bugün

başlık biraz anlaşılmaz oldu, farkındayım.

sobalı evde oturanlar bilir, çocukken sobaya yaklaşırdık, tam dokunacağımız sırada 'cız' sesini işitirdik yakınlarımızdan. 'dokunma ona aman, yanarsın.'

ilk başta anlayamadık tabi. çocukken, gençken bize verilen uyarıları hep fuzuli olarak gördük. 'oğlum çok yeme onu zararlı' ikazlarını dinlemedik, 'biraz da bizimle otur, çıkmayıver bugün' nasihatlerine dikkat etmedik.

yıllar geçti, büyüdük hepimiz. yakınlarımıza hak vere vere büyüdük. hayattan her tokat yediğimiz an daha iyi anladık. yaşın verdiği olgunluğu, bazı şeylerin fark edilmesinde kullandık. fakat hepimiz yalnız kaldık. eskiden duyduğumuz 'nasıl olsa beni koruyan birileri var' fikrini kaybetmeye başladık. sadece bir cümlenin bile verdiği ağırlığı hissettik içimizde.

hata yapınca hatası düzeltilen, koruyan ve kollanan çocuk olarak büyüdüm ben artık. fakat güvenim büyümemle beraber bir o kadar da azaldı. bana yapılan ikazlara kulak asmayan ben, nasihatleri hep fuzuli gören ben arayan oldu. o uyarıları, o 'cız' sesini çok özleyen oldu.

ben bağırıyorum, sobaya yaklaşıyorum, bu sefer elimden daha fazlası yanacak, düşeceğim diyorum. hine o koca sessizlik.

bat dünya bat.
(bkz: sözlük yazarlarının itirafları)
'cız' sesinden daha çok anne özlemidir aslında. türk ailelerinde çocuk, ölene kadar çocuk olarak görüldüğü için anneler, her zaman çocuklarını korumak, kollamak isterler. anneden uzaklaşınca veya annenin vefatı sonrasında ise çocuk, kaç yaşında olursa olsun, kendini yapayalnız ve korumasız hisseder. bir bakıma, üzerinde var olan koruma kalkanı bir anda kaybolur.
(bkz: hayata dair iç burkan detaylar)