bugün

s harfi ters yazılı, istanbul temalı fotografların arka fonundaki yazı.
bir sezen aksu şarkısı.

Bir eski resim duvarda
Belki beti belki Pola
Markizde oturmuş sakin
Seyrediyor zamanı gözlerinde tozlarla
Ah bu ne sevgi bu ne ızdırap
Bu şarkıyla gönlüm ne harap
Al al olmuş gül yanaklarımız
Bu mahcup bu eda bu hal
Bir mısra gibi ağzınız
Dillenmemiş dinlenmemiş bakire aşklarda
Günlerden güz mevsim sepya
Bir tüy kalemle yazılmış bekler
Bir hayat daha olmalı der gibi
Kahverengi tonlarda uykularda
istanbul hatırası
Bir yerinde altın yaldızlı tarih ve yazı
(bkz: crossing the bridge the sound of istanbul)
yeni düzenlemesi harika olmuş sezen aksu eseri.
http://www.youtube.com/watch?v=owamN28fn9U
beşiktaş'ın, fenerbahçe'yi şükrü saraçoğlu stadı'nda 3-4 mağlup etmesinin bir zuhurudur.
(bkz: istanbul nerde)
(bkz: gösterelim anam)
(bkz: 34)
(bkz: istanbul un il trafik kodu)
fatih akın'ın aynı adlı filminde sezen aksu tarafından yapılan kapanış parçası.
(bkz: istanbul haritası)
sezen aksu söylüyor adlı 1989 senesinde çıkan, ve de her daim sezen aksu'nun en iyi albümü olduğuna kanaat getirdiğim albümündeki düzenlemesi ile, her daim daha da vurucu, can yakıcı olan, mükemmelden de öte bir parça.

en 'şen şakrakım, hareketliyim' diyen adamı bile hak yoluna getirebilir, anında gözlerden yaşları bilinmedik, sürüklenmeyen bir yere bırakabilir, geri dönmemecesine...

(bkz: sezen aksu)
(bkz: aysel gürel)
(bkz: arto tunçboyacıyan)
(bkz: sezen aksu söylüyor)
sokaklarda gezen birbirinden şık ve eğitimli kadınlar 60, 70 yaşındakiler için güzel birer hatıradır, şimdilerde sokaklarda ilkokula bile gönderilmemiş (!) ninjalar dolaşıyor.
acilen çektirin hemen zira başı açık kadınlar, askılı bayanlar, kaprili erkeklre varken, kadınlarla erkekler aynı yerlerde bulunurken çekebileceğiniz son resimlerden olabilir. ayrıca evet bundanım:
(bkz: türkiyeye şeriat gelecek sananlar)
yeni bir yazar.

(bkz: hoş geldiniz)
uludağ ülkesine ışık saçan, sözlükteki beyinleri aydınlatan güneş tanrı şamaş.
sinema filmi diye vcd'si alınan, ancak öyle olmadığı anlaşıldıktan sonra dahi başından kalkılamayan, bir alman müzisyenin (bkz: Alex Hacke) istanbul'da ünlü müzisyenler (Baba Zula, Replikas, Ceza, Mercan Dede, Selim Sesler, Orhan Gencebay, Müzeyyen Senar, ve tabii ki Sezen Aksu) ile yaptığı röportajlar ve müziklerinden örneklemeler içeren harika bir fatih akın belgeseli.
farklı bir göz ile türk müziği ve elbette istanbul.
müzik ve istanbul severlerin kaçırmaması gereken bişi.
minik serçe' nin hipnotik bir şarkısıdır. öyle bir şarkı ki, bir hayat daha olmalı der gibi kahverengi tonlarda, uykularda. ve dillenmemiş dinlenmemiş bakire aşkları hatırlatıp kalbi sızlatan...duvara o eski resimleri mıhlayan...
(bkz: sepya)
kayahan' in eski, guzel bir sarkisidir. ahanda sozleri;

bir gün hatırlıyorum
hayal meyal uzakta
bir gün
bir gün hatırlıyorum
sen ve ben istanbul' da
merhaba derken istanbul
bir vapur çığlığında
sen ve ben
seven ve sevilen
istanbul o en güzel
bir deniz sakin sessiz
karşıda gülümserken
bir gün
öyle bir gündü o benzeri yaşanmamış
öyle mutluydum ki
istanbul' da ben
öyle mutluydum ki
istanbul' da ben
istanbul' da bir güzel
istanbul kadar güzel...
kayahan'ın 1977'deki 45'liğiyle 1981'deki canım sıkılıyor canım ve 1991'deki yemin ettim albümlerinde yer almış şarkıdır.
belgesel tarzı olan bu eser istanbul un sanatçılarıyla(yeraltı ve yer üstü) konusarak istanbul anlaması, anlatması. siya siyabend in olduğu bölümler, müzeyyen senar ın rakı içişi ve orhan gencebay ın stüdyo çalışmalarında ki müzisyenlerinin titizliği akılda kalan mütiş sahnelerdir.
an itibariyle okumaya başlayacağım, ahmet ümit'in polisiye türündeki yeni romanı.
Sorun şu. Yaşadığımız coğrafyayla ilgilenmiyoruz. körler Ülkesi'nden, karşıdaki kartal başının nasıl göründüğü bizi ilgilendirmiyor çok. istanbul'a ismini veren adamların kim olduğunu iplemiyoruz...
Byzas'tan Fatih'e kadar uzanan büyük metrajlı tarihi ölçecek bir mezurayı nerede buluruz takmıyoruz kafaya. manifaturacılar lan, bu ülkeye, bu kente, bu insan vitrinine el emeği estetik taşıyan esnaf tayfası nereye gitti; umrumuzda bile değil...
Sorun şu, hatıraları da hayatı da kenti de insanı da kaleme alan bir tarih var. Hasbelkader gelirse ayağımıza "Vay ulan arkadaş, nasıl bir düzenek bu?" diye kısa ömürlü bir ürperti yaşıyoruz. O kadar...
Sorun şu. Lüferin bile bir hafızası var, 15 saniyede bir de olsa şaşırıyor. Peki ya biz? sorun büyük arkadaş...
meselemizi hatırlattığı için Ahmet ümit'e bir selam çakıyorum...
ha, ne, kim, Ahmet neydi?
ah ulan be arkadaş...
niyeyse çekilen bu istanbul hatırası fotograflarının geri planında yazan yazının r harfi ters olur..
ibb şehir tiyatrolarında sergilenen müzikli oyun. Eski istanbul'da yaşanan kırık bir aşk hikayesini anlatan oyun.
Ahmet ümit'in haziran 2010 çıkışlı kitabının adı.
ahmet ümit'in haziran ayında yayımlanmış kitabıdır.polisiye tarzındaki yazılan kitabın konusu istanbul'da 7 gün içinde, istanbul'un her biri farklı bir hikayeye, farklı bir hükümdara uzanan anıtsal bölgelerinde avuçlarında o dönemin hükümdarına ait sikkeler bırakılmış cesetler bulunmaktadır.cinayet masası komiserlerinin bu cinayetleri çözme aşamaları, bulguları, her cesetle tarihin biraz daha içine hapsolmaları, çoğu zaman kaybolmaları, ama yine aynı tarihten yararlanarak katillere ulaşmaya çalışmaları anlatıyor.kitabın kaba özeti bu şekilde.ama okunduğunda görülecek olan şey şudur ki; yazar ne sizden bu cinayetlerin sorumlusu katili bulmanızı, ne de polisiye bir heyecanla bu heyecana katılmanızı istiyor.kitap daha çok sizi istanbul'u vicdanınızla dinleyin, bir durun ve söylediklerine kulak verin, istanbul can çekişiyor demeye çağırıyor sanki.çünkü tarihle günümüzün harmanlandığı kurguda her padişahla, her savaşla, her dönemle,her dönemin bir anıtıyla, kültürüyle, camisiyle,türbesiyle, sarayıyla, surlarıyla, sarnıcıyla tanıştırdığında cahilliğimizi, duyarsızlığımızı yüzümüze vuruyor adeta.belki de sırf bu duygu altında ben okurken katil hiç çıkmasın ortaya, devam etsin davasına, şaşırtmaya, bize belki de can alarak,istanbul'a can bağışlasın istedim.
güzel kurgulanmış, harmanlanmış bir kitaptı.belki de tek rahatsız edecek konu fazla mesaj kaygısı içinde kaleme alınmış olmasıydı.neden bilmiyorum ama okurken bir kaç kez dan brown etkisinde kalınmış gibi hissettim.ama bir yandan da mesaj bize bas bas bağırılmazsa, gözümüzü gözümüze sokulmazsa onu anlamayacak, yanlış yorumlayacak ya da görmezden gelineceği korkusu da oldukça geçerli bir neden.
ahmet ümitin, 10 yıl üzerinde çalıştığı, muhteşeme yakın kitabı.