bugün

http://safakavi.blogspot.com/ 'da bugün rastladığım übermensch süpersonik hikaye, eleman imam adnan sokağa salmış zombileri. bugün farklı mı orası? *
şu şekilde başlayan süpersonik übermensch bir hikaye;
karanlığın beşiğinde beş kişilik aç bir grup koşuyordu kuzey yönünden. nöbetçilerin açtığı ateşten hiç biri yara almamıştı. kurşunlar bu beşinin arasından aktı gitti. böylece geçildi ilk anons ancak daha güçlü bir uyarıya ihtiyaç vardı. bu seferkiler pek yaman geliyordu. binaların arasına zillerle kurulmuş olan acil uyarı sisteminin çalıştırılmasıyla bütün istiklal çınlıyordu artık. ziller sadece kalabalık ihlaller olduğunda çalardı.

imam adnan sokağın alt tarafından insanüstü koşan beş azman geliyordu. şanssızdılar çünkü burası bir tuzak bölgesiydi. ilk çapraz ateşle eski cümbüşlü günleri andırırcasına parladı sokak kısa bir an için, tabi hastalıklılar için böyle söylenemezdi. tellere yakalanmış hayvanlar gibi kesiliverdi iki tanesi, kurşunların parlattığı aydınlık sönerken. kalan üçü koşmaya devam etti istiklal yönünde. can havliyle hızları arttı ama şansları değil, ikinci sıradaki çapraz ateş başlamıştı. kafa, diz ya da göğüs fark etmiyordu, her yerden vuruldular, kesilip düştüler, biri hariç.

nöbetçiler de tuzak kuranlar da yüksek yerlerden ateş ettiler. nöbetçiler iki katlı bir binanın çatı katındayken çapraz ateşçiler daha yüksek binaların ikinci katlarındaydılar. bu şekilde dört yaratığı tereyağından kıl çeker gibi haklamışlardı. sonuncusu belirgin bir şekilde daha iri ve adaleliydi, kafası daha büyüktü, gözleri ise daha kızıl parlıyordu. saçları daha uzun ve dağınıktı. yüzünden ve çığlıklarından yaralı olduğunu anlardınız, diğerleriyle ortak yönü ise zaman zaman ayak niyetine kullandığı iki eliydi.
devamı şöyledir;
uzun namlulu silahların mekanik aydınlığı sönerken yaralı, istiklal caddesine doğru can havliyle kaçıyordu, buna izin vermeleri mümkün değildi. bir kaçağı sağ bırakmak bütün bir topluluğu ölümle ve daha beter sonuçlarla tehdit etmektir.

ezberledikleri bir el çabukluğuyla barikatları indirdiler. kapıları açıp kaparken çıkardıkları ‘klik’ sesleri mermi sürercesine çınlıyordu. bu an hem defalarca denenmiş hem de organize bir şekilde yaşanırken bir sonraki aşamaya geçtiler. hızlıydılar ama koşmaları dengeliydi, aceleleri yoktu, güvenleri tamdı, ne de olsa o kadar yara almış bir şeyin fazla şansı yoktu. avlarını önce orta sonra hafif tempoda takip ettiler, böylece silahlarının ağırlığı onlara yük olmadı. hayvan hala görünürde olmasa da koşarken şaplayan eli ve inlemeleri avcılık güdüsü sayesinde onun yerini tahmin ettiriyordu. daha fazla dayanamayarak (çaresizlik içinde) devrik bir çöp konteynırına yöneldi. ağzı sokağa bakan konteynır, bir köşesi duvara bitişik devrildiğinden ‘v’ oluşturuyordu. dayanamadı istiklale çıkacak kadar ve bu v’nin ardına saklandı. şimdi dört avcıya düşen son vuruşu yapmaktı.
sonrası şöyle gelişmiştir;
ikisi önde ikisi arkada konumlanmışken takım lideri ‘çevirme’ anlamında bir komut verdi sağ eliyle, buna göre onu takip eden diğer avcılar sağdan sola yerleşecek ve ateş emrini bekleyecekti. lider ise pusuya düşmüş avına son vuruşu yapmak üzere korunağın açık tarafına yaklaşıyordu. diğerleri henüz pozisyon almamışken bir avcı fırlayıverdi arka sıradan, kaygısız adımlarla kapalı ağza doğru yaklaşıyordu. arkasında bıraktığı iki avcı buna anlam veremezken lider başka bir yöne odaklıydı. o, rahat adımlarla yaklaşıyor ve nişan alıyordu, bu ufak hareket değişiminin liderin gözünden kaçması mümkün değildi. onun görme kadrajına nişan almak üzere yükselen bir tüfek girmişti son anda, fakat ne yapabilirdi? deli adam umursamazca gönderiyordu kurşunları teker teker, konteynırın demirini geçer geçmez yaralı bedeni buluyordu bu kurşunlar. onun çığlıkları deliyi yüksek kahkahalara boğuyordu, kendinden çok emindi. tabi böyle anlarda yaşama güdüsünün yaptırabilecekleri hep sürpriz olmuştur. biz yaşayanlar hangi türe mensup olursak olalım, hatta türsüz bile olsak buradan ayrılmamak için mucizelere imza atarız her nedense. o da farklı davranmamış olacak ki son enerjisini topladı ve barajı yıkıp geçen sular gibi bırakıverdi onu. tüm gücüyle ittirdiği devrik çöp kutusu liderin olduğu yöne gitti sürtünerek, bu onu(lideri) biraz bocalatacaktı. hayvan önce bir çığlık fırlattı gökyüzüne, bu seferki meydan okumak içindi. uzun süreli kaçışında ilk defa bu kadar dik duruyordu. tabi bizim kaygısız deli önce afallamıştı, bu esnada hayvan ilk adımını attı. i̇kinci adımın atarken o korkuyla tetiğe bastığından tek bir kurşun atabildi. göğsünden vurulsa da daha da öfkelenmişti. i̇şte böyle anlarda bir hastalıklıyla bir avcının farkı kalmaz, davranışlar ve öfkeler benzerdir hep. avcıya göre daha iri olduğundan onu kolayca yakaladı ve boynundan ısırdı. onu itip geride bıraktığı avcılara saldırıyordu şimdi, ikinci sıradaki üç dört el kapalı emniyetle ateş etmeye çalıştı korkudan. yaratık elinin dışıyla sert bir vuruş yaptı ve tüfeği fırlatıverdi, sıra bedene saldırmak üzere gerilmeye gelmişken bocalayan lider toparlandığını hissettiriyordu. teker teker ve ağırlıklı olarak göğüse düzgün atışlar yaptı. bu sayede vurmak üzere gerileyen yaratık dengesini yitirdi. sol taraftan lider saldırırken geride kalan son avcı( normal sırada delinin hizasındaydı) da cesaretlenmişti, o da sıralamaya başladı. başlangıçta ard arda atıyordu ama dördüncü atıştan sonra teker teker atmaya başladı. vahşi, kaybettiği dengesini tekrar sağlaymadı, çapraz ateşin içine düşmüştü. önce lider kesti ateş etmeyi, çünkü artık emindi onu kafasından vurmuştu. kafasından böylesine bir yara alan hiçbir canlı hayatta kalamaz. onlar gelişmiş bir kuduz mikrobu yüzünden insani yanlarını kaybettiler, beyinleri bu mikrobun kontrolünde olduğundan düşünemiyor, bizim gibi davranamıyorlar. hayvan taraflarının güçlü olması onlara insanüstü bir enerji veriyor. daha çevik ve daha güçlü olsalar da ölümsüz değiller. bununla birlikte ilkel davranışları mevcut, bir liderin etrafında hareket edebiliyorlar. lanetliler hakkında verdiğimiz kısa bilginin ardından hikayemize dönelim.

hayvan kısık kısık inlerken lider bekletmeden yanına yaklaştı, bir metre öteden nişan aldı ve kurşun sesinin ardından son inlemeyi dinletip nokta koydu. göğsünün devrilmesinin çıkardığı şaplak son ses oldu. bu kadar hızlı gerçekleşen infazın sebebi belliydi, şimdi herkes için zor kısım başlıyordu; test edileceklerdi.

bekletmeden açtı çantasını ve deney setini çıkarıverdi, yapılacak şey belliydi; kanlarından alınan bir damla örneği camdan bir zemine damlatacak ardından üzerine damlatacağı sıvının renginin değişip değişmediğini kontrol edecekti. eğer kanınız yeşile dönerse 72 saatiniz var demektir. tabi bu 72 saatten daha uzun süren bir 7 saniyeyi aşmanız gerekir önce, o anda nasıl nefes alır insan ya da ne geçirir aklından? yaşamayan bilemez her halde. aslında kimin hastalıklı olacağı tahmin ediliyordu, kaptan da buna göre bir sıralamaya başlayacaktı.

şanssız çocuk 1,60 boylarında olmakla beraber yakışıklıydı da, bunu yeşil gözlerinden ve önleri açılmış da olsa sarı saçlarından anlardınız. ama onun şeytan tüyü yüzündeydi, sevimli suratı ne yaparsa yapsın dövemeyeceğiniz bir çocuğa benziyordu. her erkek avcı gibi kirli sakalla gezerdi, böylesine bebek bir suratla kirli sakal bırakmak görenlere ‘ulan utanmadan sakal bırakmış kerata’ dedirtip tebessüm ettirirdi herhalde. kadınlar konusundaki şansından hiç bahsetmiyorum ama bu şansın temeli erkeksilik olamazdı çünkü bir erkekten çok çocuğu andırıyordu. genellikle erkeksi görünmeye çalışsa da bu onu daha sevimli yapardı, muhtemelen kadınların anaç tarafına yani merhametine hitabediyordu. tabi bütün bu özelliklerine deliliğini eklemeden geçemeyiz, bir aslanın ağzına kafasını sokup sonra kahkahalara boğulacak tipten birisiydi. eziyet etmeyi de severdi, eğer bir açığınızı yakalarsa sizi delirtirdi. tabi bütün bu deliliğin katlanmasında her an yakalanıp canlı canlı yenme korkusu da vardır. bilirsiniz alışılmış korku ve baskıdan delice kahkahalara ve umursamazlığa sığınır insan.
ve söyle biter;
tabi ki ilk test edilen bizim yakışıklı deli oldu, kaptanın gözünden hiçbir şey kaçmazdı. onun yara aldığını görmüştü ve boynundan akan kanlardan da belliydi. elleri titreye titreye kanının alınmasına izin verdi, sonuç belliydi aslında. herkes biliyordu. o yedi saniye dolup kızıl yeşile dönünce yeşil gözlerini kocaman açıp aşağıdan baktı kaptana ‘şimdi ne olacak bana dercesine’. bu bakış en katı kalplileri dahi rahatsız ederdi, içlerinde bi şeyi cız ettirirdi. nitekim benim gibi biri dahi kısa bir anlığına da olsa merhamete düşmüştür. kaptana da öyle oldu ancak yasa belliydi. tabi ki hiç kimse bunun farkında değildi ve onun için de öyle büyük bir vurgun değildi, sadece bir anlık bir hüzün. ne demiştik; yasa… kanına hastalık bulaşmış birisinin 72 saati vardır dönüşüm için, yani 72 saatin sonunda saldırganlık belirtileri başlar. siz şehirlerinde güven içinde oturan mantıklı insanlara göre onun daha yaşayacak üç günü vardır. hayır, çünkü sınırlı zamanı kalmış bir insana güven olmaz; ortadan kaybolabilir ve yarasını gizleyebilir, cinsel ilişkiye girebilir, kaza sonucu birine kanını bulaştırabilir ya da bilerek bir hasmına hastalık bulaştırabilir. inanması güç olsa da bunlar ve hatta başka şeyler hep ihtimal dahilindedir. habis yaratılışlı insan, ruhunun karanlık tarafının ay doğduğunda gösterir ama gün ışığında her şey tıkırındadır. bütün bunları gözeten topluluk yasası yaralının hemen oracıkta öldürülmesini buyurmuştur ve infazı kaptan yönetir. eğer kaptan yara almışsa kendini öldürmekle yükümlüdür.

yakışıklı deli dizlerinin üstüne doğru devrildi yavaşça, gözlerine yaşlar dolmaya başlamıştı. tahmin edersiniz ki ölümü soğukkanlılıkla karşılayacak biri değildir o. işte bu esnada olacakları tahmin eden kaptan başını hafifçe sağ yana atarak bir ‘yapın’ komutu verdi. bu komut infaz için değildi. aralarından bir avcı kardeşini korumak için silahına davranmak üzereydi çünkü diğer iki adam onu kollarından kavrayıverdi anında. kaptan diz çökmüş kurbanıyla karşı karşıyaydı artık. yakarışlar inletiyordu bütün sokağı baştanbaşa, burada sadece ses yoktu. onun gırtlağından çıkan bağırışları tüm vücudunuzla hissederdiniz. keskin mavi gözleri yaşlarla dolmuştu. ölmek üzere olanın aksine uzun boylu olduğundan bir ara kolunda iki adamla yürüyecek oldu ancak bir iki adım gidebildi. kaptan bu merasimi uzatmak niyetinde değildi ve belinden ‘gümüş kartal’ adını verdiği tabancasını çıkardı, kurbanı çıkmayan sesiyle bi şeyler söylemeye çalışırken. alnına dayadı ve ateşledi tereddütsüz, oraya yığılıverdi cansız beden. o kurşun sesi gözü yaşlı abiyi susturabilirdi ancak, hayatı bu sesle ikiye bölünmüştü. bir defa daha yakaracaktı ki kaptanın tokadı indi birdenbire ve sesi soluğu kesildi. çaresizce teslim oldu yer çekimine. onun keskin mavi gözlerindeki hayat sönerken dumanlar aya yükseliyordu ağır ağır. hayır, bu ne bir cenaze ne de bir dini törendi. salgın riskini ortadan kaldırmak için ölüleri ateşle yıkarlardı, tabi buruk bir abi için bir cenaze durgunluğunda geçiyordu tüm bu anlar. her şeyin anlık yaşandığı karanlık bir dünyada beklemeye yer olmadığından diğerleri de sırayla test edildiler, zan altında olan tek kişi tüfeğini elinden düşürmüş olandı. sadece onun için sancılı geçti yedi saniye ve en son kaptan teste girdi. kaptan çantasını toplarken herkes yavaşça geri dönmeye başlamıştı, geride iki ölü ve bir devrik kardeş bırakıldı. dumanlar yeryüzünü terk edip istiklal semalarına yükselirken onlar da gitgide küçülüyordu.
devamı için:http://safakavi.blogspot.com