bugün

0:00 0:04
ütopyacılık olarak adlandırılan işlerde hep en önde gelir bu tipler.

edward h. carr bunların görüşlerinin gerçek dışı olduğunu döne döne söylemiştir. (twenty years crisis kitabında)
ki realistler bana göre haklıdırlar da. öncelikle elimizde olan problemleri çözmeliyiz. ancak idealistler öyle aptalca çözümler sunmuşlardır ki oturup ağlamalıktır.

düşünün ki bir problemimiz olsun "insanlar uçamıyor" tamam bunu realist olarak kabul ediyoruz.
peki idealistler ne diyor " kanatlanıp uçacağız!" siktir ordan orospu çocuğu seni. uçacakmış babababa.

uçak yapıp uçalım, helikopterle uçalım deseler zaten kimse laf etmeyecek.

neyse susuyorum, bunlar hep ui disiplininde teorilerle kafayı bozmamdan kaynaklanıyor.

imza:geleceğin ideoloği inş. bb
"Ne var ki her yandan "düşünmeyin! aklınızı kullanmayın!" diye bağırıldığını işitiyorum. Subay, "Düşünme, eğitimini yap!", maliyeci "düşünme, vergini öde!", din adamı "düşünme, inan!" diyorlar." cümlelerini söyleyen felsefeci.
https://www.idefix.com/Yazar/immanuel-kant/s=261401
felsefesine temel oluşturmak için tanrı varmış gibi davranmak zorunda kalmıştır. Kantın yaptığı sağlam olmayan bir temelin üzerine altınlarla bezeli süslü bir saray kurmak gibidir.
Nietzsche’nin hiç haz etmediği feylesof. Kendi deyişiyle; Königsbergli Çinli.
enteresandır ki şöyle söylemiştir:

"varlık gerçek bir yüklem değildir. yani herhangi bir şeyin kavramına katılabilir bir kavramı değildir. o sadece bir şeyin ya da belli kendinde belirlenimlerin konumudur."

kant'ı okurken nerede varlık geçerse orada asla varlıktan bahsedilmez. Çünkü kant için varlık, bütün ontolojiden ve hatta batı metafiziğindeki varlık anlayışından çok farklı olarak -bir miktar descartes temelli- bir konumdur. Bunun ne kadar ihmalkar bir tavır olduğunu nietzsche ve heidegger'den okuyabilirsiniz.

ayrıca kant'ın anlaşılması yönündeki temel güçlük kendi zorluğundan değil sentezci tavrından ötürü terminolojik bağlam gözetiminin karmaşasından. Bu yüzden kant'ı okurken hem maddeci hem idealist hem de skeptik felsefe gayet iyi özümsenmiş olmasıdır. Ayrıca onun iq.
Alman felsefesinin kurucularından biri olan filozof. evet.
alman felsefesinin önemli isimlerinden biridir. evet.
bir aşkım kapışmak değil. kimse kusura bakmasın.
Bir nesil bu kadını izleyerek büyüdü.
immanuel tolstoyovski.
Kant, saf aklın eleştirisinde objektif bir metafizik yapılamayacağını söyler. Buradan tanrı vardır önermesi ile tanrı yoktur önermesi arasında epistemik bir sahihlik olmadığını ve bunların deneyimleyemediğimiz transandantal metafizik önermeler olduğunu söyler. Ve objektif bir metafiziğin olamayacağını söyler dediğim gibi. Fakat Pratik aklın eleştirisi kitabında, Tanrı'nın ameli akıl ile bilinebileceğini söyler Kant. Ve ahlak argümanı dediğimiz teolojik bir kanıtı önerir.
Kant'ın ratio zemininde tanrı hakkında konuşmanın imkansızlığını belirttiğini biliyoruz. Kant'a göre ahlak nesneldir. Kant'ın kategorilerinde ahlak, aklın bir kategorisidir. Ahlaklılıktan kasıt, mutlu olmayı dilemektir. Mutluluk bir ilerleme ve süreklilik işidir. Ve bu manevi bir realitedir. Bu süreklilik, sürekli ahlaki olarak gelişme temayülü demektir.
Bu argümana göre:

1) Ahlaka, ahlaklılığa dair temel olan vicdan sadece Tanrının sesi olarak açıklanabilir
2) Ödev, doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet gibi ahlaki terimleri ancak Tanrının iradesiyle açıklayabiliriz.
3) Ahlaklılık, bağlayıcı gücünü Tanrı tarafından verilen ödül ve cezalardan alır
4) Ahlaki değer ve kişisel mutluluk arasında bir bağlantı olmasının aklın talebi olduğu dikkate alınırsa ahlaki faillerin Tanrıyı kabul etmeleri makul ve rasyonel bir şeydir.

Şimdi hemen "eee ateist de ahlaklı bak hedehödö" diye atlamayın. Soru bu değil. Soru ahlaki bir fail olan insanın bu ahlaklılığın menşeinin Tanrı olduğunu kabul etmesi gerektiği. Neden? Çünkü Tanrı kavramının ortadan kaldırıldığı bir dünyada ahlak subjektiftir. Kant'ın tersine düşünürsek iyi kötü kavramlarını irdeleyelim:
Biz, bir insanı öldürme fiiline kötü diyoruz genel olarak. Ve buna cinayet/canilik adını veriyoruz. Ama elimizi yıkadığımız zaman bakterileri öldürüyoruz ve bu öldürme fiiline iyi diyoruz ve bunun adına temizlik diyoruz. Buradaki öldürme fiilinin iyi veya kötü olduğunun evrensel yorumu insan subjektivitesi ile açıklanamaz. He ne dersin bu subjektif ahlak ile?
Wittgenstien gibi dersin: Bir insanı öldürmek ile taşın düşmesi arasında hiçbir fark yoktur der kendisi. Ya da şey der; Küçük bir kıza tecavüz etmenin yanlış olduğunu söyleyenler 2+2=5 demiş gibi yanılıyorlardır der.( aslında yanılmıyordur) yani ahlak dediğimiz olay subjektif olur ise tecavüz, öldürme, pedofili, kelle alma, rüşvet, yolsuzluk Vs Vs bütün bu eylemler kötü değildir. ( aslında kötüdür) Neden? E çünkü subjektif ahlak adı üstünde. Tanrı'nın olmadığı bir yerde koyutlayıcı bir ahlaktan bahsemezsiniz. Kant, bundan dolayı ahlak yasasına evrenseldir der.

Aktüel olana bağlarsam:
ibadet mefhumunun "mistik tecrübe, böyle manevi uçma kaçma rahatlık Vs" ile zerre kadar alakası yoktur. Zannımca önce gidip ibadet mefhumunun islamdaki ne'liğini inceleyin hatta ve hatta farz kelimesinin ne'liğini inceleyin. Bunların hiçbirinin mistik tecrübe ile alakası yoktur. Ahlaki gerekliliklerdir bunlar. Ve Tanrı, kendi ahlaki doğasını bu buyruklar ile iletir. Yetimi gözetmek, kendi paranı başkasına vermek (zekat), bir konsensus içinde Tanrı'nın yardım ve inayetine dilemek (ibadet/namaz), akrabayı gözetmek(sıla-i rahim), istenci törpülemek için kendini belirli şeylerden alı koymak (oruç) hep bu tarz ahlaki fiillerdir. Platon'un eupthriyon dilemması da böyle çözülebilir. Allah özü gereği iyidir zaten ve bu ahlaki gerekçeleri vahiy ile bildirir. Kant'a dönersek böyle bir erdem ve mutluluğu akıl/zihin kendi rasyonalitesi içinde ihtiyar ettiği/istediği için Tanrı'nın varlığı elbette ki rasyoneldir.
kant'ın kombinasyon olarak kullandığı terim aslında; ''sentez'''dir. sentez, insanların genellikle yaptığının farkında oldukları bir şey değildir. kant'ın dediği gibi, bu "ruhun kör ama vazgeçilmez bir işlevidir… ki bunun sadece nadiren bilincindeyiz'' der.
küçükken cine 5'te seyrederdik. immanuel serisi vardı, immanuel 1-2-3-4-5...
''Sorduğum şudur: koşulsuz pratik olanla ilgili bilgimiz nereden başlar ? özgürlükten mi, yoksa pratik yasadan mı? ''
kant, şeylerin algıdaki belirişleri ile şeylerin kendisi arasında adeta karanlık bir duvar olduğunu iddia etmiş ve felsefeyi bir çeşit açmaza sokmuştur. bu açmazı çözümlemek için hegel diyalektik yöntemi, husserl ise epoke yöntemini önermiş ve yeni felsefi ekoller doğmuştur.
(bkz: ininal kart)
(bkz: serbest çağrışım)
Ya ben bu adamı hep Süryani sandımdı. imanuel ne ya…!
Felsefesi günümüz dünyasının hissettirdiklerinin aksine aşırı bir iyimserlik barındıran filozof. Bu yüzdem pek katılmam.