bugün

masal degil, dizi degil,
hani bildigin romantik komedi..

kronik kadin hastaligi,
kimya bozuklugu..

ama en romantik komedisinden, dedik ya..

öküz gibi kitaplarindan bi filmcik siyrilmak isteyen, bunun icin esas kizin filmin kötü karakteri o densiz, melun pis herif tarafindan terkedilip gercek askini biricik sevgilisini buldugu o $irin filmciklerden birini secen bu kizlardan biriymis esas kiz..

battaniyesinin altinda cayini yudumlayip sinavini düsünerek filmi izlemeye baslar,
ve fakat ilerleyen dakikalarda gercek aski hic zorlanmadan bulan keyt vinslet'i siradan güzellikte göstermeye calisan, carliz teron'u aslinda bi film barbisi degilmiscesine filmin kalibina uyduran yapimcilarina cabucak kanmasi uzun sürmez esas kizin.

üzerinde kocaman hirkasi, elinde mendiliyle ziril ziril aglarken cok estetik duran keyt'i kendi piskolojisiyle özdeslestiriverir, hepimiz keyt'iz aslinda der, ask acisi her yerde ne de olsa..

vesselam filmin sonunda kocaman gülümseme yapisir agiza, hayati flu renklerde görür esas kizimiz.

yaptin sen de..
öyledir cünkü..

her gül cok sanatsal, her renk film gibi, her kar tanesi masal gibi geldi sana da..
aynaya bakip aci gercekle yüzlesmek uzun sürmez;
hani romantik olucakti aglarken, hani esas kiz aglarken öyle hüzünlü öyle kirilgandi..

olsa olsa mizmiz aglak cocuklara benzersin en iyi ihtimalle,
aksi gibi onca sanatsalligin icine eden alnin kenarindaki sivilce..

etkisi cok sürmez vesselam.

iyi seyirler..
imkansız olaydır. en basitinden, ilk aklıma gelen, en yakında yaşadığım bir örneği vereyim.

bellekteki film kareleri: "sabah uyanmışsınızdır. tatlı, akıcı bir melodi vardır odada. gözleriniz şişmiştir, uyanır ve dakikalarca tavanı boş gözlerle seyredersiniz. mutlu ve huzurlusunuzdur, uyanmak istemezsiniz."

acı gerçek: telefonun alarmını, o film tadında bir melodi olarak ayarlarsınız(favorim uyanma şarkısı neden bilmem mr tambourine man) zırıl zırıl alarm sesine alışmış bünye o "tatlı-akıcı" melodi karşısında uyanamaz. öküz gibi uyumaya devam edersiniz. sonra salyalar içinde uyanıp küfür ede ede evden çıkarsınız. hani tavan seyretme, hani küçük mutluluklar? alayı yalan.
bir başka "yalan olan" film tadında yaşama olayını anlatmak isterim. ne yazık ki gerçektir.

kışların en sevdiğim yanı, kara film tadında yaşabilecek olmamdır. paltomu giyer ve sokaklarda ipsiz sapsız gezinirim.

aklımda şu film kareleri vardır: "puslu havada, meraklı gözlerle etrafı kolaçan ediyordum. sigaramı yakarken yerde 50 cent büyüklüğünde bir kan lekesi gördüm(ahaha 50 sentmiş, amına kodumun) lekeye eğildim ve bir müddet izledim. doğrulduğumda başucumda o ölümcül, seksi kadın duruyordu."

acı gerçek: sabah evden çıktım. otobüs durağına kadar olan mesafede bi kara film tadı yakalamak istedim. yerlerdeki lekelerden manalar çıkarmaya çalışarak geziniyordum. derken bir gürültü ile irkildim. evimin dibindeki ilkokul'a giden bir öğrenci belli ki kahvaltısında yumurta yemişti. ve bunu tüm sokakla paylaşıyordu. çocuğun kusmuklarına bakarak cinayeti çözemezdim.

edit: efendim dancing in the moonlight belirtti, 50 cent para birimi yokmuş. şahsen görmüş gibi hatırlasam da, bu hatırladığımdan şüphem var. bu sebeple bunu da belirtmiş olalım.
hangi film olduğunada biraz bağlı olan durum.
+abi ben karar verdim.hayatı toz pembe yaşayacam.
-dikkat et de tozu gözüne kaçmasın.
+???
louis de funes filmlerinden alınan tad aliniyorken fena olmayacak bir tadir. gelgelelim ki ferdi tayfur filmi tadi alinacaksa o vakit bülent erşoy ile hububat sektorunde yaşanan sorunsallarin nihavent makamına etkisini tartisirim daha iyi.
mevzu bahis hayat türkiyede ise şayet, koşullar gereği, sadece porno film tadında yaşanabilir. zira vatandaşa sürekli bir şeyler giriyor..

velhasıl; düzen hep farklıyken düzülen hep aynı olunca, başka alternatif kalmıyor canlar..
ölmeden önce gözünün önünden geçmesi için sürekli mmlik hesaplarla 35 e takılmadan yaşamaktır.
senaryosunu kendimizin yazması geren bir film olmalıdır zira unutmamalıdır ki bazı filmler mutlu sonla bitmez.
(bkz: hayatım gözlerimin önünde kapalı gişe)
(bkz: hayatı porno film tadında yaşamak)
iyi bir gözlemciysen, konuşmaktan çok izliyorsan birilerini, gerçekten filmlik kareler karşına çıkar. şiveli konuşan bir amcanın mimikleri, kendini beğendirmeye çalışan bir kızın söyledikleri, küçük bir çocuğun kırdığı potlar gibi.
zordur.

taksiye atlayıp öndeki arabayı takip et diyebilmektir. * öndeki arabaya yetişince selektör yapıp sağa çektirmektense, taksiden arabaya atlayabilmektir. evde ayakkabı ile dolaşıp hanımdan oklavayı yememektir. bakkala giderken niyazi abi'ye kaldır o koca kııçını da işine bak adamım diyebilmektir. polise kimliğinizi görebilir miyim diyebilmektir. * konuşmama hakkına sahip olmaktır. polisle taşak geçebilmektir. lisedeki şampiyonluk maçına gelmediği için babaya trip atabilmektir. * 27 yıldır kimsenin gitmediği tekin olmayan tatil köyüne gidebilmektir. gönlünüzün estiğince müsriflik yapabilmektir. annenin boyfriend ini kızınızın boy friendini kabul edebilmek, hatta onları odalarında yalnız bırakabilmektir. * bir saat satranç oynadıktan sonra zort diye mat diyip hiçbir açıklama yapmadan sittir olup gidebilmektir. * öne doğru zıplayarak ateş ettiğiniz hedefi on ikiden vurabilmektir. hiç küfretmeyip yerine kahretsin, kahrolası ve türevlerini kullanabilmektir. *
truman show tadında yaşadığımız kesin.
catıdan atlamak istediginde düstügün zaman olmeyecegini düsünmek. kuş olup uçmak kanat takmak istemek. istanbul kanatlarımın altında filmini yeniden cevirmek istemek .. istemek de istemek ama yaşayamamak...
(bkz: an itibari ile başroldesiniz)
mümkünse çizgi film olsun bizden olsun.
romatik komediyse güzel
dramsa üzücü
gerilimse stresli
korku filmiyse çok kötü...
hayalci olmak. öyle bir şey yok çünkü. hayat alabildiğine gerçek.
hayata merhaba dedigimiz an hayat filminde oynamaya baslariz.

oncelikle bir figuran kadar degerimiz yoktur, olsa olsa konu mankeniyizdir. kimse bizi tinlamaz.

yavas yavas hayat sektorunde tirmandikca filmde aldigimzi rol de artmaya baslar.ilkokula baslamak ile figuranligin mektebine baslamak neredeyse bir. okuma yazmayi ogrenmek rol yapmayi ogrenmekle esdegerdir.

lise hayatina sinavlarla hazirlanirken aslinda figuranlik giris sinavina giriyoruzdur. ya asama kaydedip sinif atlayacagiz ya da figuranligin kenarinda durmaya devam edecegiz. ilk rol tekliflerini almaya baslariz lise yasamimizda. ilk replikler de soylenmeye baslar.

esas sinav ise universite sinaviyla yasariz. iste figuranliga adim atacagimiz andir. basrollerin aranilan oyuncusu mu olacagiz yoksa ikinci adam mi? yoksa kapidan donup binlerce yuz eskiten normal figuranliga devam mi?

az replik, az para memurluk gibi.

ardindan sinav sonucuna gore terfi edersek en azindna replik artacak, alinan ucret de. hayranlar kazanmaya baslayacagiz. kimi surekli kimi sadece hayal, gecici !

ardindan da basrol. kacimiz su an basroldeyiz bilemeyiz, kacimiz da figuran.

tek bildigimiz ise film devam ediyor.

bu klasik yoldu, bir de cocuk yildizlar gibi hayata erken atilan, erken figuranliga baslayanlar var, onlar da zamanla hayat hep boyle devam edicek demekle ben artik basrol oynacagim demek arasindaki ince cizgiyi takip ederler. kimisi silinir figuran olarak kalir, kimisi ise yeni hayranlar yeni basroller ile devam eder.
hayatı bir filme sığdırmak kadar zor,başrolde olmak kadar heyecan verici,oyuncuları seçememek kadar gizemli,mutlu sonla bitirmek kadar umut verici birşeydir.
(bkz: ömrünün son anlarında film tadında kareleri görmek)
film tadında yaşamak için senaryonuz hazır olmalı. senaryo hayallerinizdir.öyle ki yaşarken ben bu anı seyretmiştim dersiniz...
hayatının film gibi başladığını,filmlerdeki gibi devam ettiğini,ve filmlerdeki gibi son bulacağı sanan insandır.yaşadığı her olayı izlediği aptal bir filme bağlayıp sonunu da ona göre görür fakat hep yanılır..
(bkz: filmler bitiyor hayata devam)
nuri bilge ceylan filmleri tadında yaşamak. yok artık.