bugün

Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler :

‘Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı.

Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında.

Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. !

Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.

Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.

Kahvenizin tadına varın!
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.
Ee ne duruyorsunuz artık....!
Bir ülkede dört kişi yaşıyormuş…

Bunların adları da,
Herkes,
Birisi,
Herhangi Biri ve Hiç Kimse imiş…

Bir gün yapılması gereken çok önemli bir iş ortaya çıkmış…
Herkes,
Birisi’nin bu işi yapacağından eminmiş.

Gerçi işi,
Herhangi Biri de yapabilirmiş ama,
Hiç Kimse yapmamış.

Birisi bu durumda çok kızmış.

Çünkü iş,
Herkes’in işiymiş.

Herkes, Herhangi Biri’nin bu işi yapabilecegini düşünüyormuş.

Ama,
Hiç Kimse, Herkes’in yapamayacağının farkında değilmiş.

Sonunda,Herhangi Biri’nin yapabileceği bir işi,
Hiç Kimse yapmadığı
için,

Herkes, Birisini suçlamış. .
Japonya'da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir:

Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.

Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.

Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle... Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir...

''Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine,
sevmek ve sevilmek için çareler arayın.''
- Annesiz, babasız büyüdü.
- Her günü ırkçılıkla geçti.
- işte bu yüzden ücretinin %60'ını Afrikada'ki fakir aile ve çocuklara veriyor, onların daha iyi bir çocuklukları olsun diye.
- Yılbaşını ailesiz çocuklarla geçiriyor, çünkü onlara sevgi vermek istiyor.
- 24 Tane evsiz ile yılbaşı partisi yapıyor.
- Benzin istasyonunda bütün herkesin deposunu fulleyen adam. ispanya maçı sonrası gözyaşlarına hakim olamayan adam.
Şimdi hâlâ Mario Balotelli işe yaramaz mı diyorsun?

iÇi beni YAKAR dışı seni SÖZÜNÜ AKLA GETiREN ADAM.
Çin'de yaşanan sıra dışı olay

Camın yanındaki ranzada uyuyan 34 yaşındaki adam dengesini kaybedince olanlar olmuştur. 11. kattan aşağıya yuvarlanan adam açık pencereden aşağı düşerek tam 11 kat uçmuştur. Neyseki yan binanın 2. katındaki tentenin üzerine düşünce ölümden dönmüştür.
Dağda özgürce yaşayan bir inek, bir beygir, bir eşek, dağılıp insanların arasına...... karışarak ne yaptıklarını öğrenmeye ve beş yıl sonra buluşmaya karar verdiler. Her biri başka yöne yola çıktılar.
Beş yıl sonra buluşma yerine önce inek ile beygir geldi.
Ikisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüşlerdi.
Beygir sordu: “Nedir bu halin inek?..”
Inek iç çekerek anlattı:
“Bu insanlar merhametsiz. Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha varmış, onu yanıma koyup çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş…”
Sonra beygir anlattı:
“Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler. O indi öbürü bindi, o indi öbürü bindi… Binmedikleri zamanlar zincire vurdular… Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğimde arkama kocaman bir araba bağladılar, bu sefer birçoğunu birden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım yav inek kardeş…”

Ve uzaktan eşek gözüktü.
Eşek; ıslık çala çala, taşlara tekme ata ata geldi. Mutluydu.
Şişmanlamıştı, tüyleri parlıyordu, gözlerinin içi gülüyordu, üzerinde lacivert takımlar vardı.
Inek ile beygir, “Nedir bu halin, neler oldu” diye merakla sordular, eşek anlattı:
“Bir memlekete vardım, birisi bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, duyan benim yanıma koştu, duyan koştu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım…”
“Sonra?..”
“Sonra beni başkan seçtiler…”
“Yani sen başkan mı oldun?..”
“Evet… Bir şey yapmama gerek kalmıyordu, ben bağırdıkça onlar ‘Memleket seninle gurur duyuyor’ diye alkışladılar. Yiyecek birçok şey vardı. Ben ise yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım…”
“Pekiii… Senin eşek olduğunu anlamadılar mı?…”
Eşek yanıtladı: “Valla yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadılar.
6 yaşındaki çocuk bir gün babasına sorar;
Çocuk; Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne
hediye alacaksın?
Baba; Daha çok var evladım, der
(çocuk 17 yaşındadır) ve hastaneye kaldırılır.
Doktor çocuğun kalbinde sorun olduğunu
söyler. Çocuk babasına sorar.
+ Baba ben ölecek miyim ?
Adam ağlamaya başlar cevap veremez .
Çocuk iyileşip evine döndüğünde artık 18
yaşında gelmiştir. Eve geldiğinde yatağının
üzerinde bir kağıt görür ve alıp okumaya
başlar.
Kağıtta şunlar yazılıdır...
"Sevgili oğlum hatırlıyor musun , "Baba 18
yaşıma girdiğimde bana ne alacaksın." diye
sormuştun. işte hediyem bu sana, Artık Kalbim
kalbinde atıyor. Sana Kalbimi verdim oğlum,
iyi ki doğdun ...
Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne
olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

işte hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.

Engeller bizi daha da güçlendirecek, hedeflerimize ulaşmamızı daha da kolaylaştıracak.

tabi ki eşek değiliz ama sevdiklerimizin yardımıyla derinliklerden aydınlığa çıkmak mümkün.
Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar.

- Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş
Kadın kocasına
- Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor. ‘ demiş.
Kocası ona bakmış, hiçbir sey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş.
Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş.
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmıs, bak demiş kocasına
- Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?’
Kocası uzun uzun karisina bakmış; Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim’ diye cevap vermiş.

Hayatta böyle değil midir ?
Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır.
Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya davranmadan önce Kalp(pencere) durumumuza bakmak ve ‘iyi’ olanı görmeye hazır olup olmadığımızı farketmek güzel bir fikir olabilir !…
kısaca .......
Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…
işte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi
Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…
Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.
Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.
Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.
Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.
Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;
‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.
Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.
Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.
Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.
Çocuklarınızla oynayın.
Sağlığınıza dikkat edin.
Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.
Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.
Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.
Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.
Gerisi hep kumdur…’
Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’
Horoz ve Tilki Hikayesi!
“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve
bir çizgi film gösterilmeye başlanmış. Filmin adı ” Küçük Tavuk “. Bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor. Yaşlı
ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar. Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi
dağıtarak yaşamalarını sağlıyor. Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her
gün gelip tilkiden mısır alıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor.
Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor.
Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar.
Kümesteki her tavuk semiriyor.
Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar.
Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”
Çizgi film burada bitmiş.
Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “işte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış. Sorular:
1-Kümes NERESi?,
2-Yaşlı horozlar KiMLER?
3-Genç horoz KiM ?
4-En önemlisi tilki KiM? Buna
göre içinde bulunduğumuz durumu sorgular isek binlerce yorum ortaya çıkar.
Unutmayalım Ulusların dostları yok sadece çıkarları vardır.
Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı.
Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti.
Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi.
Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve bu işin zorluklarını anlattı:
- Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden, kendimi çok kötü hissediyorum.
Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım.
Burada olsan bütün derdim bitecekti.
Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler baban...
Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.
- Babacığım,
Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.
Sevgiler David...
Ertesi gün sabah FBI ve yerel polis çıka geldi ve tüm sahayı kazdılar, lakin hiç bir cesede rastlamadılar.
Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler.
Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.
- Babacığım,
Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.
Sevgiler David...


BiR GÜÇLÜKLE KARŞılaştığınızda,
KENDiNiZE BiR KAÇıŞ YOLU DEĞiL,
BiR çıkış YOLU ARAYıN.
Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:

"Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.

"O zaman" der öğretmen. "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin."

Öğrenciler bunu da yaparlar.

"Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!"

Öğrenciler , bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

"Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.

Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar."

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:

"Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."
"Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık." "Hem sıkıldık, hem yorulduk?"

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir . . . "
Seven Sevdiğine Sevdiğini Söylesin!

Hoca mezarlıktaki işini bitirmek üzereydi .
O anda elli yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam :
" Onu ne kadar çok sevdim ." diyerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı .
Yaşlı adamın yaşlı sesi törenin asil sessizliğini bozmuştu .
Mezar başındaki diğer aile bireyleri ve dostlar şok olmuşlardı.
Yetişkin çocukları alı al moru mor babalarını yatıştırmaya çalıştılar :
"Tamam , baba . Seni anlıyoruz ."
Yaşlı adam gözlerini dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu...
Daha sonra yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar.
Yaşlı adam hala : "Onu ne kadar çok sevdim" diye sesli sesli konuşuyordu .
Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler ,
Ama o devam etti , "Onu sevmiştim !"
Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken , yaşlı adam gitmemekte direniyordu . Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu . Hoca yaklaştı : "Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum , ama gitme zamanı geldi . Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız ." dedi . Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha "Onu ne kadar çok sevdim ."diyerek söylendi . "Beni anlamıyorsunuz ," dedi hocaya "ama ben bunu ona sadece bir kere söyleyebildim ."


Zil çalmadığı sürece zil değildir .
Şarkı söylenmediği sürece şarkı değildir .
Sevgi gönlümüzde tutsak olsun diye yaratılmamıştır .
Sevgi insanlara verdiğiniz sürece sevgidir. .
Bir Profesörün Mezun Etmeye Hazırladığı Öğrencilere Verdiği Son Ders:

“Bilgisayar mühendisi arkadaş!

iNŞALLAH iyi bir donanımcı, iyi bir programcı, iyi bir networkcu veya iyi bir sistem operatörü olacaksın. Yalnız şu mühim meseleleri sakın aklından çıkarma.

Bu kâinatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudatı ve içinde yeryüzünü create etmiş (yaratmış) , güneşi bir power source (güç kaynağı) , ayı bir system clock (sistem saati) yapmış. O power sourcedir ki kesintiye uğramaz ve o system clocktur ki şaşmaz ve şaşırmaz. O donanımcının ilmini ve sanatının nihayetsizliğini gösterir. Bu zât aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam hayat programını yazmış, yüz binlerce yıldan fazladır error (hata) verdirmeden, crash ettirmeden (kesintiye veya kırılmaya uğramadan) çalıştırıyor.

EĞER onun ne kadar iyi bir programcı olduğunu anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle görmediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu save etmiş (kaydetmiş) ve yine o küçücük hücreden execute ettiriyor (icra ediyor) .

MADEM ki DNA’nın bir program olduğu apaçıktır ve bir program programcısız olamaz; demek ki senin programcılığın o büyük zatın programcılığına ancak bir ayna hükmündedir. Yine senin hücrelerinden oluşturduğu networkun içine hadsiz protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, seni de diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımı yanına vermiştir, öylece de gördürüyor, konuşturuyor ve dinletiyor. Ve sen etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye ışık, ses gibi türlü medyayı hazırlamış kullandırıyor. Ve sen bunları keşfeder, kullanır, fakat bir yenisini ekleyemezsin. O halde öyle büyük bir network uzmanı zât vardır ki, senin her türlü ihtiyacını bilir ona göre techizatını verir. Senin networkculuğun ancak onun sonsuz ilminden sana verdiği bir küçük parça ve bir büyük nimettir.

ARKADAŞ aldanma!

Bu güzel dünya hayatı, programı bir limited trial versiyondur (kısıtlı kullanım versiyonu) . Görüyorsun ki elde ettiğin malı mülkü hiçbir suretle save edemiyorsun (saklayamıyorsun) . Öyle ise bu kâinat yazılımını yazanı tanı. Hem hiç mümkün müdür ki bir programcı bu kadar güzel program yapsın ve yaptığı programlarda about (Programların içine konulan ve programcısını tanıtan açıklama) koyup kendini tanıttırmasın. Öyle ise bu kâinatın en büyük donanımcısı, programcısı, networkcusu ve sistem operatörü olan zatın, her yere işlediği about kesimlerini gör, öğren, full versiyonunu (sınırsız kullanım versiyonu) kazanmak için çalış. Unutma ki hiçbir hareketin atlanmadan çok dikkatli loglar (kayıtlar) tutuluyor. Bu loglar her şeye gücü yeten o sistem yöneticisi tarafından kontrol edilecektir.

EY insan! ....

iNSAN isen şu güzel işlere,
Tesadüfü, abesiyeti, delaleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.”….
Filozofun Keskin Zekası

Eski çağlarda yaşayan bir filozof, daima gerçekleri söylediği için kralı kızdırmıştı.

Kral filozofa ölüm cezası verdi ve ölmeden önce filozofun zekasıyla alay etmek için ona şöyle dedi:

– Ölmeden önce son bir cümle söylemene izin vereceğim. Bu söylediğin cümle doğru çıkarsa başın kesilecek; yalan çıkarsa asılacaksın.

Filozof, derhal bir cümle söyledi ve her iki ölümden de kurtuldu:

– Beni asarak öldüreceksiniz.

Şimdi, onu asmaya götürseler, filozof doğruyu söylemiş oluyordu ki o zaman asılması değil, başının kesilmesi lazımdı. Yok eğer başını kesmeye götürseler, o zaman yalan söylemiş oluyordu ki asılması gerekti. Böylece, onu ne asabildiler, ne de başını kesebildiler!
ağlayarak açtım gözlerimi dünyaya ve ağzımdaki emziği bıraktım da bir kenara yürüdüm öylece uzaklara, sonra dönüp baktım ki ardıma yerle yeksandı tüm dünya...
Fatih Sultan Mehmet Han çocukken çok yaramaz bir öğrenciydi. Ders esnasında yaptığı şımarıklıklarla Hocası Akşemseddin’i çileden çıkarırdı. Hocası kendisine kızdığı zaman hemen “Ben Padişahın oğluyum bana bir şey yapamazsın” deyip tehdit ediyordu. Padişaha şikâyet etmeyi edepsizlik sayan Akşemseddin, durumu II. Murat’a anlatamıyordu. Ancak gün geldi artık küçük Mehmet’in yaptığı yaramazlıklar çekilmez hale geldi.

Bunun üzerine destur dileyip II. Murat’ın huzuruna çıktı. “Padişahım size bir hususu arz edeceğim ancak hayâ ediyorum” deyince II. Murat “Buyur çekinmeden anlatabilirsin” dedi. Bu söz Akşemseddin’i rahatlattı ve başladı olayı anlatmaya. Padişahım oğlunuz, ciğerpareniz Mehmet çok yaramaz, onun yaramazlıkları yüzünden ders işleyemiyorum, kendisine kızdığım zamanda hemen sizinle beni tehdit ediyor deyince II. Murat Akşemseddin’in yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldar.

II. Murad’ın kulağına söylediği sözleri duyan Akşemseddin çok şaşırdı. Bu ne plandı, mümkün değildi bu planı uygulamak. Akşemseddin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de Padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi.

Ertesi gün yine derste Mehmet yaramazlık yapıyordu. Akşemseddin’in uyarısına aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemseddin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi. Padişah mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.

Olaylar karşısında Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Fatih Sultan Mehmet allak bullak olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi. Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı.

Eğitimin ne olduğunu II.Murat kadar olmasa da; en azından kendi çocuğunu yanlış yollara sürüklemeyecek kadar idrak etmiş anne ve babalara ihtiyaç var. Unutmayalım, Çocuklar şımarık doğmaz; diplomalı,maaşlı ama eğitimsiz ebeveynler tarafından şımartılır bunu unutmayalım...
Kısa Hikaye: Adamın biri emekli olduktan sonra bir okulun yanında küçük bir ev aldı. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirdi ama okullar açılınca huzuru kaçtı.

Okulların açıldığı ilk günden itibaren öğrenciler, dersten çıkar çıkmaz yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmeliyorlar, anlamsız sesler çıkararak bağırıp çağrıyorlar, dayanılmaz gürültüler yapıyorlardı. Çocukların gürültülerinin dinmek tükenmek bilmeyeceğini anlayan yaşlı adam, bu işe kurnazca bir çözüm buldu. Ertesi gün çocuklar okuldan çıkıp, yine dayanılmaz gürültüler yaparak evinin önünden geçerken yaşlı adam dışarı çıktı ve onlara bir öneride bulundu.

“Siz hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz” dedi.

“Sizden bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Kabul ederseniz, eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün bir dolar veririm. ”

Bu öneri çocukların çok hoşuna gitti. Her gün hem eğleniyorlar, hem bol bol gürültü yapıyorlar, hem de bir dolar para kazanıyorlardı.Bu durum bir hafta bu biçimde sürdükten sonra birgün yaşlı adam çocukları yine durdurdu ve onlara kısa bir açıklama yaptı:

“Sevgili çocuklar, yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı” dedi. “Bugünden sonra size ancak elli sent verebileceğim. Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım.”

Bu durumdan pek hoşlanmamalarına karşın çocuklar yaşlı adama anlayış gösterdiler ve günlük gürültülerini elli sent karşıladığında yapmayı kabul ettiler. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra yaşlı adam birgün çocukları yine durdurdu ve onlara bir durum açıklaması daha yapmak zorunda kaldığını bildirdi:

“Bakın, bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar” dedi.

“Durumum biraz sıkışık… Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka birşey yok… Bundan sonra size ancak yirmibeş sent verebileceğim… Tamam mı?.. Anlaştık mı?”

Yaşlı adamın bu son önerisi, çocukların hiç de hoşuna gitmedi. “Olanaksız bayım” dedi içlerinden biri. “Günde yirmibeş sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kusura bakmayın ama, biz işi bırakıyoruz.”
Sonra Kemal kılıçdaroğlu gelir sana söz halledeceğiz der.
güncel Önemli Başlıklar