bugün

yazıyordum, yemeden, içmeden, işemeden, sıçmadan yazıyordum. yaşayamayacaklarımı yazıyordum. yazmak adeta bir gerçekliğin normalliğinden kurtulmak ve hayalin o anormalliğine gitmek gibi bir haz veriyordu. içimde 24 saat işleyen bir lunapark vardı sanki. çocuklar annelerin ellerinden tutmuşlar, onlara söylenen direktiflere göre eğleneceklerini düşünüyorlardı.
ve ben o çocukların arasında sloganlar atıyordum. "siz kendinizi kaybetmeyin ey saflıklar!" diye başlayan " ne olursa olsun çocuk kalın, sevgili çocuklar!" ile biten bir konuşmanın sloganını.
ta ki nedime çıkıp gelesiye kadar.

peygamber;
"hele dokunmak. bu sözler nasıl parmaklarıma saplanıyor anlamış değilim. ben sadece bunları yazardım şimdi yazdıklarımı yaşıyor gibiyim

nedime;
"yüzüm kızardı biliyor musun"

peygamber;
"hani kadere inanmayan ben sanki kaderi ellerimle yazmış gibiyim ve şu an kendimi tanrı gibi hissediyorum inan muhteşem bir duygu."

nedime;
"aynı anda ikimizin de kaderini yaz sevgilim!"

evrenin her köşesinde düğünler, dernekler olur, borazanlar ve davullar çalar, din bilginleri peygamberin düğününü kutlamaya başlarlar. bugün resmi tatil, biraz daha fazla kamu hizmeti verelim mi...

(bkz: insan kendi kaderini kendi belirler)

(bkz: herkes kendi kaderini yaşar)