bugün

Bir kaç tanrıça yitirdim güneyden kuzeye doğru giderken,
ve bir o kadar da tanrı doğudan batıya giderken.
Bir kaç yıldız sonsuza dek söndüler gözlerimin önünde.
Birbiri ardınca battı adalar.
Anımsamıyorum bile pençelerimin nerede kaldığını,
kürkümü kimin taşıdığını ve omurgamda kimin oturduğunu.
Karaya doğru tırmandığımda ölmüştü kardeşlerim,
ve yalnızca küçük bir kemik var bende bu günü anımsayan.
Sıyrıldım kendi güzelim derimden, yeniden biçimledim kendimi
omurga kıvrımları ve bacaklarla,
ve her defasında yitirdim kendimi tümüyle.
Her şeye kapattım üçüncü gözümü çoktan beridir,
süzülüp gitmişti bir yüzgeçle, salınıp durmuştu bir dalda.

Kaybolmuş, iz bırakmadan yitip gitmiş
ve dağılıp gitmiş tüm rüzgârlarda
yitirilmeye bırakmadığım şeylerin bu kadar az olması şaşırtıcı:
hâlâ insan türünden bir tek insan
ki dün tramvaya binmiş ve telaş içindeyken
şemsiyesini kaybetmişti.

Wislawa Szymborska
bir benzer örnek olarak, "siz yazar mısınız? bizi de yazın, dedi ve hıçkırır gibi güldü müze görevlisi. eşya zaten şey'in çoğuludur, dolayısıyla unutulmuş eşyalar müzesi olamazdı ki!" hulki aktunç