içerisinde bir antlaşma olmasını isteyerek karşı çıkacaklardı. o yüzden bu grubun bir nevi lideri olarak göze çarpan trabzon vekili ali şükrü bey bir dalavere ile öldürülmüş ve seçimler yenilenmiştir. ikinci tbmm mustafa kemal'in istediği kişilerden oluşmasına rağmen yine de çatlak sesler çıktı antlaşma kabul edilirken. mustafa kemal ise inönü'yü ve antlaşmayı savundu meclis tutanaklarına göre. dahası rıza nur anılarında naklettiğine göre, mustafa kemal'in heyet lozan'a gitmeden önce inönü ile kendisini bir kenara çekip elindeki not kağıdını kendilerine uzattığını söylemiştir. kağıtta yazılanlar lozan'daki yolumuz olacakmış. eğer şunun üzerinde diretirlerse hiç uğraşmayın, musul'u da vermezlerse hiç sallamayın, sulh olsun yeter gibisinden açıklamalar yapmıştır mustafa kemal. tabii paşa ile aynı kanıda olan inönü de aynısını yapmıştır. ki kapitülasyonlardan faydalanmakta olan bir takım ecnebi şirketleri bile kaldıramamıştır.

lozan ile görüşmelere ret oyu veren 14 tane vekilin kimler olduğu da meclis tutanaklarından çıkarılamamaktadır. sebebi ise karşıt sesleri kesmek için hazırlanan takrir-i sükun kanunudur. bu kanun ile istiklal mahkemeleri kurulmuş, lozan'a, mustafa kemal'e, inönü'ye kim karşı gelirse yargılanmış ve hapislere atılmıştır. ve lozan'ın üzerine bir sır perdesi örtülmüştür.

evet sayın okuyucu, bu yazımızda lozan'a özet geçtik. amacımız bildiklerimizi, duyduklarımızı ve okuduklarımızı sizlere aktarmaktı. bu yazıda herhangi bir provokasyon veya herhangi bir karalama amacı yoktur. sadece bildiklerimi yazdım o kadar. saygılar türkiye.
2023 yılında geçerliliği bitecek olan antlaşmadır.
Tanıdık geldi değil mi , hedef 2023 diye dolaşıyor ortalıkta hükümet.

(bkz: Fill in the blanks)
devlet arşivlerini gezdiğim sırada görevlinin anlattığı antlaşmanın kaybolma hikayesi:

"Lozan Anlaşması Dışişleri bakanlığında yüksek güvenlikli çelik kasalarda muhafaza edilirmiş. Bakanlık taşınırken bu kasalar ağır olduğu için geçici olarak bir depoda saklanması uygun görülmüş. Sonradan kasalar bir ihale ile satılmış. Lozan Anlaşması'na her ihtiyaç duyulduğunda Fransa'dan istenmesi Anlaşmanın kaybolduğuna dair dedikoduların çıkmasına sebep olmuş. Bakanlık ne kadar arasa da anlaşmayı bulamamış tabi devreye MiT girmiş. Tam bu sırada kasayı alan şahıs kasadaki iki ve üç yıldızlı belgeler fark etmiş ve Dışişlerini aramış.(lozan 2 yıldızdır) Hemen devreye giren ekipler adamı ve belgeleri alıp getirmişler. adamı bir hafta srgulamışlar. "belgeri açtın mı okudun mu başkasına bahsettin mi?" diye. sonra serbest bırakmışlar. Bu olaydan sonra belgenin yedi tane kopyası çıkarılmış, devlet kurumlarını gönderilmiş ve orijinaliyle birlikte Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde muhafaza edilmeye başlamış."
bir mandacının imzaladığı antlaşma.
(bkz: cumhuriyet)
(bkz: turgut özakman)

hakkında konuşulmadan önce, hangi şartlarda nasıl imzalandığının okunması gerekir. aklıma ilk gelen bu kitap, tabi tek bir kaynaktan değil, farklı kaynaklardan belgeleriyle birlikte okuyun sonra gelin burda konuşun.
haim nahum'un ismet'e baş danışmanlık yaptığı antlaşma. bir hahambaşından danışman alınmışsa varın içeriğini siz düşünün antlaşmanın.
Bugün; kanımızla canımızla yurdumuzdan attığımız emperyalist haydutlara; bağımsızlığımızı, egemenliğimizi, ulusal ve üniter devletimizi kabul ettirdiğimiz; Sevr'i yırtıp vatanımızın tapusunu aldığımız Lozan Antlaşması'nın 88'inci yıldönümü kutlu olsun.
kabul ettirebilmek için birinci meclisin lağvedildiği antlaşmadır.

(bkz: rezalet)
Başarı diye lansedilen oysa hiçbir şey elde edemediğimiz , basiretsiz diplomatların bizi rezil ettiği antlaşma. giden diplomatların çoğu karı kız peşinde koşmuş.
sevr antlaşmasını bilmeyen yazarların başarısız diye nitelendirdiği antlaşma.
cevap vermeye bile üşeniyorum lakin yarın birgün bu başlıktan biri bir şey öğrenmeye çalışır da bu yazılan saçma sapan lafı ciddiye alır diye korkuyorum.
#12591366 entry'si aracılığıyla tam metnine ulaşabileceğiniz antlaşma. sevres de aynı entry de yer almaktadır, karşılaştırma ona göre yapılabilir. lozan'ın başarı olup olmadığını kendi isteklerimize göre değil de eşdeğer başka bir antlaşma ile karşılaştırarak görebiliriz. viyana'ya kadar da bizimmiş mesela, şimdi elimizde yok diyerek başarı tayini mi yapılır?
diplomat yerine beceriksiz bir askerin liderlik ettiği bir ekiple katıldığımız ve doğal olarak siki tuttuğumuz, anlaşma değil dayatmaların kabul edildiği bir konferanstır.
kaybedilen birinci dünya savaşı sonrasındaki sevr ile kıyaslanması yanlıştır, çünkü türkiye bu konferansa galip taraf olarak katılmıştır.
misak-ı milli'den taviz verilmiştir. milyonlarca türkün yaşadığı balkanlar, ege adaları, musul-kerkük, hatay, batum, osmanlı vakıfları başarısızlığın ana konularıdır.
bu antlaşmayı zafer olarak gören sivri zekalıların oluşu gerçekten ismet inönü nün ne derece başarılı bir propaganda ile bunu başardığının göstergesidir.

kan ile alınan toprakları düşmanlara veren, dibimizdeki bir sürü adayı yunanlara kaptıran bir anlaşmadır.
100 yıllık bir süre zarfı için imza edildiğinden 2023 yılında sona erecektir. bu realite kimi gençlerimizi telaşa sürüklemektedir. onlara göre; "2023'te lozan sona erdiğinde eski itilaf kuvvetleri türkiye'yi işgale başlayacak, hala gözleri vardır" oldukça uzak bir paronaya bu doğrusunu dile getirmek gerekirse; zira, değişen devletlerarası politika, devlet emelleri, insan hakları derken, böylesi bir durumun gerçekleşmesi söz konusu değil. hepsini geçtik; devletler arası imzalanan antlaşmalarda, bu ülkelerin konsensustan memnuniyeti söz konusu olduğu sürece, geçerliliğini korur. bugün ki, jeopolitik konumu itibari ile; türkiye bulunmaz bir müttefik konumundadır. korkmamak gerek; italyanlar antalya, fransızlar antep, ingilizler iç anadolu'yu işgale başlamayacaklar.
--spoiler--
ARTICLE 20.

Turkey hereby recognises the annexation of Cyprus proclaimed by the British Government on the sth November, 1914.

ARTICLE 2I .

Turkish nationals ordinarily resident in Cyprus on the 5th November, 1914, will acquire British nationality subject to the conditions laid down in the local law, and will thereupon lose their Turkish nationality. They will, however, have the right to opt for Turkish nationality within two years from the coming into force of the present Treaty, provided that they leave Cyprus within twelve months after having so opted.

Turkish nationals ordinarily resident in Cyprus on the coming into force of the present Treaty who, at that date, have acquired or are in process of acquiring British nationality in consequence of a request made in accordance with the local law, will also thereupon lose their Turkish nationality.

It is understood that the Government of Cyprus will be entitled to refuse British nationality to inhabitants of the island who, being Turkish nationals, had formerly acquired another nationality without the consent of the Turkish Government.
--spoiler--

http://wwi.lib.byu.edu/index.php/Treaty_of_Lausanne
--spoiler--
ARTICLE 59.

Greece recognises her obligation to make reparation for the damage caused in Anatolia by the acts of the Greek army or administration which were contrary to the laws of war.

On the other hand, Turkey, in consideration of the financial situation of Greece resulting from the prolongation of the war and from its consequences, finally renounces all claims for reparation against the Greek Government.
--spoiler--

renounce kelimesine dikkat.

renounce = to give up, bırakmak, terk etmek, feragat eylemek.
lozan antlaşmasından sonra, ingiltere avam kamarasında, "türklerin istiklalini niçin tanıdınız?" diye yükselen itirazlara, lord gürzon un verdiği cevap:

"işte asıl bundan sonraki türkler bir daha eski güç ve şevklerine kavuşamayacaklardır. zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.

"siz türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul ediniz. onlara ben islamiyeti ve islami temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum."

lozan gizli bir antlaşmadır. islamın bu topraklardan silinmesinin antlaşmasıdır. baş aktörleri mustafa kemal, ismet inönü ve ingiltere büyük mason locasıdır.
kurtuluş savaşının hala fiiliyatta çoktan elden çıkmış bulunan musul ve kerkük gibi topraklar tüzünden tatrışılabilir olduğunu savunan mal sözüm sana.

lozan barış anlaşması önceliğin toprak değil bağımsızlık, dolayısıyla da kapitülasyon ve imtiyazların ilgası olduğu bir anlaşmadır. görüşmelerde anlaşmazlık bu konularda çıkmış, toprak alış verişi çok kısa sürede sonuca bağlanmıştır.

yani yok musul aslında bizimdi filan hikaye.
türk devletlerinin tarih boyunca kabul ettiği en ağır anlaşmadır, kimse işkembeden sallamasın, karlı filan değildi, savaşı kazanmışsınız ve barış talep eden onlar, bunun sonucunda misak-i milli sınırları içindeki toprakları bile alamamışız, mantıklı mı la allasen.

örneğin, boğazlar, montrö olmasa nasıl alacaktınız, varmı la böyle bir anlaşma tarihte ülkenin en önemli şehrinin içinden geçen su yolu senin değil,başkaları karar veriyor neyi nasıl yapacağımıza, allahtan 2.dünya savaşı çıktıda kurtardık boğazları.

musul, kerkük, batum meselesine hiç girmiyorum, bugün acı içindeki türkmenlerin, gazla zehirlenen kürtlerin sorumlusu o anlaşmaya imza atan devlet adamlarıdır.batı trakya'nın neredeyse tamamı türktü, ne oldu bıraktık yunana,bacılarımıza tecavüz edildi, erkekler öldürüldü, sürüldü, binlercesine soykırım yapıldı,göçe zorlandılar malları ellerinden alındı,hala karlı bir anlaşmamı?

antakya meselesi var birde yüzyıllardır türk şehri olan bir toprağı fransızlara bıraktık, onlar ilgilenemeyince parayla aldık, nasıl bir acziyettir bu.

kapitülasyonlar kalkmışmış, ne kalkması la hala sömürülüyoruz, hala mahsülümüz para etmiyor, hala adam gibi ağır sanayimiz yok, ucuz,dandik ithal mal dolu piyasa, esnaf kan ağlıyor.

doğu romantizminiz de cumhuriyet iyimserliğiniz de yerin dibine girsin.