bugün

evet, bir süredir aklımdaydı bu hadise ve ancak dengemi geri kazanabildim. yazmak iyi olacak.

hayatlarımızdaki ikili ilişkilerimizde hep özen gösterdiğimiz hususlar vardır. ve böyle olduğu için ikili ilişkilerimiz sürdürülebilir durumdadırlar. aslında bu noktada skala çok geniş. hani karşınızdaki ile iletişim kurarkenki üslubunuzdan tutun, ona ayırdığınız zaman, gösterdiğiniz ilgi... bunların hepsi aynı "özen" kapsamında ele alınabilir. ama tüm bu şeyleri yaşadığımız sırada gözden kaçırdığımız bir "denge" hadisesi var. denge derken, kastettiğim şey tam anlamıyla gerçek bir denge tabi. yoksa ki "o arkadaşlarıyla çıkıyorsa, ben de arkadaşlarımla dışarı çıkmalıyım" şeklinde bir inatlaşma değil kastettiğimiz.

biraz daha konuyu açmamız gerekirse. bir ikili ilişki, başladığı andan itibaren belli bir denge sistemi üzerine oturur. bazı ilişkilerimiz misal aslında başladıkları günden itibaren bitişe doğru yol alırlar. zira temelde bir denge problemi baş göstermiştir ve zaman içinde de kontrol altına alınamamıştır.

örneklere yer vermekte fayda var bu noktada;

bir abi, kardeş ilişkisi düşünün. abisi, her fırsatta kardeşine "abisi" olduğunun bilincinde ve bu şefkatin etkisinde yaklaşıyor olsun. kardeş de bu durumu hemen her fırsatta suistimal ediyor olsun. aile dengesini sarsar bu durum. yarın abi, bir sebepten evden uzaklaştığında o kardeş ciddi bir savunmasızlık hissi ile hareket edecek ve kendisini daha da yalnız hissedecektir. ilerleyen dönemlerde abi kişiyi sömürmek, pis işlerini ona yaptırmak, abi kişisini gene zorda bırakmak çok zor olmayacaktır da. misal kendi abisini çarpan pek çok adam tanıdım, meselenin özü buydu gördüğüm kadarıyla.

bir başka örneğimizde de "kadın-erkek" ilişkisine değinelim ki zaten "ikili ilişki" dediğimiz anda aklımızda beliren birincil ihtimal de budur. hayır, anne-oğul veya baba-kız ilişkisi değil dediğimiz.

şimdi bir ilişkide taraflardan birisi, ilişki için yapılacak herhangi bir şeyi karşısındakine nazaran birazcık daha az veya daha fazla yaptığında ilişki bir hadde mutlaka zıvanadan çıkıyor. insanız ve bir şekilde menfaat ekseninde yaşıyoruz hayatımızı. suyun, faydasını almasak onu içmek için kalkıp da buz dolabına kadar yürümek zahmetine dahi girişmezdik ve bana kalırsa işin aslı da budur. ve yaptığımız her şeyi öyle veya böyle bir beklenti büyüterek yapıyoruz. bir şey dediğimizde karşılığında bir şey demeyen insana kızıyoruz misal. oysa soru sormamışsanız, karşınızdaki kişinin susması da bir tercih hadisesidir. pekala susabilir ama işte bu durum karşısında hemen "o susuyorsa, ben daha çok susmalıyım" inadına bürünüyoruz. aslında kısmen doğrudur bu yaptığımız ama susmamızın sebebi bu noktada "inat etmek" yerine "denge kurmak" adına ve kararınca bir ayarda olmalıdır derim. bu konuda da "bütünleyici" olmak her zaman için dengeyi sağlamakta işe yarayacaktır. şunu unutmayalım ki kilolarımız aynı değil ilişkilerimizde. birimiz tahterevallinin sağ kol uç tarafına, bir diğerimiz sol kol orta tarafına geldiğinde kurulur tahterevallinin dengesi. dolayısı ile çocukluktan aklımızda kalan bu faydalı bilgiyi, ilişkilerimizde de gözönünde bulunduralım.

bir tarafın sadece "seni seviyorum" gibi belki de günümüz sosyolojisinde sığlıktan geberecek kadar sığ bir kelam etmesi, bunu anlamamız için yeterliyken(hal-hareket ve tavırları ile destekler bunun) diğer tarafın "sayfalarca", "kitaplarca" anlatması gerekir nasıl da sevdiğini. çünkü dediğimiz gibi kilolarımız ve duruşlarımız birbirinden farklı en nihayetinde.

demem o ki, hayatınızdaki yeri, adı, sıfatı ne olursa olsun... bir kişi ile aranızdaki bağın kopmasını engelleyecek, sürdürülebilir kılacak yegâne şeyiniz dengedir ilişkinizdeki.

benden söylemesi...