bugün

tam adı Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü olan ve metis tarafından türkçe'ye kazandırılan judith butler kitabı.

butler kitapta foucault ile agamben'in yaptığı biyo-politika ile egemenlik tanımlarının bir sentezini yapar.
11 Eylül sonrası ABD'nin benimsediği yönetim anlayışında yaptığı bu sentezin nasıl gerçekleştiğini anlatır. ABD'nin suçları kanıtlanmayan, yalnızca "suçlu olabilir" ihtimali üzerinden bireyleri guantanomo bölgesine götürerek ve hukukun dışında bırakarak, bireyin çıplak hayata indirgenmesinin(agamben'in biyo-politika tanımıyla) bir yönetimsellik edimi olarak nasıl işlediğini anlatır. Yani agambenci anlamda bireyi hukukun dışına itmek(farklı ülkelerin vatandaşı olduğu için, götürüldüğü ülkenin de vatandaşı olmadı için hiçbir hukuki hakkı olmaz) ve süresiz alıkoymak, modern zamanda bir yönetimsellik edimi haline gelmiştir foucaultcu anlamda.

butler kitapta "kimin yası tutulmaya değer?", "kim insan olarak sayılır?" sorusunu da sorar ve bunun kamusal alanda nasıl gerçekleştiğinin tartışmasını da yapar. Üretilen norm ve normallik sınırlarına uyan bedenler için kamusal alanda yas tutulmaya değerken bu sınırların dışında kalan bedenler için ise ne toplum nezdinde ne de devlet nezdinde kamusal alanda yas tutulmaz. Bunun izni de verilmez devlet tarafından.

Ve benim değinmediğim daha pek çok konu üzerine tartışma yürütür.

"Medeniyet" terimi ile "medeniyet" pratiği, insan olanın ne olması gerektiğine dair kültürel açıdan sınırlı bir norm sunarak insan olanı ayrımcı bir biçimde üretmeye yarar."
"Bir şey sizi ele geçirir: nereden gelir o şey? Ne anlamı vardır? Böyle anlarda bizi kendi efendimiz olmaktan alıkoyacak denli üzerimizde hak iddia eden şey nedir? Neye bağlıyız? Bizi gasp eden şey nedir? Freud bize birisini kaybettiğimizde o kişideki neyin yitiririldiğini her zaman bilmediğimizi hatırlattı. Öyleyse insan kaybettiğinde esrarımız bir şeyle de karşı karşıya kalır: kayıpta bir şeyler saklanmaktadır, kaybın kuytularında kaybolan bir şey vardır. Yas neyi kaybettiğini bilmeyi gerektiriyorsa (ki melankolinin ilk baştaki anlamı bir ölçüde bilememekti), demek ki esrarengiz boyutu sayesinde, tam akıl erdiremediğimiz bir şeyi yitirmenin kışkırttığı bilmeme deneyimi sayesinde sürdürülmektedir.
Kimi insanları kaybettiğimizde veya bir mekandan ya da cemaatten yoksun kaldığımızda basitçe katlandığımız şeyin geçici olduğunu, yasın biteceğini ve önceki düzenin bir şekilde yeniden kurulacağını düşünebiliriz. Ama belki de, katlandığımız şeye katlandığımızda kim olduğumuza dair bir şey ortaya çıkar, başkalarıyla bağlarımızın hatlarını çizen, bizi oluşturanın o bağlar olduğunu bize gösteren, bizi meydana getiren bağları ya da ilişkileri bize gösteren bir şey. Burada bağımsızca varolan bir "ben" varmış da sonradan basitçe oradaki "sen"i kaybetmiş değildir, özellikle de "sana" olan bağımlılığım beni "ben" yapanın bir parçasıysa. Bu koşullarda seni kaybedersem, kaybımın yasını tutmanın yanı sıra kendime karşı anlaşılmaz oluveririm. Sensiz ben kimim? Bizi oluşturan bağların bazılarını kaybettiğimizde kim olduğumuzu ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. Bir düzeyde "sen"i kaybettiğimi düşünürken beklenmedik bir şekilde "ben"im de kaybolduğumu keşfederim. Bir başka düzeyde, belki de "sende" kaybettiğim, hakkında hali hazırda kelime dağarcığım olmayan şey, münhasıran ne benden ne de senden oluşan, ama bu terimleri farklılaştıran ve ilişkilendiren bağ olarak kavranması gereken ilişkiselliktir."
.
"Çünkü eğer senin tarafından alllak bullak edildiysem, demek ki sen zaten bendensin ve ben sensiz hiçbir yerdeyim. Önce tercüme etmeye kalkışıp sonra seni tanıyabilmem için kendi dilimin kırılıp boyun eğmesi gerektiğini görerek "sana" nasıl bir tarzda bağlı olduğumu bulmadan "bizi" bir araya getiremem. Sen benim bu yön şaşkınlığı ve kayıp üzerinden kazandığım şeysin. insan tekrar tekrar böyle varlık bulur işte, henüz tanımadığımız şey olarak."

judith butler.
güncel Önemli Başlıklar