bugün

Anahtarı çevirdim.
Belki de mutsuzluk, Bir erkeğin evine zile basmadan kendi anahtarıyla girmesiydi.

Uyanmayacağını bildiğimden hoyrattım . Bu hoyratlık günlük davranışlarıma da yansımıştı. Anahtarı portmantodaki kasenin içine fırlattım; tam isabet. Botlarımı çıkarmadan salona geçtim. Ayak sesim yoktu sanki. Bu evde hiç bir şeyin sesi yoktu. Onun kahkahalarının olmadığı her yer böyle değil miydi zaten? Aralanmış siyah kadife perdelerin arasından günün ilk ışıkları sızıyordu.

Buranın dekorasyonu için nerdeyse tüm dergileri karıştırmıştı. Zevkine hayrandım. Uzun uğraşlar sonunda siyah perdeli az mobilyalı ama rahatından ödün vermeyen bir salonumuz olmuştu. ilerledim. Yine yanıltmamıştı beni. Koltuğa, üzerine bir şey almadan uzanmış, derin bir uykunun içindeydi. ünlü ressamların tablolarındaki kadınlara benziyordu. Hissiz gibi görünüyordu. Ruhunda kopan tufanları bilmesem umarsız bile diyebilirdim. nefes alışında inip kalkan göğsü olmasa beni sonsuza kadar bıraktığını düşünürdüm. Sakinleştiricilerin etkisini göstermesine sevinsem de bu tablo ona yakışmıyordu. Güzeldi; hem de haddinden fazla... yatak odasından bir battaniye getirdim. Bembeyazdı. Dışarıda yağan kar gibi. Üzerine örttüm. karşısındaki koltuğa oturdum ve onu izlemeye başladım.

Tam 3 yıl önce bir yaz akşamı çeşme'de azgın dalgaların dövdüğü o küçük kordonda, şımarık kız çocuğu edalarıyla arkadaşlarına poz verirken dengesini kaybedip denize düşmüştü. Üzerindeki açık mavi elbisesinin etekleri bir balerininki gibi dalgalandı. Peşinden atladım, sanırım içgüdüsel bir davranıştı. günün kahramanı olabilirdim ama o, düştüğü yerde sapasağlam durmuş yüzüyordu. Şaşkınlığımdan ziyade düştüğüm duruma anlam veremedim. Suya düşen bir kadını kurtarmak için alelacele atlamış genç bir adamdım ama kadın bu düşüşü eğlenceye çevirmiş, kendiyle alay ediyordu. güldü bana. Dünyanın tüm mücevherlerini üzerinde toplayan bir aksesuar gibiydi gülüşü. O yaz akşamı, aynı suyun içinde birbirimizle göz göze geldiğimiz anda anladım. Benim kaderimde o vardı.

Günlerin birbirini kovaladığı o sıcak ve ne yazık ki çok çabuk geçen yaz mevsiminde günün büyük zamanı deniz, kum ve güneşten faydalanmak yerine onu takip etmekle geçiyordu. Hayır, kesinlikle hoşlandığı kadını gizli gizli takip eden saplantılı bir adam değildim; yani, henüz. fakat onu uzaktan izlemek bile başlı başına bir hobi olmuştu. Gözümün ona değdiği her yerde Notre dame de Paris müzikalinden belle çalıyor gibiydi.

Bir gün yazlık evlerin bulunduğu sokakların birinde arkadaşlarıyla yürürken gördüm onu, ellerinde market poşetleriyle evlerine gidiyorlardı. Etraftaki hanımeli kokularının sebebini sorsalar, o derdim. Güneş neden bu kadar parlak deseler, yine o derdim. Dünyada hemen hemen herkesi mutlu edecek tüm tabiat olaylarının tek müsebbibi oydu bence. Nasıl oldu bilmiyorum ama birden gözden kayboldular. Sonra aniden önüme çıktı. 'Bu yaptığın hoş değil' derken ellerini sırtında birleştirmiş bir o yana bir bu yana dönüyordu. 'Ben' diyebildim sadece, sonra da yutkundum. Tüm mücevherler yüzünde belirdi yine. Gözlerinin içindeki minik çakıl taşları engellenemez bir ivmeyle tüm vücuduma çarpıyordu sanki. Hala gülümsüyordu. 'Akşam benimle bir şeyler içmek ister misin?' dedim. 'Sanırım istemeliyim' dedi. ben 'istemezsem beni takip etmeye devam edeceksin. Bari dediğin olsun da düş yakamdan' dediğini duyar gibiydim.
Yine de saat kaçta onu alacağımı sorup, evini tarif etti.

Bir akşamın ne kadar uzun olabilirse bir o kadar da kısa olup bitebileceğini işte o zaman öğrendim. Uzun bir sohbetti bizimkisi. Hatta bir ara ellerin üşümüş senin deyip ellerime dokundu. gece serindi, ben de heyecanlıydım. ellerim buz kesmiş çok mu, diyemedim. Zihnimdeki bazı soruların cevaplarını söyleyerek, bazılarına da susarak cevap vermişti. Ben o akşam dünyanın en tatlı, en sevecen, en güzel ve zeki kadınıyla hayatıma devam etmeye karar vermiştim.

Tam iki ay boyunca tüm günlerimi onunla geçirdim. Buna izin vermesi bile ona aşık olmam için yeterdi. Tuhaftır seni seviyorum'u ilk, o söyledi.

Dondurma yerken bilerek burnunun ucuna dokundurması, kızınca büzüştürdüğü burnuna dayanılmaz bir cazibe katıyordu. hiperaktif olduğu için Yan yanayken bile bir o yana bir bu yana gider, ben düz yürürken o ters adımlarla yüzüme baka baka yola devam ederdi. Yüzündeki 'kahretsin çok güzelim ve sana aşığım' bakışı ömre bedeldi.

Onun yanında yaşlanmak mümkün değildi. Sanırım zamanı durduran kadını bulmuştum. Bulduğum en güzel şeyi de kaybetmek istemedim. Şehrine taşındım. iş buldum. Hatta inanılmazı başarıp para bile biriktirdim. Bir sabah işine gitmek için evden çıkarken karşısına dikilip 'evlen benimle' dedim. Atmak için çıkardığı çöp torbasına baktı, beresini düzeltti, omuz silkti ve 'neden olmasın?' dedi.

Şimdi karşımdaki bu halini hazmedemiyorum. Nedenler, nasıllar beynimde dönüp duruyor.

Halsiz görünüyor. Kanatları kırılmış bir kuşun gövdesine sahip. Ruhu, bilinmez bir yerlere savrulmuş gibi... yetemiyorum ona. Yetişemiyorum... bir erkeğin hissedebileceği en büyük çaresizlikle yaşıyorum.

Sağ tarafımdaki sehpanın üzerinde kırmızı şarap kadehi duruyor; hemen yanında da üç dört paket antibiyotik kutusu. Cevabını bildiğim için neden yaptın diyemiyorum ama bunu yaptığı için ona o kadar kızgınım ki... beni yalnız bırakabilmeyi nasıl düşündü? neden kendi canına kast etti? Onsuz yaşayamayacağımı bildiği için önce beni öldürmesi gerekmiyor muydu? içindeki o yaramaz kız çocuğunu ne zaman kaybetti? Neon renklerle boyalı ufku bu kadar çabuk mu karardı?

Kaç saat geçti bilmiyorum, uyandı. Gözlerini açıp odayı süzdükten sonra bakışlarını pencereye çevirdi. Yılın ilk karı yere pamuk yumuşaklığında yağmaya devam ediyordu. Pencereye koştu, ne olacağını anladım, canhiraş kalktım koltuğumdan. 'hayır! Hayır! hayır olmaz! şimdi yağamaz! diyerek ağlamaya başladı. Sımsıkı sarıldım. dizlerimizin üzerine düştük birlikte. durmaksızın 'hayır şimdi yağmamalı! o çok üşür, çok üşür! anlamıyor musun?' Diyor, yumrukları göğsümü dövüyordu. 'Geçecek bunlar. lütfen yapma bitanem, yanındayım' derken, ben de ağlıyordum.

Kar yağıyordu.
Usul usul.
Bembeyaz.
Tüm kötülüklerin üzerini örtüyordu.
sevdiğim kadın kollarımda hıçkırarak ağlıyordu.
Bir kaç gün önce intihara teşebbüs etmiş ama başarılı olamamıştı. Midesi yıkanmıştı ama ruhu zehirlenmişti bir kere.
Evin boğucu sessizliği yok olsun diye pink floyd'un comfortably numb şarkısı çalıyordu.

Kar yağıyordu.
Usul usul.
Bembeyaz.
Tüm mezarların üzerini örtüyordu.
Sevdiğim kadın kollarımda kendini ve beni mahvediyordu.

Kar, bir hafta önce doğum sırasında ölen oğlumun mezarına yağıyordu. Sevdiğim kadın ve ben yanıyorduk.