bugün

Kore'nin güney kesiminden çıkan filmlere taktım bu ara. Ve ben -maalesef- takınca fena takarım. Şen takarım. Şene şene takarım. "Şener" derler bana. Neyse. "Saat 6 olsun da, durağa gidip iki kız keseyim, otobüste birkaçıyla göz temasında bulunayım" diye ümitle beklediğim, diğer günlerden pek farkı olmayan bir gündü. (Evet, geceleri; otobüs şoförünün "hey dostum otobüse damsız almıyoruz artık!" diye gürleyerek pis pis sırıttığı kâbuslar gören bir asosyal-işkolik olmuştum. Duraklar ve otobüsler tek sırdaşımdı, ekmek teknemdi. niçe sevdicek adayları ile sessiz filmler çekmiştik o platolarda.)

Velhasıl günler birbirinin aynıydı. Lakin o günün bir istisnası vardı. bir an önce eve varıp evvela kim ki duk üstüne de wong kar wai patlatmak için içim içimi yiyordu. (yanlış hesaplamadıysam yaklaşık %0.05'im yendi.) duraktaki ve otobüsteki nazlı sevdicek adaylarına bile konsantre olamıyordum. Otobüs, köyüme vardı nihayet. Yemek problemimi çözmem lazımdı. 1-Dışarıda yemekten bıkmıştım. 2-içim içimi yiyordu. 3-Peki ben ne yiycektim lan? Pratik ne yapılabilir? Sote? At piliçleri tencerenin içine, baksınlar başlarının çaresine. Uyusun da büyüsün, yemek olsunlar. iyi fikir. Girdim kasaba. Ustaya verdim siparişi. Piliçcanlar minimal minimal doğranırken içeriye kim gelse beğenirsiniz?

Geçen akşam, ondan önceki akşam, hatta ondan önceki akşam izlediğim kim ki duk, kar wai filmlerinde oynayan 2 aktör ve 1 aktris... Seom'daki katil şu an yanı başımda taşlık ısmarlıyordu. inanabiliyor musun? Kanat göğüs filan da değil, taşlık. Yok artık dedim. Aptala bağladım. Konuşsam mı? Yeni film projeleri ne acaba diye muhabbet çevirsem mi? sonra "niye bu kadar uzatıyosun ki, konuş işte olm, bekledikçe tedirginliğin artacak ve mal gibi yolda kendi kendine söylenirken bulacaksın kendini" diye içim içimi yerken buldum kendimi. (Totalde yaklaşık %0.1 oldu) Off. Bunalmıştım. Usta seslendi. "Buyurun, sizinki hazır!" Kafamı kaldırmamla beraber duvardaki o yazı gözlerimle buluştu. Dondum. Şaşakaldım.

"Her piliç erpiliç değildir."

Tabi ya. Hayat bu kadar basitti işte. Basit bir reklam sloganı bile, bazen insana, o ana kadar idrak edemediği bir gerçeği açıklayabiliyordu. Anlamıştım.

Evime vardım. Sotem pişerken işi gücü hallettim. Afiyetle Yedim. Sonra filme yumuldum. Tüm karakterlerin birbirine benzemesinden dolayı "uzak doğu sinemasında neden hep aynı adam ve kadınlar oynuyor ki?" diye hayretler içerisinde kalarak başladığım uzak doğu filmleri izleme kariyerimde çaylaklığı aşıyordum galiba. zira artık filme gayet güzel konsantre olabiliyordum. Çünkü artık biliyordum ki:

"Her piliç erpiliç değildir."

Afiyetle dile getirin bu sloganı. Çünkü dile kolay. Dile getirdikçe sevecek, sevdikçe erpiliç yiyecek, yedikçe seveceksiniz. Erpiliç... Bir sevgi pilici... canım benim.
(bkz: bodur tavuk her daim piliç)