bugün

yine araştırmacı ve tarafsız yazar olarak olaya el atacağım başlık. naçizane fikriyatımı eklemek isterim.

ülkemizde laiklik üzerinden siyaset yapan her kimse muhakkak suretle siyasi bir çıkar ya da kaos peşindedir.
konuyu şöyle açalım:

ülkemizde laikliği savunan insanlar pozitif bilimlerin her şeye kaynaklık ettiğini ve dikkate alınacak tek ölçüt olduğunu savunurlar. dolayısı ile laiklik savunucuları için din ve türevleri (cemaatler, tarikatlar vs.) bir pozitif bilim unsuru değildir.
özellikle dünyanın liberalleşmesi sonucu (globalleşme ile beraberinde) devlet yönetiminin herhangi bir bilimsel niteliği olmayan yönetim anlayışında bulunmasına karşı çıkmışlardır.
bunun ilk cereyan ettiği kesim avrupa olmuştur. ortaçağ döneminde kilisenin krallara savaş açtığı yıllarda devlet iktidarı sarsılmış ve iktidar kilise makamına geçmiştir. (iktidar yönetme olarak dğeil, yönetim gücü, otorite anlamında kullanılmıştır) uzun yıllar bu iktidarını korumak içinde kendi doktrinlerini kullanmıştır kilise ve pozitif bilimleri tamamen devre dışı bırakmıştır. çünkü bu bilimsel araştırmalar sonucunda meydana çıkacak herhangi bir çelişkili durumda halkın üzerinde kurdukları itibarı ( aslında korku imparotorluğudur bu itibar değil. kilise soyut kavramlar ile halkı hep korku içinde yönetmiştir) kaybedebilirlerdi. böyle bir ortamda istediği atılımları yapamayan ve sürekli baskı altında yaşayan avrupa yeni bir sistemle tanıştı: secularism

secularism demek, devlet otoritesinin temel alınacağı ve din ile halk üzerinde baskı kurulmasının engelleneceği, ayrıca pozitif bilimlere gerekli destekler sağlanarak ve önündeki engeller kaldırılarak gelişmenin sürekli hale getirileceği bir sistem oluşturmaktır. bunun içinde tanım içinde 'seculer state' tanımı geçmiştir. yani laik devlet. insanların inançlarına yine karışılmamış ancak özellikle kilisenin yönetim alanında devlet otoritesini sarsması ve halk üzerinde egemenlik kurması gibi teorik bozukluklar giderilmeye çalışılmıştır. bir nevi papaya sen git ibadetini kilisende yap, yapmak isteyen vatandaşa da yaptır ancak devlete karışma denmiştir.

avrupada kısaca (ayrıntıya girmedm yoksa daha neler neler anlatırım) secularism'in doğuşu bu şekildedir. peki bunun türkiyeye yansıması nasıl olmuştur.

atatürk türkiye cumhuriyetini kurduğu zaman türk insanı yeni bir rejimle tanıştı: cumhuriyet.
yalnız daha öncesinden islami değerler yargısının ağır bastığı bir yönetim anlayışına sahip osmanlı imparatorluğunda birçok islami odaklı ve fikir önderleri şeyhler olan kurumlar vardı. bu insanlar fikir önderleri oldukları için kendilerine bağlı insanları (müritleri) temsil yeteneğine sahipti. ayrıca o insanların eğitimlerinden de sorumlu kişilerdi. bu insanların temsil yeteneğine sahip olması demek devlet içinde söz sahibi olması demekti. dolayısı ile de devletin yönetiminde islam dininin etkileri daima olmaktaydı.

fakat bizim avrupadan bir farkımız vardı. bu şeyhler asla kilisede papazların yaptığı gibi bir iktidar peşinde olmadıkları gibi bilimsel araştırmaları da kısıtlayıcı çeşitli hamlelerde bulunmamışlardır. hatta eğitiminden ve öğretilerinden sorumlu oldukları kitleleri pozitif yönde etkilemek sureti ile bilime katkı sağlamışlardır. dolayısı ile devlet (osmanlı imparatorluğu) o zamanlarda laik bir anlayışa ihtiyaç duymadı.

cumhuriyet kurulduktan sonra ne değişti peki? aslında soruyu şöyle sormak daha makul cumhuriyetin kurulmasına neden olan hadiseler ne idi? dinin gücünün farkında olan birtakım insanların bu gücü tıpkı ortaçağ papazları gibi kullanmaya kalkması sonucu içten bozulan bir sistemin çökmek üzere oluşuydu cevap.

o dönemlerde din üzerinden o kadar siyaset yapılmıştırki tıpkı ortaçağda olduğu gibi aşırı motivasyon metodu kullanılarak halkın üzerinde din üzerinden bir korku iktidarı kurmuşlardır. inançlarından dolayı o insanlar inanmak durumundaydı ve esas olan onun için din üzerinden kendisine yapılan propaganda idi. belli bir süre sonra bu gücün farkındaki kesimler propagandanın yönünü istedikleri yöne çevirdiler ve halkı bir galeyan içine getirdiler.

cumhuriye kurulduktan sonra bir dönem osmanlıyı derinden etkileyen istemezük anlayışı cumhuriyet içinde söylenmeye başlandı.
her devrim gerçekleşmesi için bir takım sert kararlar alınmasına ihtiyaç duyar. cumhuriyetin ilanı da teknik açıdan bir devrimdi ve kendi kurallarını getirmek durumundaydı.

laiklikte bu dönemde din propagandası ile siyaseti dolayısı ile de devlet yönetemini etkisi altına almak isteyen gurupları durdurmak amacı ile bir fikir olarak ortaya çıkmıştır.

devlet, tamamen kendi kuralları ile yönetilmesi gereken üst bir kimlik taşıyam kurum olarak kalmak mecburiytindedir. bunu gerçekleştirirken vatandaşına gerekli özgürlükleri verecektir. düşünce özgürlüğü, din özgürlüğü, yaşama özgürlüğü gibi. bunu da her vatandaşa tarafsız bir şekilde sağlamanın yegane yolu devletin yönetim anlayışı dışındaki her türlü ideolojiye nötr bakmasıyla. devletin dini olmak zorunda değildir. zira devlet canlı bir kavram değildir. yarın ahirette hesap gününde hesap verecekte değildir. peki devlet yöneticilerinin laik bir devlet anlayışını sağlaması için dinsiz mi olması gerekir? kesinlikle hayır. devlet yöneticileri kaideleri uygulayabiliyorsa devleti yönetmek için, sosyal bir devlet anlayışında halkı için yapılması gerekenleri yapıyorsa, istediği dine sahip olabilir. dolayısı ile devletin dinsiz olması ile devlet yöneticilerinin dinsiz olması çok farklı şeylerdir. devlet yöneticisinin dindar olması devleti de dindar yapmaz.

laikliğin temeli üç aşağı beş yukarı bu şekildedir. kesinlikle günümüzde onun bunun tartıştığı gibi yok insanlar laik olmalı veya olmamalı ya da laiklik şöyle yaşanır gibi kuramlar değil.
Yakında Arşivlere girip tozlanacak olan kitap ismi.