bugün

(bkz: ecel)
(bkz: ayrılık)
(bkz: elveda)

aklıma gelen ilk kelimeler.

bir de yaşarken resmin solması vardır ki; işte bunu sadece yaşayanlar bilir. ve bu kaderi tüm hayatlarını flu olarak yaşayarak geçirirler. hayatın renkleri solar, tüm renkler griye çalar. bazen resimde bir figüran olur kişi. başrol olmaya uğraşmaz. zaten umrunda da değildir ne yaşamak ne hayatın resminin solması; amacı tektir, yaşamak için yaşamak; mutlu olmak için değil.
önce saclarda sinsi beyazliklar cikar, sonra gözlerin aklarina kirmizimsi gölge gecer, mor halkalar vals yapmaya baslar.

ayaklar gittikce bicimsizmeye ve damarlara pörtlemeye başalar. ufaktan ufkatan deri sarkmaya baslar.

boy toprak cekiyormus gibi kısalmaya baslar.

tatsiz bir ufak memur gibi günleri doldurmayi ve zibarip yatmaya can atilir sadece.

güller ölmüş yerine ise pas rengi solgun ve mefta yapraklar almiştir.

nedense pek canli ve civil civil parçalar dinlenemez istenmez.

radyoyu actiğinizda artik zevkinize göre ya joy f.m. dinlenir ya da ne bileyim karma turka olsun joy turk falan filan dinlenir. arzu eden power xl dinler o ayridir.

bütün savaslar bitmiş ve yenilginizi tescillemek icin ruhlar ülkesi müttefiginizi beklersiniz.

ama işte hala herşey bitmiş değildir.

ruhun yaslanmasina karsi kullanilacak en kuvvetli ilaç değişikliklerdir.

ne bileyim kendi ezberlerinizi bozup kendinizi sifirdan var edebilmektir.

bir yere saplanip kalmamaktir.

belki de cingeneler bu yuzden dolayi sen sakraklardir.

ruhu yaslandirmak ve bir resim gibi soluklasmanin en etkili formulu ise her günü ayni sekilde yasamaktir.

ye iç sıc calis ve yat denklemini renklendirenler genelde ezberlerde yasayanlar değildir.

biz ki fanilik için ölümsüzlüğü arayan kayip cocuklar faniliği alt edebilmek ve ölümsüzlük sarabini içmek için ölmek zorundayiz.

ama ölmenin basit oldugu ve yasamanin bir mucize oldugu ne kadar iyi yasarsak o kadar iyi yasayacağimiz gerceğini iska gecemeyiz.

ne diyordu bakalim nazim hikmet?

'Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir
sincap
gibi mesala,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani,
bütün
işin gücün yaşamak olacak.

Yasamayi ciddiye alacaksin,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kollarin bagli arkadan, sirtin duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleginle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmedigin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamisken,
hem de en güzel en gerçek seyin
yasamak oldugunu bildigin halde.'

devamini meraklisi bilir bu şiirin....

şimdi konuyu dagitmadan mevzumuz üzerinde devam eyleyelim.

diyelim ki uzun vakitler görmediğiniz bir ahbabinizla vakit evvel resimler cektirmişinizdir.

hiç bir düsmana gerek birakmadan zaman denilen azgin düsmanin marifeti ile ayri düsmünüzdür.

albumleri karisitirirken gözünüze sifati denk gelir.

birden beyninize ezbere bildiğiniz ama son bir kaç senedir unuttugunuz hatiralar arz-i endam eder.

bir kaç gün kafanizda dolasir.

ama bir gün tekrar unutulur.

daha dogrusu tavan arasinda bir yerlere koyarsiniz ister istemez.

bir vakitler deli dolu hatiralar ve bitmeyecek olan anlar sadece bir fotografta kısıtlanmiştir.

ne kadar hazin.

o resim ebedi olmadiği için önceleri sararir.

garip bir kehribar rengine dönüsür.

sonra da dikkatsiz bir hirtonun marifeti ile yok olur.

sadece aklinizda kalir.

günün birinde ise gercekle bir alakasi olmayan bir kareye dönüsür zihninizde.

yenilginizi tescilleyen ruh mutemedi gelince de yok olur.

herneyse bu işler böyledir....