bugün

özellikle sosyal olmanın adeta bir statü haline geldiği ergenlik yıllarında gerçekleştirilen eylem. sırf bir ortama dahil olmak adına hiçbir şekilde kafanın uymadığı, ortak hiçbir özelliğin olmayan tiplerin seviyesine iner ve onların ilgi alanlarına kendini verirsin. Adeta olmadığın birine dönüşürsün, yıllar sonra akla gelir ne gerek vardı ki hay kafama diye pişmanlık yaratır. kesinlikle tavsiye edilmez.
Dün, eşimin arkadaşı misafirliğe geldi. Kocası da bir süre sonra onu almaya gelince içeri buyur ettik. Sigara içmek istediğini belirtince ikimiz terasa geçtik ve sohbet etmeye başladık. hal ve hatır sormalardan sonra samimi bir konuşmaya başladık.

Adam iki ay önce annesini kaybetmiş. Anlatımında kayıtsızlık vardı ama laf arasında, şart olmamasına rağmen bu bilgiyi bana verdi. Normalde huyum değildir fakat adam farkında olmadan annesi hakkında konuşmak istiyor diye düşündüm ve ben de bir buçuk sene evvel kaybettiğimi söyledim. Ne zaman özlesem, onun en sevdiği şarkıyı açtığımı söyledim. Tam ona soru soracakken adam gülmeye başladı. O kadar içli güldü ki artık ağlamaya döndü ve sonrasında arkasını dönüp kendini sıkarak ağlamaya başladı. Söz konuşu kişi yeni tanıştığım biri olduğu için nasıl davranmam gerektiğine karar veremedim ve masanın üstüne peçete koyup "lavaboya gidiyorum, istediğin kadar rahat olabilirsin" deyip terastan çıkıp mutfağa geçtim. Eşim ve arkadaşının yanına da geçmedim oturdum belli bir süre bekledim ve ardından kapıyı tıklatıp içeri girdim. Adamın yanına oturdum ve bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordum. Teşekkür etti, akabindeki sessizlikten sonra bana açıklama borçluymuşçasına durumu anlattı.

Annesinin en sevdiği şarkıyı bilmiyormuş. Bu farkındalığın gelmesiyle diğer düşünceleri alevlenmiş ve annesiyle yeterince vakit geçiremediğini idrak etmiş. Onun bir gün bile rahat bir şekilde oturup keyfine baktığını hatırlamadığını söyledi. Varsa bile hiçbir hayalini, hobisini, arzusunu yerine getirmeye fırsatı olmadığından bahsetti. Bir ömür boyu çocuklarının geleceği için çabaladığını, fakat sonunda çocukları için arzuladığı hayat standartları yerine gelmiş olsa bile çocuklarının; yani adamın ve kardeşlerinin, annelerini hayatlarına dahil etmediklerini anlattı. Bir keresinde annesine, kardeşinin ailesi ve kendi ailesiyle kapadokya'ya gideceğini söylemiş. Bana, "kapadokya'ya annem gitmek istiyordu." dedi. o sırada adamın aklına gelmediğinden veya umursamadığından mı bilmiyorum annesini çağırmamış. Kadıncağız da "güle güle gidin, benim yerime de gezin." demiş. "Siktiğimin kapadokya'sına bile götürmedim." dedi. Diyecek bir şeyim yoktu, sessiz kaldım.

Muhabbet değişti, vakit geçti derken kalktılar ve gittiler. Yatmadan evvel uzanırken olayı eşime anlattım. Anlatırken gözlerimin dolduğunu fark ettim. Adamın anlattıklarına üzüldüğüm için, veya kendimi onun gibi suçladığım için ağlamadım. Annemin anne olmasına ağladım. Annemi sevdiğimden dolayı bir hayvanmışçasına doğurup, bakıp, ölmesi içimi yaraladı. Annem de o adamın annesi gibi hayatını, üremenin bedeliyle harcamıştı. Tabii ki her üreyen insan bu bedelleri ödemiyor. Daha farklı kültürler var fakat annem için öyle değildi. O sadece şanssızdı, diğer yandan ise sevgiyle zincirlenmişti. Duygular değişik şeyler. Öyle ki sevilmek bile insanın canını yakabiliyor.
Günümüzde flört edip seks yapmak için yapılması gereken durum. Sırf aşk ve seks için zayıflayan, kas yapan, giyimini ve ilgi alanlarını değiştiren insanlar var. Bana anlamlı gelmiyor.
Anneler evlatları için yaptıkları hiç birşeyi fedakarlık ya da kendinden ödün vermek olarak da düşünmezler. Yaratilislari gereği yavrularını koruyup kollarlar. Ve bir nevi de sorumluluğu budur. Bir menfaat ya da karşılık beklemeksizin severler , yorulurlar. Beklenti sadece çocuğunun mutlu olmasıdır.
bir LGBT şeysi. sonuçta ödün vermeden olmuyor o işler.