bugün

orjinal adi livro do desassossego olan bir fernando pessoa (sah)eseridir. portekiz edebiyatinin en belirgin ve goze carpan eseridir. en son ve en genis icerikli olan cevirisi, can yayinlari tarafindan yayimlanmistir. Her insanin mutlaka okumasi gereken eserler arasinda cok rahat yer alabilecek bir kalitede yazilmis, zamaninin otesinde bir kitaptir.
Daha kitabi okumaya baslanilan ilk sayfalarda gorulecek olan, "kalp dusunebilseydi, atmaktan vazgecerdi" cumlesinden sonra, kitabin geri kalani icin sabirsizlanmaya neden olan bir basucu eseridir.
Fernando Pessoa'nın Bernardo Soares adıyla yazdığı denemeleri de denebilir roman da denebilir. bir alıntıyla durumu açıklığa kavuşturalım: ''Kitap, Pessoa'nın öldüğünde geride bıraktığı sandıktan çıkmıştı. Sandıkta 27 bini aşkın sayfa vardı ve üzerlerinde 'H.K' yazıyordu. Bu Bernardo Soares'in günlüğünden başka bir şey değildi. Ancak bu günlüğün yazarının Pessoa'nın bir kahramanı olduğunu dikkate alırsak buna bir roman demek daha mı doğru olur, bilemiyorum. Tek bildiğim karşımızda uzun süredir çevrilmesini beklediğimiz bir edebiyat eserinin olduğu. Saadet Özen'in üç sene süren başarılı çevirisiyle türkçe'de.''*

son olarak kitaptan balyoz kıvamında bir pasaj:
''Başımıza gelen ya herkesin de başına gelmiştir ya da sadece bizim; herkesin başına gelmişse o zaman yeni bir şey değildir, sadece bizim başımıza gelmişse o zaman zaten anlaşılmayacaktır.''
Fernando Pessoa'nın bitmemiş yazılarından derlenmiş kitabı. Tarihten, ruhbilimden ve edebiyattan haberdar olan 20. yüzyıl insanının gerçekliği reddedip kendini hayallere hapsedişinin güncesidir. Portekiz edebiyatının en önemli eseri sayılan 'Huzursuzluğun kitabı'nı okurken yazarla aynı duyguları paylaştığınızın farkına varabilirsiniz. Okunmaya gerçekten değer bir yapıt.

Sadece ulaşılmaz olduğu için taparız mükemmelliğe; ulaşabilsek elimizin tersiyle iterdik zaten. Mükemmel olmamak insan olmamak demek, çünkü insanoğlu kusurludur.

Ruhumuzda kopan büyük fırtınalar, bütün evreni etkileyen felaketlerdir. Sıkıntı üzerimize çökünce, güneş yörüngesinden çıkar, yıldızlar pusulasını şaşırır. Yazgı, günün birinde gelip hissetme yetisine sahip bütün ruhlarda, bir tiyatro oynarcasına sıkıntıların mahşerini oynar ve işte o zaman göklerle dünyalar hüznümüzün üstüne yıkılır.

Biliyorum ki yoksun, ama acaba kendi varlığımdan emin miyim? Bendeki varlığın olduğuma göre; hayatım seninkinden daha mı gerçektir ve seni yaşayan da aynı hayat mıdır? Alevden olma hale, yokluktan ibaret varlık, ahenkli, dişi sessizlik, okunmaz bedenlerle dolu alacakaranlık, bilinmez bir şenlikten kalma, unutulmuş kadeh, başka bir dünyadaki bir ortaçağda bir düş-ressamın boyadığı nakışlı cam. Kimselerin ayağının değmediği bir bahçenin ortasında, lekesiz, zarif kutsal kase ve mayasız ekmek, yaşayan bir azizenin terkedilmiş sunağı, hayali bir zambağın tacı... Sıkıntı doğurmayan tek formsun sen, çünkü duygularımıza uyarak durmadan değişirsin ve sevincimizi öperken, sıkıntımızı olduğu gibi acımızı da yatıştırırken, afyon gibi rahatlık verir, uyku gibi dinlendirirsin, ellerimizi birleştiren, kavuşturan ölüm de sensin.

Seni, sana sahip olmamaktan başka hiç bir şey için istemem. Hayal kursam ve sen bana görünsen, hala hayal kurduğumu zannetmek isterim- hatta belki seni görmesem de, ay ışığının ölü gölleri birdenbire kapladığını, imkansız çağlarda kaybolmuş o koca, kapalı ormanda şarkı kırıntılarının salındığını fark ettiğimde de. Görüntün ruhumun, hasta bir çocuk gibi, bir kez bir başka gök hayal etmek üzere kıvrılıp uyuyacağı yatak olsun. Ve konuşacak olursan eğer, seni duymak gerçekten seni duymak değil, ay ışığında, Kadim okyanusa akan nehrin iki yakasını birleştiren büyük köprüler görmek olsun.
"biz aslında insanları sevmeyiz. sevdiğimiz, bir insan hakkında oluşturduğumuz fikirdir. kısacası, kendi uydurduğumuz bir kavramı -ve sonuç olarak kendimizi severiz." sözünün geçtiği kitap.

fernando pessoa'nın karamsarların baştacı yapmaları gereken kitabı. bir insan ne kadar dibe vurabilir -düşünce olarak- sorusunun yanıtıdır. 650 sayfadan fazla; ama iyi bir okumayla 3-5 günde çok rahatlıkla bitirilip akla geldikçe tekrar okunabilir.
fernando pessoa'nın başyapıtı olarak nitelendirebileceğimiz eseri. Eser hakkında çok güzel şeyler yazılmış. Farklı olarak yazarla ilgili bir iki kelâm etme niyetindeyim. Kitabı okurken kendi kendime şunu sordum;

bir yazar neden farklı karakterler yaratır?

Pessoa'nın yazma edimi için kendini yok etme dürtüsü olduğu bir aşikar. Bence Pessoa bunu bir adım ileri taşıyor. Şöyle ki, bir yazar için bir karater yaratmak yazacağı eser için büyük önem taşır. Çünkü o karakter mevcut eserin kilit noktasını teşkil eder. Lâkin Pessoa için yazınsal bir yapıt için bir karakter yaratma durumu yetersiz gelir. Onun sorunu gerçekliğin ta kendisidir. Fantastik bir eser bile ortaya koysanız bunu gerçeklikten bağımsız yapamazsınız. En azından o yapıt gerçekliğin içine sirayet eder bir süre sonra. Pessoa ile yarattığı kimliklerle gerçekliğin bizzat kendisiyle oynar, onu değiştirir. Huzursuzluğun Kitabı'nı kaleme aldığı "kimliği" olan Bernardo Soares bu eksende çok önemlidir. Pek çok noktada Pessoa'dan ayrılan bu kimlik - Pessoa'nın ailesine düşkünlüğü Soares'te yoktur, bir de Pessoa delirmekten korkar, soares ise korkmaz- artık pessoa'nın yaşadığı hayatı değil, bizzat kendi kurgusunu yaşar. Çünkü Pessoa için yazmak artık cennetten sürülmüştür. Ona lazım gelen kendi krallığını oluşturabileceği bir cehennemdir.
"okuyarak, düşlere dalarak, yazmayı düşünerek, düşüncelerin kaprisli rüzgarına göre akan, tutkulardan arınmış, kültürlü bir hayat sürsem, sıkıntının kıyılarında dolaşacak kadar yavaş, sıkıntıya hiç düşmeyecek kadar iyi kurulmuş bir hayat.

heyecanlardan ve düşüncelerden uzak o hayatı, heyecanların düşüncesiyle ve düşüncelerin heyecanıyla yaşasam. çiçeklerle çevrili, karanlık bir göl gibi güneşin altına uzansam, altın rengine boyansam.

gölgelerin içindeyken, bireyciliğin yaşamdan hiç ama hiçbir şey beklememek anlamına gelen soyluluğuna erişsem.

dünyalar dönüp dururken, çiçeklerden bir toz bulutu gibi olsam, bilinmedik bir rüzgarın gün biterken havalandırdığı, alacakaranlığın uyuşukluğunun rasgele yere bıraktığı, daha geniş şekillerin içinde seçilmez olan bir bulut. ve bunu sevinmeden ve üzülmeden, ama güneşin parlaklığından, yıldızların uzaklığından çıkardığım, kesin bir bilgiyle yapsam.

bunların dışında hiçbir şey olmasam, hiçbir şeye sahip olmasam, hiçbir şey istemesem...

karnı aç dilencinin ezgisi, kör insanın şarkısı, bilinmeyen bir gezginin bıraktığı bir nesne, çölde yüksüz ve amaçsız yürüyen birkaç devenin bıraktığı izler..."
"biz aslında insanları sevmeyiz. sevdiğimiz, bir insan hakkında oluşturduğumuz fikirdir. kısacası, kendi uydurduğumuz bir kavramı -ve sonuç olarak kendimizi severiz."
“içimde çeşitli kişilikler yarattım. Rüyalarımın her birinde rüya görmeye başladığım an, hemen başka bir kişi halinde ete kemiğe bürünüyor. Sonra rüyayı gören o oluyor, ben değil.
Yaratmak için yok ettim kendimi. Çeşitli oyuncuların çeşitli oyunlarını sergiledikleri boş bir sahneyim ben.”
baş ucu kitaplarından biridir.

orjinal adı livro do desassossego'dır. the book of disquiet ingilizce'ye çevrilmiş halidir.

bir muhasebecinin arkasına gizlenerek kendi hayatını anlatmaktadır yazar. ve şu sözlerle tanımlar kitabını: "bu kitap, hiç hayatı olmamış bir adamın biyografisidir."

her satırı sizi düşünmeye sevk eder, bu yüzdendir ki bir çırpıda okuyup bitiremezsiniz.
fernando pessoa'nın en muazzam eseri. Sevmek üzerine şunları karalamıştı;

"Biz aslında insanları sevmeyiz. Sevdiğimiz, bir insanın hakkında oluşturduğumuz fikirdir. Kısacası kendi uydurduğumuz bir kavramı- ve sonuç olarak kendimizi sevmekteyizdir. Bu dediğim aşkın her kademesinde geçerlidir. Tensel aşkta yabancı bir bedenin aracılığıyla kendi hazzımızın peşinden koşarız. Tensel boyutu olmayan aşkta, yarattığımız bir düşüncenin aracılığıyla kendi zevkimizin peşinden koşarız."
okumak için yaşamayan insanların uzak durması gereken hayli çetrefilli ve uzun metin.
Ben de çoğu kısmının çizili olduğu kitaptır. Anlat pessoa bize bizi anlat diyorum her baktığımda.
"Zaten,kendimde ne bulabilirim? Ne anlatabilirim?Duygularımın korkunç derecede yoğun olduğunu,duygularimin sapina kadar bilincinde olduğumu...Kendimi mahvetmek için kullandığım keskin zekami ve beni oyalamaya doymayan düş gücümü... Ölü irademi onu capcanlı yavrusu gibi kollarında sallayan düşünce gücümü.
"Ah ki ah! Beni darmadağın eden ve bunalımlara sürükleyen, olabileceğim o öteki kişiye duyduğum bu özlem işte!Ana bağrının en derin yerinden kopup gelen,küçücük bir yüze kondurulan öpücüklere kadar sızan o sevgiden nasiplenmiş olsaydım,bugün acaba nasıl bir insan olurdum?
çevremizdeki insanların yazdığı bir kitap da olabilir.
eylemsizliğe övgü.

"yolculuk, yolcunun kendisidir."
Okumamış herkese tavsiye ediyorum bu kitabı. Kitabı okurken yanınızdan kalem ayırmayın. Altı çizilecek çok cümle var.
" bir tür iskambil kağıdıyım ben, eski, bilinmedik bir resim, kaybedilmiş bir oyunun biricik izi.
kendimi öyle çok anlattim ki sonunda varlığım tükendi, mürekkep niyetine ruhumu kullandım ben de, hem zaten başka bir işe yaramıyor. "
görsel
Jelatinini sökmeye kıyamıyorum kuzum..

Söz veriyorum yavaş yavaş okuyacağım. Pessoalı geceler.

https://m.uludagsozluk.com/e/34865903/
https://m.uludagsozluk.com/e/35442881/
eylemsizliğine bir anlam yüklemek ve ıstırapları bir suriyelinin kimlik alması rahatlığında atlatmak/takmamak isteyenlerin kitabı.
"Amaç ne olursa olsun, çabanın sarf edilmesiyle hayat tarafından yolundan saptırılması bir olur; böylece o bir başka çaba haline gelir, başka amaçlara hizmet eder, bazen ilk başta hedeflenenin tam tersi bir sonuca varır. Sadece aşağılık hedeflerin uğrunda didinmeye değer, çünkü bir tek onlar tam olarak elde edilebilir. Zengin olmak uğruna çaba harcamak istesem, bir şekilde bunu başarabilirim; kişisel olsun ya da olmasın, bütün nicel hedefler gibi bu da aşağılık, ulaşılabilir bir hedeftir, kontrol altında tutulması da mümkündür."
kitabın girişine koyulan mektubunda şöyle bir soru sorar pessoa:

"hissetmek ne renktir acaba?"

ne güzel bir sorudur bu.
"En fazla ıstırap veren duygular, en can yakan heyecanlar, aynı zamanda en saçma olanlardır: imkansız şeylere karşı, sırf imkansızlığın yarattığı istek, hiç var olmamış olana duyulan özlem, geçmişte olabilecek olana duyulan arzu, farklı olmamanın acısı, dünyanın var olduğunu görmenin verdiği tatminsizlik duygusu. Bilincin bu yarım tonları içimizde acı verici bir manzara, varlığımızın sonsuza dek süren gurubunu çizer. O an kendimize karşı, giderek karanlığa gömülen ıssız kırların uyandırdığı duygulara kapılırız; uzak kıyılar arasında kapkara sularıyla, olanca berraklığıyla akan, gemilerin geçmediği bir nehrin kıyısındaki kamışların hüznüdür bu."

pessoa.
"Bozguna uğramamın bilincini götürüyorum yanımda, bir zafer sancağı gibi."
gerçekten huzursuz hissettirebilen fernando pessoa eseridir. her parçası ayrı güzeldir.

" erdemin haklı bir ödülü, günahın haklı bir cezası yoktur."
Asla bir geleceğe sahip olmamış olduğum günlerden birindeyim. Karşımda yalnızca, bir sıkıntı duvarıyla kuşatılmış, taş kesilmiş bir şimdi var. Irmağın karşı kıyısı karşıda bulunduğuna göre, asla bu taraftaki kıyı değil; çektiğim acıların tek nedeni de bu. Nice limanlara yanaşacak gemiler var elbette, ama hiçbiri hayatın ıstırap vermez olduğu limana varmayacak, her şeyi unutabileceğimiz bir rıhtım da yok. Üstünden çok zaman geçti bunların, ama benim hüznüm hepsinden eski.
güncel Önemli Başlıklar