bugün

ilber ortatylının. isviçreye karşı kullanmamız gereken tek silah, mizahtır. adlı makalesinin 50 karaktere uydurulmuş halidir.

--spoiler--
isviçre’deki minare yasağı ile mücadele için sert üslup ya da kuvvet fayda etmez. Tek silah mizahtır; acımasızca alay etmek ve küçümsemek gerek

Şaşılacak tezattır ama yeryüzü tarihinde “alieni” diğerleri denen ve hele ayrı dini olan yabancıyı en geç tanıyan kıta, Alplerin kuzeyindeki Avrupa’dır. Aşağı yukarı miladın 5-6’ncı asrına kadar hemen hiçbir yabancı dinden grubu tanımazlar. Dinler arasında tanışma ve zaman zaman mevcut çatışmalara rağmen genelde bir uzlaşı ortamı Akdeniz’in doğusuna ve Ortadoğu havzasına ait bir aşamadır. Tanıdıkları Yahudileri de çok erken zamandan beri dışlamış, hatta katletmişlerdir. Yeni çağlarda Musevilere karşı en toleranslı diyebileceğimiz ingiltere, ilk önemli Yahudi katliamının yapıldığı adadır.

Almanya’da oran daha yüksek
islamiyet ise buraya ancak son asırlarda, hatta 150 senenin içinde yerleşen göçmen gruplar sayesinde girmiştir. Sorun bu: Milyonlarca Müslüman denizaşırı kolonilerden eski sömürgeci anavatanın metropollerine göç edince tahammül edilmez olarak algılanıyor.
Paralel bir gelişme Fransa, Almanya ve hatta şimdi ispanya’da olduğu gibi küçük grupların islamiyet’i kabul etmesidir. Hatta bunların içinde dedesi Haçlı seferlerine katıldığı sabit olan şövalye torunları bile vardır. Ama unutmayalım; oluşum çok gençtir ve Avrupa kıtası Akdeniz kıyıları, hele hele Ortadoğu gibi başka dinden insanlara, zümrelere alışık değildir.
isviçreliler geçen hafta bir referandumla minareleri yasakladı. Bu minarelerde zaten gürültü kurallarına girdiği için beş vakit ezan hoparlörle okunmuyor. Referandum yapıp olumsuz kanaatlerini yüzde 52 ile açıkladıkları için isviçrelilere hücum ediyoruz ama güvenilir teknisyenlerin yaptıkları anketler bu oranın mesela Almanya’da daha yüksek olabileceğini gösteriyor.
Avrupa’nın teorik renkliliği maalesef tarihsel ve sosyolojik gerçeğini kapsamıyor. insanlar yabancıya alışık değil. Bu durumu eğitimsizlikle de açıklayamazsınız, eğitim düzeyi iki asırdır ortalamanın üstünde. Şayet mesele islam’ın tanınması ise isviçre toplumunda bir tasavvuf uzmanı olan Fritz Meyer gibi en azından yarım düzine islam dini ve medeniyeti uzmanının ismini sayabiliriz.

O kadar kitap fayda etmiyor
Kaldı ki isviçre’nin kültür alanı Almanya, Avusturya ve Fransa’yı kapsar. Şark milletlerinin dini ve tarihi üzerindeki en zengin ilmi edebiyat ve orijinal eserlerin çevirisi buralardadır. Her kitapçıda islam üzerine en pratiğinden en uzman işine kadar birçok kitap görürsünüz. Faydasız!
Durumu bilmek, fazla gürültü çıkarmadan dışarıdaki diasporamızı bilinçlendirmek, benzer referandumları bizde yapmamak ve yapılmaması için elalemin dinini ve dilini öğrenmek tek çare. Batı Avrupa dünyası ile çatışmanın sert bir üslup ya da kuvvete dayanmasının hiçbir kıymeti olmaz. Mizahtan başka hiçbir silah yoktur; acımasızca alay etmek ve küçümsemek gerek. Çünkü küçük burjuva denen geniş kitle tarihte sıkça görüldüğü gibi çok tatsız eylemlere girişebilir.

1930’ların sonunda 13 yaşında bir çocuk Cerrahpaşa’da Avret Pazarı denen mevkide mahalle halkına taştan örme veya mermerle kaplı bir kaide sorar. Nasıl bir şey olacağını tarif eder, “Gördünüz mü” der? Aradığı, eski Konstantinpolis’in “Arcadius” sütununun kaidesidir. Çok genç yaşta elinde not defterleriyle o zamanın istanbul’unu adımlamakta ve eserleri tespit etmektedir.
Bugün yok olan birçok abide hakkındaki bilgimizi bu çocuğun gayretine borçluyuz. Mahalle halkından bazıları bir derme çatma ev ile örtülmüş sütun kaidesini gösterir. Bizans istanbulu’nun iki ana arterinden birinin üzerindeki sütun ve meydan böylece ortaya çıkmıştır.
ismi geçen çocuk Semavi Eyice’dir; çok genç yaşlarından beri değil çocukluğundan beri bu beldenin güzelliğine ve sihrine kapılmış ve hayatını adamıştır. Galatasaraylıdır, Fransızca bilir ama yüksek öğrenim için Paris’i değil, Viyana’nın ve Berlin’in soğuk zahmetli ortamını tercih eder. Daha iyi öğreneceğine inanır ve harp yıllarında eğitimi için gider.
Avrupa harbi ve bombardıman dolayısıyla tahsili istanbul Üniversitesi’ne kaydırılmıştır, en iyisini yapar. Üstelik imparatorlukların tarihini sadece istanbul’da değil Karadeniz kıyılarında, Toros dağlarında, Karaman yöresinde bitmeyen uzun yürüyüşlerle tespit eder. Bugün Toroslardaki birçok Bizans beylikler dönemi eserlerini, Karamanlı Türk Hıristiyanların mezar ve kilise kalıntılarının kaydını ona borçluyuz. O herkesin hocası ve bu memleket tarihinin ünlü ustasıdır.
Hayatı boyunca kazancını eğitim gezilerine ve kitaplarına harcadı. Bugün üniversitelerimizde dahi bulunmayan sanat tarihi kitaplığını istanbul Araştırmaları Enstitüsü’ne vermiştir. Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği Bizans sanatçısıdır ve bu dalı hem bu memlekette, hem de dünyada temsil etmektedir.
9 Aralık Çarşamba gecesi bir tören yapılacak. Bu müstesna günde kendisine şükran plaketi sunmayı bir borç biliyoruz.

Türk-italyan Üniversitesi bir zenginliktir
Çarşamba günkü oturumunda TBMM, Türk-italyan üniversitesinin kuruluş kanununu kabul etti. Meclis oturumlarını televizyondan takip ettim. Muhalefet, özellikle MHP grubu karşı çıktı. Maalesef içeriği fakir ve hazırlıksız konuşmalardı, hata ettiler. Türkiye’de akademik bünyenin vahameti ve Avrupa üniversitelerinin durumu ciddi olarak ele alınmalı. Birtakım taşra kentlerinde üniversiteler kurulmakla bu iş halledilmeyecek.

Küreselleşme sadece Amerika ile olmaz
Türkiye’nin yetiştirdiği değerlerden rahmetli büyükelçi Coşkun Kırca ve onun yakın arkadaşı Galatasaraylılar, Fransa ile bir üniversite kurmak konusunda anlaştılar ve kanun metnini Kırca kaleme aldı. Bir ustalık eseridir. Kırca, Fransız üniversitelerinin en büyük zaafını Galatasaray’da önlemek için sınırlı öğrenci kontenjanı getirmiş ve bunu gerek ikili anlaşmada gerekse kanun metninde kesin hükme bağlamıştı. Kurulacak italyan üniversitesinin de az sayıda öğrencisi olması gerekir. Yani bu bir butik üniversite olmalıdır. italyan profesörlerin mutlaka getirilmesine dikkat edilmelidir.
Bundan başka; Türkiye üniversitelerinin Atatürk’le başlayan ama maalesef devam edemedikleri yani kırılmaya uğrayan beşeri bilimler, filoloji ve tarih geleneğinin bu sayede yeniden canlandırılması umulur. Zira italyan akademik bünyesi; italya tarihi, klasik diller, hukuk, arkeoloji, sanat tarihi, güzel sanatlar gibi dallarda başarılı eğitim getirebilecek durumdadır. italyan dili ve tarihi bizim için fevkalade önemlidir. Tekrar edelim Selçuklu, Osmanlı tarihinin iyi anlaşılması için italyan arşivleri ve kaynakları bizim için birinci derecede önemlidir ve ancak bu dalda yetiştirilecek uzmanlar sayesinde araştırılabilir.
Globalizasyon (küreselleşme) dediğimiz değişim şuursuzca Anglo-Sakson, daha doğrusu sadece Amerikan etkisiyle olmamalıdır. Zamanımızın vahim gelişmeleri karşısında kültürel ulusçuluğun akıllı seçimler yapıp stratejiler geliştirmesi gerekir. Anglo-Saksonlara karşı Fransızca ve italyanca gibi kültürleri, daha doğrusu dilleri tanımak hem bir zenginlik hem de bir denge yaratır. Bizim Galatasaray Üniversitesi deneyimi buna delildir. Öğrencisi ingilizce eğitim yapan üniversitelerdekilerin aksine Türkçeyi de iyi biliyor. Bir kurumu tenkit ederken bu gibi mukayeseleri yapmış olmak gerekir.
Şahsen italyan üniversitesinin iyi kurulabilirse italyan tarihçiliğini, dilciliğini, restorasyonunu ve hukukçuluğunu Türkiye’ye bir zenginlik olarak sunacağına inanıyoruz. Karşı çıkmamalı, aksine iyisini yapmak için çaba göstermelidir.

--spoiler--
ilber Ortaylı haklıdır, Danimarka'da çizilen küstah ve alaycı karikatürlerin yankısı hala bitmedi. Bizim neyimiz eksik, biz de alay ederek dünyanın en güçlü silahını kullanmalıyız. Karikatür fikri süper.