bugün

uyanık olduğun her an.
yarım saat önce sapasağlam telefonla konuştuğunuz ve akabinde ziyaretine gittiğiniz yakınınızı ölü bulduğunuz an.
değer verdiğin herkesin seni yalnız bıraktığı andır.

ancak öyle bir an olmaz, biz yaratırız.
son 6ay içinde tam 5 ölüm haberi alınca ve hepsi de senden ayrı ayrı parçalar götürünce hele birisi canından olupta seni de yaşayan bir ölüye çevirince hayatın ne kadar boş olduğu anlaşılıyor.
kendimizi dünyadan, insanlardan anlık soyutladığımız anlardır.
bakılan tarafa göre de değişen durumdur ve dolu tarafından bakmanın daima daha hayırlı sonuçlar verdiği tecrübelerle sabittir.
kendini ingilizce ödevi yaparken bulmak.*
babamı görmek için cezaevi kuyrugunda beklerken insanların gözlerinde sevinç ve üzüntünün karışımını gördüğüm an . bende mi böyle bakıorum etrafa dedim ve evet bende öyle bakıyordum .
cenaze törenlerinin yaşandığı anlardır.artık hiçbir şeyin gerçekten önemi yoktur.gecikmiş faturalarınızın,ödeyemediğiniz kiralarınızın,dün gece kaçırdığınız ve sonucunu asla öğrenemeyeceğiniz futbol müsabakasının...hayatın ne kadar boş olduğunun anlaşılabilmesi için hayata dışardan bakmak gerekirmiş,ancak o zaman en net haliyle "boş" olan görünürmüş.
ölümle yüzyüze gelip tekrar yaşadığını anladığın an.
hayalleri parçalar.karamsarlık aşılar.insan olgunlaşmaz,içe kapanır.ama herkes bir gün hayatın boş olduğunu anlayacak..nede olsa doğanın kanunu bu
migreniniz tuttuğunda karanlık ve sessiz yer ararsınız. en sevdiğiniz çocuğunuz veya eşiniz, en yakınınız dahi olsa sesini duymak, en büyük işkence gelir. beyninize balyozla vuruluyo gibi hissedersiniz. o an canınızdan başka bir şeyi düşünmezsiniz.
bir ölüm haberi.
kişinin, işe yaramaz olduğunu ve yaşamanın bi anlam taşımadığını anladığı zamanlardır.

yada en kötü ihtimalle ruh sağlığı bozuktur.

(bkz: manik depresif)
bir arkadaşınızı genç yaşta kaybediyosanız işte ozaman anlarsınız hayatın ne kadar boş olduğunu ve kimsenin kalbini kırmaya değmediğini.
küçücük şehirde yapayalnız kaldım diye ağlamakta iken haber programında kolu bacağı olmayan veyahut yatağa bağımlı bir insanın gözyaşlarını görmeniz... kafanıza çok acı bir şekilde dank ettirir. ulan ben ne kadar boş şeylere hayıflanıyorum derken bulursunuz kendinizi.
belki emeklerin karşılıksız kaldığı zamanları ekleyebiliriz bu anlara. aslında geçici, psikolojik sebeplerden dolayı oluşan, takıntı diyebileceğimiz anlardır. hayat boş filan değildir.
sevdiğiniz birisinin ölmesidir.

hataları ile sevapları ile gitti işte, daha yapılacak çok iş vardı halbuki, ama ne önemi var artık.

kendin için de diyorsun, bu kadar stres, sıkıntı, telaş, kafaya takma, küsme, dert etme, birşeyleri yetiştirme o an için hepsi boş, sen de öldüğünde hiçbirisinin önemi kalmayacak.

o an için hayat boş ama, o an geçtikten sonra yine başlıyor dertler, sıkıntılar, birşeyleri yetiştirme çabası, birşeyler yapma gayreti, hani boştu, o an için boştu, şu an için boş değil.
köşedeki parka inmişsindir ve o parka da gayet insani hislerle inmişsindir (malzeme olsun da yazı yazayım gibi insani hisler) ki bulursun, iki ayrı öykü çıkarırsın o parktan, yayınlanır hatta ödül alırlar, ama yaşlı bi kadın parkın köşeden koşarak gelir, ağzında dişi yoktur, bir avuç ekmek savurur parkın ortasına, sorar sana, kuşlar nerde, yanıtlarsın, işte yiyolar ya, hani kuş der sana, yanıtlayamazsın, çok yaşlıdır ama, ölümüne yaşlıdır, çöküp oturur, yüzünde korkunç bi gülümseme vardır, önündeki kuşları aramaktadır, kaçıp gidersin parktan, iki ayrı öykü yazarsın, ikisinde de yoktur o kadın, anca şimdi değinebilirsin, korkakça.
yakınındaki herkesin senle bi aksilkik yaşaması , bir yakınına zara gelmesi , kendine bi haller olması en önemlisi kendin bunu anladığında olur (bkz: ölmek)
emek verdiğin, hayatını boşverip de verdiğin emeklerin boşa çıktığını gördüğün an.

çok değer verdiğin birinin nasıl becerdiyse seni kıçından anlaması ve bu konuda ısrar ettiğinde öfkeden kudurarak onu hayatından attığın, ama böyle olması gerekmediğini bildiğin an.
üniversite yıllarında, okul yolundan evinize doğru dönüyorsunuzdur, aylar sonra ailenizi görecek olmanın heyecanıyla... sonra bir trafik kazası, eviniz yerinde hastanede açarsınız gözlerinizi... son anda çıkartılmışsınızdır bir otobüsün altından...
işte o an anlarsınız ne boşmuş her şey diye... ama aynı hayat unutturur size zamanla ne kadar boş olduğunu ve başlarsınız gene hayatın hırsına kapılmaya... insanlık halleri işte...
(bkz: amcanın ölmesi)

daha da yakın birinin ölmeleri daha da yıkar ama daha onları yaşamadım...
ne kadar yürürse yürüsün aslında bu yolların hiç bitmeyeceğini anladığı andır. mutsuz olduğunda, acı çekerken hep güzel günleri hayal ettiğinin ama aslında hayallerinin gerçekleşmeyeceğinin farkına vardığı, mutluluk denen şeyin anlık ve dibi olmayan bir zaman dilimi olduğunu anladığı andır. insanların sayfalarca anlamlar yüklediği şeylerin aslında ne kadar boş ve gereksiz olduğunu anlar insan, birşeyleri anlamanın bile birşey değiştirmediğini, başı ve sonu olmayan bir labirentte yürüyüp durduğunu anlar. ilk kez karşıya değilde çevresine bakmıştır çünkü, etrafı karanlık ve dar, bastığı yerler çürük ve lime limedir. gökyüzü yoktur. durur orda,gözünü kapatır ve durur. havayı içinde hisseder, titrer, üşür, korkar. labirentten çıkmak ister, ama nerden geldiğini bile unutmuştur. bundan sonra ne kadar ilerlemeye çalışsa da hiçbirşey eskisi gibi olmaz iyi bilir bunu. ürkütücü nefesi teninde hissetmiş, bastığı yerlerdeki kırılan dal seslerini duymaya başlamıştır. gideceği yolun önemi kalmamıştır. bitsin diye yürür, o kadar.
hayat...

metropol hayatı o kadar içimize işlemiş ki, sokak ve caddelerdeki asfalt bedenimizle bir, o sağa sola koşuşturan insanlar, herkes bir yerlere yetişiyor herkes anlayamasakta bir telaş içinde, kesinlikle kimsenin suçu değil bu bizim yaşantımız, erken ölmeye, beynimizi erken öldürmeye bir hırsla, süratle koşuyoruz çok çabuk yaşlanıyoruz, ama kimse farkında değil, herkesle, her kafadan insanla beraber yaşıyoruz sabah evden çıktığımız zaman geri dönme şansımız %65 ama kimin umurunda...

tatillerimizde koşuşturma içinde, sanki tatile çıktığımız zaman dinlenebiliyoruzmu kesinlikle hayır koca bir yalan, çok azımız kafa dinlemeye rahat bir tatile gidiyor, gideceğimiz yerler belli metropol hayatının devamı yerler kısa örnekler, bodrum, marmaris, antalya vb.. sanıyormuyuz ki tatile gidiyoruz hayır!! metropol hayatının devamı.. vücut beyin buna alışmış keşmekeş kargaşaya alışmış....

anadoluya memleketime köy hayatına uzağız, memleketimin ufak tepeliğinde bir kaya parçası, üzerinde oturuyorum, gözümün görebildiğince uzaklara bakıyorum, karşımdaki mezarlığı, sessiz, kulaklarımda sadece rüzgarın sesi, insan sadece kendini dinliyor, hayatı yaşayacakları, yaşadıkları, hayatın ne kadar boş anlamsız olduğu....
güncel Önemli Başlıklar