bugün

insan ilişkilerinde, sosyolojide ilk akla gelen kişi Tunnies'tir (küçük gruplar kuramı). Fakat bana göre Weber'in statü kuramı daha aydınlatıcı olabilmektedir. Marx, sınıf kuramıyla insan ilişkilerine çok sığ bir bakış segiler, tunnies ise fazlaca yakından baktığı için insan üstü nitelikleri çok fazla göz ardı eder. Fakat Weber bu konuda daha mantıklı konuşmaktadır.

Gelin önce Weber'in statü hakkında ne dediğine bakalım. Weber, statü kavramına ilişkin, yaşam stilini öne koyar. insanların statülerinde temel belirleyici etken insanların yaşam stilidir. Marx, insanların birbirlerine karşı konumunu bireylerin üretim çabalarının nitelikleriyle açıklar fakat Weber bu tartışmaya insanların tüketimlerini de ekler. Evet, kazanılan paranın miktarı kadar o paranın harcanmasının da nasıl olduğu bireyin statüsünü belirler.

Bir sınıf düşünün ve o sınıf içinde bir statü tabakası. Belli bir grup insan var, o insanlar aynı yerde yemek yiyorlar, aynı kafeye bara gidiyorlar, şehrin aynı yerinde oturuyorlar. Bunu bir arkadaş grubu olarak düşünmeyin. Bu, çok geniş bir çerçevedir. Bu insanların eğitim olanaklarından faydalanma imkanları birbirlerine benzer, kullandıkları kelimeler benzer ve tabi görünüşleri de benzer. Bu insanlar ve onların aileleri birbirleriyle ilişki kurmakta zorlanmayacaklardır. Bunu kadın erkek ilişkisine daralttığımız zamanlarda da böyle olacaktır.

kim ne derse desin, orta sınıf bir erkek, alt sınıftan bir kadınla mutlu olamayacaktır. Starbuck'tan kahve ihtiyacını karşılayan bir kadın, öğrenci kafelerinde takılan bir erkekle mutlu olamayacaktır. Bunu unutun. Atalarımızın da bu konuda aydınlatıcı bir sözü vardır, davul bile dengi dengine.

Aynı tüketimler, aynı dünya görüşlerini, aynı yaşam biçimlerini gerektirir. insanlar üst sınıflara çıktıkça, sekülerleşmeye başlarlar. Yani dini ve geleneksel normları bir kenara bırakıp para kazanmaya, bilime önem vermeye başlarlar. Bu şekilde alt sınıflara özgü tabularını da bir kenara atmak zorundadırlar. Diğer insanların özel hayatlarına karışmamak, çocuğunun cinsel hayatında bir gestapo misali korku unsuru olmak, sekülerleşme ile birlikte yok olan unsurlardır. Bu yüzden avrupa ile bağlantılı olan zenginleri biz batının ahlaksızlığını almış insanlar olarak görürüz.

Bir başka mevzu, kadına sahiplik denilen şey, alt sınıfların alışkanlıklarıdır. Üst sınıflarda da vardır ama bu sahiplik üst sınıflarda fazlaca ketlenir. Anlayacağınız alt sınıflardaki gibi değildir. Bekaret konusunda toplumsal tabakada aşağılara indikçe paranoyaklaşma artar. Çünkü her ne olursa olsun her dinin sahipliğini yapan kitle alt tabakalara doğru indikçe yoğunlaşır. Kadına şiddet, kadını alıp satma ve adi suçlar denilen suç tipleri artar. Bilime ve sanata değer verilmez ve bunlar karın doyurmayan şeyler olarak görüldükleri için değer görmez.

Ülkemiz gençlerinde çok görülen, ki özellikle alt sınıfların üniversite okuyan gençlerinde görülür, 68 kuşağına, beat kuşağına özenme gibi şeyler saçmadır. Kendinize 68lerden bir dünya yaratamazsınız. 68 dediğiniz kuşak biricikti ve geçti. Sizin bir 68 iniz yok. Sizin bir beat kuşağınız da yok. sınıfsal sömürüyü ve sınıfsal tabakalaşmayı bu kadar isteyen bir kapitalist sistemin bu derece güç kazanması, geçmişteki hegemonya çatlaklarını tamir edebilmelerini sağladı.

Farkındaysanız gezi parkı eylemi bile orta sınıfın ve öğrencilerin eğlencesinden öteye gidemedi. Yine işçiler fabrikalarda vendetta maskeleri üretti. Fabrikalar durmadı anlayacağınız. Gezi parkı eylemi bir sınıfsal kriz değil, orta sınıf eğlencesiydi. Geziyi neden bu yazıya eklediğim sorusunun cevabı basit; bazı insanlar sadece gezi parkıyla alakalı olmalarından ötürü kendilerine bir ilişki ağı kurduğunu sanmaktadır. Sansın onlar ürkütmeyin.
güncel Önemli Başlıklar