bugün

tabii bir de yobazıyla. ama severim çok has arkadaşlarım çıkmıştır aralarından. ama kimse kusura bakmasın orada kalanlarda ağır yobazlık var.
Karadeniz Bölgesi nin en büyük ve gelişmiş şehirleri sırasıyla 1.250.076 kişilik toplam nüfusuyla Samsun ardından Trabzon ve Ordu'dur.
şahsen bir bozkır çocuğu olarak gördüm de iç anadolu şehirlerinin yanından bile geçemeyecek kadar gelişmemiş köy gibi illeri barındıran bölge.

hadi ankara-konya-kayseri'yi geçtim de eskişehir'i dahi yakalayabilecek gelişmişliğe ve büyüklüğe sahip il yok burada. samsun+trabzon dedikleri yer konya'nın yarısı kadar gelişmişliğe ve imkanlara sahip. eğitim-turizm-tarım-sanayi-şehirleşme desen ölmüş. bu karadeniz insanındaki hava nereden geliyor anlamış değilim. en büyük şehir dediğiniz yer samsun amk. çapınızı skim. boşuna istanbul'a göç vermiyorsunuz. kendiniz durmuyorsunuz anasını millet niye gelsin.
Artvin ve Zonguldak lafların dışında kimse Atatürk ü sevmiyor referandum sonucu.
denizi, yeşili, mavisi, köy ve yaylalarıyla meşhurdur.
Aha işte şurası samsun körfezi.
görsel
Niye bu kadar çok eds trafik denetlemesi var anlamış değilim. Vallahi gaza basamaz olduk.
Firesiz akpye vermiş

görsel
atatürkçü insanların en az olduğu bölge kanımca.
ailecek zonguldak'lı olup ama edirne'de doğup büyümüş olmak isimli kader.
Genellikle tipsiz insanların çok olduğu bölgedir.
Türkiye'nin cennet köşesi.

Geçen sene konyalı arkadaşımı götürdüm memlekete. Bi kümbet yaylasına götürdüm, bi sis dağına çıkardım, oradan uzun göl ve Maçka'ya götürdüm. Çocuğun götü düştü. Aşık oldu.
Öyle yerler...
basima bir sey gelmeyecekse (bkz: görmeden ölünmesi gereken yerler)
görsel

Dağların tepesinde köknar ağaçlarının içinde duvarlarına asırlık kilimler örtülü ahşap bir evimiz var. Dışarıda rüzgar kötü bir adamın ıslık çalışı gibi ürpertirken içeride sobada patates pişiyor. Patates kokusu çok güzel hem. Bunun üstüne erimiş peynir döküp yemesi çok zevkli.

Sobadan tavana vuran yalazlar birbiriyle güreşen iki adam gibi. Kah uzuyor, kah kısalıyor. Birbirlerine türlü oyunlar yapıyorlar, Gözlerimi tavana dikip onları seyrediyorum. Daha hazırlanıp kar güreşlerine gideceğim. Geçen yıl herkesi yenmiştim kaymakam boynu kurdeleli kuzu vermişti. 3 gün evin içinde gezdi o kuzu. Bazen ağıla gidip boynuna sarılırdım. Baharda kurt kapınca nasıl da ağlamıştım.

Sonra kedim geliyor yanıma. Karanlıkta parlayan gözleri çok meraklı.

Beraber yatıyoruz kedimle. Sabah uyanırken göğsümde geriniyor. Canım acıyor ama hiç kızamıyorum. Hem neyine kızacaksın. Kedi çünkü.

Sular donmuş, herşey donmuş, üstünü sıyırıp alttaki temiz karla yüzümü siliyorum. Sonra tahta kovama kar dolduruyorum.

Sahi sen hiç kar suyuyla çay demledin mi?
Sumela manastirini cikarirsak tarihi eser acidindan ulkenin en fakir bolgesi olabilir.
Ama bu tarihi yerlesim olmadigindan değil. Yöre ormanlık olduğu için taş yapı inşaa etmek gereksiz olduğu için.
görsel

Bahar geliyor nihayet. Meyvelere çiçek düşüyor, balıklar yuvalarından çıkıp derelerde oynaşıyor. Elle bile yakalamak mümkün.

Ama dedemle zegan’a gidiyoruz. Üç tarafı dağlarla çevrili köyün tek girişi zegan.

Daha gün doğmamış, postumuzu serip kırağı düşmüş toprağa uzanıyoruz. Ayağımızda kıl çoraplar onun üstünde derbeyler. Soğuk, bir yılan gibi ısırıp uyuşturuyor.

Bugün sıra bizde. Uykusundan uyanan binbir yabani yiyecek arıyor. Dedemle kurt bekliyoruz.

Dedem Kore gazisi. Gözlerine kadar inen kaşlarını düzeltip bükük parmaklarıyla moskof lakant’ının dürbününü ayarlıyor.

Kırağı çiğe dönünce acıkıyorum, heybesinden helva veriyor dedem, helva dediğim pekmezle kavrulup elde bükülmüş hamur topakları, ama tadı lindt çikolatalarından daha güzel.

Bekliyoruz, saatlerce kıpırdamadan bekliyoruz, öğlen oluyor, ayaklarımız biraz ısınıyor, gün dönerken gökyüzü kan kızılı.

1200 metrede bir keçi yardan yara atlıyor. 600 metrede v çizmiş bir kuş sürüsü…

Ve 800 metrede bir kurt… o kadar asil duruyor ki, tüyleri çarka çekilmiş balta ağzı gibi parlıyor. Üşüyen ellerimi tüylerinin arasına sokmak istiyorum.

Bekliyoruz… çok uzak… sabırla bekliyoruz… gülümsüyorum, dudağım çatlıyor. Dudağımdan sızan ince kanı yalıyorum. içimi ısıtıyor…

Daylot diye fısıldıyor dedem… daha değil…

Daylot… daylotttt…

300 metreye düşüyor… sonra dedem sayıyor… errrrtiii…. Oriiiiii….

Tetiği eziyorum… öğrettiği gibi tam ayaklarına nişan aldım… artık neredeyse bir saç teli kadar mesafe kaldı.

Ve dedem samiiii deyince tetik düşüyor… mavzerin sesiyle yankılanıyor zegan… kuşlar kaçıyor. Yardaki keçi kaçıyor. Nefes alan herşey kaçıyor…

O güzel kurt sıçrıyor önce… sonra yalpalayarak kaçıyor… 50 metre sonra yan devriliyor…

Yanına gidiyoruz… heyecandan nefes nefesteyim…halen sıcak… ellerimi tüylerinin arasına sokuyorum… ısınıyor ellerim… soğuyor yüreğim…

Sahi sen hiç pekmezle kavrulmuş un helvası yedin mi?
Bolu ili hariç görmediğim tek bölge, bir gün tüm karadenizi gezeceğim umarım.