bugün

insanların dinli-dinsiz,amerikancı-anti emperyalist gibi gruplara ayrılmadığı, her anlamda bir ve ileri bakan bir ülke istemektir, heralde şu yüzyılda çok da ütopik bir istek değildir.

-bu ülkenin başına öyle bir parti istemek ki her kesimin hassasiyetlerini koruyabilsin ve ülkenin kurumlarıyla da halkıyla olduğu kadar barışık olsun.

-ab birliği gibi güzel, sosyal bir bütünleşmeye ülkenin sömürülmesine müsade etmeden bu ülkeyi taşısın.

-sonsuz özgürlükler getirsin ama her anlamda(61 anayasası referans alınabilir).

-kürtleri pkk zulmünden kurtarsın, doğuyu da, ordaki insanları da ekonomik ve eğitim reformlarıyla bu ülkeye kazandırsın.

-iki mustafa yı birbirinden ayırabilsin onları bir siyasi araç olarak kullanmasın, onlar hep en değerlilerimiz olarak kalsınlar ve bize ışık tutsunlar.(mustafa kemal, muhammed mustafa)

-eğitim sistemini oyuncak olmaktan çıkartsın, kitap okuyan gençler yetiştirilsin.

çok ütopik gözüküyor ama neden olmasın..
evet kutuplaşma olmasın, yüzde yüz akp li olalım...
en net anlamıyla "ne etliye, ne sütlüye" dokunayım anlayışının ürünüdür. ama olaya daha genel manada bakacak olursak; siyasal ve kültürel anlamda egemen olanın yanında bulunmayı tercih etmektir. bir anlamda bir kutup yaratmaktır.

siyasal verilerin ve gündemin kitlelerin algısına damga vurmaya başladıkça, ideolojik bir tercihe sürüklenir kitleler. bu tercihi kitleler kendi lehine seçebilirse işte o andan itibaren "kutuplaşmama" tercihi ancak hayalcilik ya da art niyet olarak anladırılabilir. kutupların ve çelişkilerin olduğu siyasal, kültüre ve ekonomik bir düzende kutuplaşmama arzusu ile ortak bir düşünce bir biçimi- ki genelde ulusal değerler olarak adlandırılırlar; fakat kimi yerlere göre değişiklik gösterebilir- ancak egemen olanının yararınadır.

sınıfsal uzlaşmazlığın yaşandığı toplumsal sistemlerde uzlaşma arzusu şüphesiz verili alanı(ülke, bölge, ulus vb...) ileriye değil, geriye çekecektir. geriye çekilme ise artan olumsuzlaklar hanesine bir artı daha yazacağını görmek gerekiyor. toplumsal sistemi ileri alacak kutuplaşmaların toplumsal sistemin doğası gereği var olduğunu görmek gerekir. aksini iddia etmek maddi olandan uzaklaşmak ve var olmayana saplanmak anlamına gelir.

sonuç olarak; ortak bir düşünce biçimi yaratmak, uzlaşma aramak egemen olanının yararına olmaktan başka bir anlam ifade etmez. "uzlaşmazların uzlaşmazlığını" körlerden başkası arayamaz sanırım. onun için toplumsal sistemi ileri* götürecek olan ayrışmaların zorunluğu ve gerekli olduğunu kabul etmek gerekiyor.

*yıldızın notu: ileri göreceli bir anlam taşıyacağı gibi, bu görecelilik bir kıyaslama ile anlaşılabilir. kıyaslamanın sonucu ise kişisel beğenilerden öte maddi gerçekliklere dayanması zorunludur.
sozun altinda aslinda "tek kutup olsun ve bu kutupta benim istedigim gibi olsun" anlami yatiyor. tek tip insan olsun, kimse ozel hak talebinde bulunmasin, oligarsi veya monarsi olsun, demokrasi cogulcu ve/veya temsili demokrasi gibi sacmaliklarla ugrasmayalim, kimse din ve vicdan hurriyetinden bahsetmesin, vb. bir anlam var.

oysa dogrusu farkli dusuncelerin ortak bir mutabakat altinda ve bu ortak mutabakati olusturan degerlerin kimsenin tahakkumu altina alip sahiplenmedigi, farkliliklarin zenginlik olarak goruldugu, herkesin konumunda kabullenildigi ve hosgoruyle yasayabildigi, vb. bir ulke istemektir. ama bu karakter limitine takilacagi icin boyle bir basligi istememektir...
ütopyayı istemektir.fakat istemektir.sonuçta olmayacak olsa bile ne kadar optimistik yaşasa insanlar ne kadar hippimsi bir hayat tarzı yaşasa bile olmayacak bir istektir.

Burada asıl aranması gereken şey "hiç böyle bir zaman oldu mu ki kutuplaşmamış bir ülke varolmuş olsun". tarih içinde bunun kanıtları var mıdır bilmiyorum engin(!) tarih bilgimin içinde mevcut değil ne yazık ki.

Kutuplaşmak konusuna gelince maddi yönden bir perspektifle mi yoksa ne bileyim ideolojiler bakımından mı bakacaz o zaman cevap yine -olmaz öyle şey- e çıksa da gidiş yolu değişecektir. Yoksa insan düşünen bir canlıdır ve fikirlerin farklılaşması bu sebepten kutuplaşmaya sebebiyet vermesi kaçınılmazdır.Hoş bununla beraber aslında insan'ın doğasında mevcut olan birşey yani düşünme fikir beyan etme bütün kutuplaşmaların sebebidir.

en kısa açıklamayla "bir kaşık nutella" yemektir.
huzur ve bölünmenin olmadığı bir ülke istemektir.malesef ki entrylere bakınca bundan hoşlanmayan pek çok insanın varlığı göze çarpar, demek ki bu ülkenin kutuplaşmasından, bölünmesinden ekmek yiyen çok insan var tezini gözler önüne serer.ve bu zihniyet artık ak partinin ülkeyi böldüğünü ve böyle istediğini de gözler önüne serer.
her gencin rüyası diye tanımladığım cümle.
bahsedilmesi gereken noktanın, ülkenin siyasal, ekonomik ve kültürel yapısının böyle bir dinamiği taşıyıp taşımadığıdır. böyle bir dinamik bu düzen içinde taşımamaktadır, taşıyamaz. sınıflı toplum- bunun karşıtı olan toplumda kimi karşıtlıklar taşır- doğası gereği kendi karşıtını içinde taşıyacağı gibi, bunu bir kutup haline getirir.

yukarıdaki açıdan bakınca kutuplaşmanın ileriye götürüp götürmediği kendi içinde tartışılabilir. maddi temelsizlik üzerinden politika yapmak yalnızca hayalciliğin eseri değildir, değişebilir. hayalciliğin dışında, art niyet ya da siyasal körlükte maddi omurgası bulunmayan politikalar üretilmesine neden olabilir.

öte yandan sınıfsal uzlaşmazlığın yüksek olduğu bir toplumda kesin ve net bir ortak düşünce, uzlaşma biçimi yaratmak gölgelerin arkasına sığınmaktır. azınlığın çoğunluğa hapsedildiği, azınlığın çoğunluğa kendi isteklerini genel istekler olarak kabul ettirdiğini görmek gerek. "kabul ettirmenin" biçimsel değişiklikleri yaşamsal ayrım noktalarına neden olmamalıdır. uzlaşı ya da baskı siyasetlerinin çıktıkları nokta, gittikleri yol aynı olunca sonucun değişmediğini görmek gerekiyor. azınlık- çoğunluk ilişkisinde var olan düzenin korunduğu gerçeğini kabullenmek.

tarihin ilerleyişini görmemek ve maddi olmayanda ısrar etmek huzur ve barış anlamına gelmiyor. kendimizi kandırmak gerçekleri maalesef değiştirmiyor. genel çıkarların var olmayacağını öğrenmek gibi kutuplaşmanın koşullarını doğru bir şekilde irdelemek maddiyatı anlamaya yetecektir.
yanlış bir düşünce. koskoca diyalektik felsefeyi götümüze mi sokucaz?
tut ki soktuk, bize o yaptığımız beyin fırtınalarının, ateşli tartışmaların verdiği zevki verebilecek mi?

hayır!!..
kapat tüm partileri,
kapat tüm futbol, basketbol ve diğer spor kulüplerini,
kaldır rekabeti tüm toplumdan,
insanların duygularını, hislerini açığa çıkarmalarını engelleyecek bir ilaç yap,
bu tek tipliliğe karşı çıkan direnişçilerin de sık kafasına,
hatta insanları hep benzeştiği ölçüde bütünleştir,
arkandan gelen olmazsa bil ki bir tek sen varsın aykırı...
(bkz: denge)
turkiyenin iyiligini dusunen birinin isteyebilecegi en guzel sey.

Turkiyede kutuplasma hayatin heryerinde var maalesef.
Bi tarafta kemalistler diger tarafta muhafazakarlar. Ya birindensin ya otekinden. Surekli birbirlerinin kuyusunu kazmalar, laf sokmalar,...*,...

Bi diziyi, bi filmi, bi heykeli, ... bile bu soruna baglayan bi toplumuz. Bi taraf bastayken, diger tarafi ezmek icin her turlu girisimde bulunuyor.
Avrupa 18nci yuzyilda yasadi bunlari *, biz hala yasiyoruz.
Iki tarafin birbirini tamamen kabul etmesi mumkun degil ama belkide daha hosgorulu davranmak lazim.

Icki iciliyor diye, butun ulke dinsiz olacak degil.
Padisahlar seviliyor diye butun ulke osmanliya donecek degil.

21.nci yuzyilda artik bu tur dusunceleri unutmak ve geride birakmak lazim galiba.

Neyi paylasamiyoruz?
en az 2 kişinin dahi yaşadığı bir topluluktan bahsediliyorsa, bu imkânsızdır.
kutuplaşma barış şartları altında demokratik kavramlara bağlı olarak yaşamayı becerebilen insanlar çoğunlukta olursa, olmaz. batı toplumlarında kimisi şöyle düşünür, kimisi böyle düşünür ama gül gibi yaşayıp giderler. öyle bir anlayış türkiye de mevcut değildir. türkiye kutuplaşmadan, barış şartları altında yaşamayı öğrenememiş bir toplumdan oluşur. ramazan da öğlen yemeği yiyen adamı bıçaklarlar bizim memlekette. hristiyanlığın en kutsal bayramı eastern´da köln deki büyük katedralin duvarına marksistler tutup " burası milletin afyonudur" yazmışlar graffitiyle... millet nasıl tepki gösterdi buna?...güldüler resmen...hiç kimse ciddiye almadı. cünkü senin herhangi bir şeyin olmadığına inanma hakkın olduğu gibi benim de o şeyin olduğuna inanma hakkım var. bu kadar basit. böyle bir şey türkiye´de olsa, kan gövdeyi götürür. ya da alman devleti "islam birlikleri" kurarlar, üstelik de almanları devamlı kötülerler, "kafirdir" bütün almanya, buna rağmen hepsi "kurum" statüsündedir, ve hepsini destekler devlet. gıcır gıcır paradan bahsediyoruz burada...parayla destekler... alman devletinin böyle bir durumda tek bir isteği vardır, "buranın kantininde yaptığın satışlar da kar amacı gütmeyeceksin"...ama hiç türk kar etmeden satış yapar mı?..orayı ortada kağıt imza falan olmadan, "para karşılığı" birisine "verirler"...orası onun dükkanı olur, halbuki görünüşte orası kurumun yeridir, o şahıs da orada "gönüllü" olarak çalışıyordur, sanar ki almanlar yerler bu ayakları... bir gün ajanlar gelir, bi döner yer yanında bi ayran içerler, sonra çıkarlar, 3 dakka sonra polis eşliğinde gelirler, bütün hesapları didik didik edip, orayı o adama "işlemsiz olarak satan" adamları, o adamı alırlar kodese... türk gazeteleri de bunu "almanlar cami kapattı" diye lanse edip, herkesi alman düşmanı yaparlar... alman gazeteleri de bunu "üçkağıtçı türkler" diye lanse edip onlar da almanları türk düşmanı yaparlar - zaten meyilllidirler-

ama işte kutuplaşmalar böyle başlar. bu örneği de ondan dolayı verdim. türkler kendilerince birtakım işler çevirip, diğerlerinin gerizekalı olduğunu düşündükçe kutuplaşmalar sürüp gidecektir. dürüstlükten ayrılanlara karşı normal insanlar kin duyarlar, böyle bir şey insanın fıtratında vardır.

ayrıca türk insanı "herşeyi en iyi kendisinin bildiğini sanmakla" zaten belirli bir kutba doğru yönlenmiş olur.
futbol takımlarını gözardı eden bir ütopya...
18 yaşındayım. benimle aynı yaşta olan belki 1 milyon insan vardır. hiçbirinin benim kadar yorulduğunu zannetmiyorum. bedenen bir yorulma değil bu. zihnen yoruldum. aynaya baktığımda karşımda 20 li yaşlarda birini görüyorum fakat gözlerimi kapattığımda yürümeye takadi kalmamış artık ölüme gün sayan biri gibi hissediyorum. bu hislerimin sebebi işte bu hayalin çok uzakta olduğu gerçeğini bilmemdendir.

her konuda kutuplaşmışız. ortalarda dolaşan, bir tarafa çekildiğini hissettiğinde kendini dengelemeyi bilen insan sayısı bir stadı doldurmayacak kadar az. nedir bu kavga? nedir bu bir tarafı tutma hevesi? nedir bu milleti kışkırtma hevesi? nedir bu iktidar hırsı?

her konuda kavga içerisindeyiz. bir ülke daha yoktur ki bizim gibi her olayda birbirine küfürler, hakaretler etsin; kavga çıkarsın. atatürkten bahsediyoruz kavga çıkıyor, osmanlıdan bahsediyoruz kavga çıkıyor, futbol takımlarından bahsediyoruz kavga çıkıyor, dinden bahsediyoruz kavga çıkıyor, tarihten bahsediyoruz kavga çıkıyor, hükumetten bahsediyoruz kavga çıkıyor, hoşgörüden bahsederken bile kavga çıkıyor.

kavgalar, küfürler, hakaretler, tahammülsüzlükler, hayasızlıklar, ahlaksızlıklar, bilgisizlikler, sabırsızlıklar ülkenin makus talihi haline gelmiş durumda.

yetmedi mi yüzyıllarca birbirimizi yediğimiz?

eskilerden bahsederiz. gerici derler ama gerçekten eskilerin bir adabı vardı. bu kutuplaşmanın temel sebeplerinden biri olarak ben adabın kalmamasını görüyorum. her şeyin ama her şeyin bir usulü erkanı vardı. biri ibadet mi edecekti? bunun bir adabı vardı. inanmayacak mı? adabı vardı. farklı görüşleri mi savunacaktı? bunun bir adabı vardı. kendini bulunduğu cinse ait hissetmeyecek miydi? adabıyla yaşardı.

adap, racon, usul, erkan her ne derseniz deyin. bunlar bizi toplumsal olarak bir tutan, diri tutan kurallardı ne yazık ki yazılı değildi. bir heves uğruna ne kadar değerimiz varsa hepsini söküp atmışız kalplerden. sonunda da henüz 18 yılda yorulan bıkan insanlar yetiştirmişiz.