bugün

ölesiye isterdim sevgili yazarlar ve okurlar , yazdığım her hangi bir kelimeyi Tuncel Kurtiz’in okuyabilmesini.. belki de okuyamayacağı için sevdim, onun sesinden dinlediğim bütün şiirleri.. ya da Can Yücel’le bir duble rakı içemeyeceğim için sevdim; içtiğim her yudumdan ona bir pay ayırabilmeyi.. dünya çıldırmış gibi dönerken, teknolojinin salyaları cebimize yüzümüze önümüze arkamıza akarken, denizler utangaç, güneşler gözlüksüz, ay bikinili iken; benden normal olmamı bekleyen herkes benim kitabımda anormalken, adına aşk dedikleri bir anahtarla kapımı açabilen bütün hırsızlara rağmen.. korunmayı ayıp bildim ben.. ayıp..

“Tut yüreğimden ustam” diye ağlayarak eline yapışıp öpmek istediğim ustalarım, beni çıraklıktan çıkartırken; “uç artık!” diye yuvadan beni iten bir kartala ince ve mahsun bir bakış bırakarak uçtum dev bulutların küçücük yağmurlarına.. otuz yaşında küçücük bir bayramdım, bildiğim her şeyi öldürürken.. bir kase köy yoğurduna, bir dilim mısır ekmeyi banmanın onlarca dolar ettiği bir yüzyılda erişkin olabilmenin organikliğini tatttım.. adam satmanın çıkar, haksızlığa ses çıkarmamanın kapitülasyon sayıldığı çağları gördüm.. yalnız kalmama şaşırırken herkes, amonyak kokan herkese şaşkın şaşkın bakıyordum ben.. sonra bir arefe günü yine bir Can Yücel şiiriyle tanıştım; eğilip fısıldadı kulağıma: “Ne kadar yalansız yaşarsak, O kadar iyi” diye..

saç diplerim yağlanmışsa, terlemişse boynum, sakalım kokuyorsa sigara, selam olsun; beni olduğum gibi sevebilen insanın varlığına.. yalnızlığın, yokluğun, sessizliğin, derdin, devrin bu kadar pahallı; sosyal medyanın, reklamın, led ışıkların, göğü delenlerin, asansörlerin, kalabalıkların bu kadar ucuz olduğu bir yüzyılda; en büyük ihtiyacın zaman makinesi olduğunu düşünecek kadar anormal bir adamım.. öyle ki; bir kaç yıl daha saklayabilirsem antikaya çıkacak aklımdaki aşk kavramım.. yine de korunmayı ayıp saydım ben.. bir selamdan, bir borçtan, bir alacaklıdan, bir dilenciden, ışıkta bekleyen bir suriyeliden, bir evsizden, bir yoksuldan, bir arzudan korunmayı ayıp saydım.. ayıp..

belki ne kadar istediğimi bilse, ses verirdi yazdıklarıma Tuncel.. Ve kızmazdı belki O’na ismiyle seslenecek kadar samimi olma cürretime.. belki “Hadi Şerefine” derdi Can.. elindeki kadehi, kadehimin üst ucuna doğru değdirirken.. belki gülerdik.. pek muhtemel göz yaşsız ağlardık ülke için düşünürken.. belki Nazım.. bir ihtimal Piraye.. oldu olacak Yaşar Kemal ve Aşk ile bir paket sigarayı bölüşürken.. göçüp gidenlerin gölgesine uzanıp, hayatta olanların ışığından korunurken.. herkes benden normal olmamı beklerken.. eminim sakınırdım, fırtınalı denizde mehtap arayan ödleklerden.. işte sırf bu yüzden; fırtınanın keyfini sürmeden, mehtabı soyan adamcıkları anlayamadan öleceğim muhtemelen.. Can gibi.. Tuncel gibi.. işte o yüzden kavgadan korumam kendimi.. ayıp bilirim.. ayıp..

nasıl yaşamak istersen, öyle ölürsün azizim.. ya çığın altında ya bulutun üstünde.. ya da mal mülk içinde demir parmaklıklarla çevrili bir sarayın içerisinde.. ama biliyor musun, en sosyalist sondur ölüm.. doğarken bile olmadığı kadar eşittir, ölürken insan gülüm.. ağzından çıktığı vakit o son nefes.. toprak sahnede baş roldedir kefenli kefensiz herkes.. işte o yüzden koruma kendini hayattan.. düşmanından korunur gibi korumak kendini sevdiğinden.. ayıptır.. ayıp..

fısıldadı Tuncel kulağıma bu gece: “Oysa öldürür herkes sevdiğini” dedi.. çevirip ağzımı göğe, bağırdım Tuncel’e beni duyabileceği kadar yüksek sesle: öyle çok isterim ki; sevdiğimin beni öldürmesini.. öyle çok isterim ki, sonumu bildiğim tanıdığım inandığım birinin, sevdiğim insanın çizmesini.. böylesi bir ölümden korunmak azizim, ayıptır.. ayıp.. demektir.
Okumadım.
Pişman değilim.~