bugün

1789 Fransız ihtilali'nin ünlü sloganı neydi: "Özgürlük, eşitlik, kardeşlik"...
Aradan geçti 214 yıl, geldik 2004'e; Fransız ihtilali'nin sloganı ne kadar gerçekleşebildi yeryüzünde?
Üstelik 214 yıl boyunca ülkeler arası çatışmalarla, ülkeler içi çatışmalarda ölmüş olanların sayısı, kaç yüz milyon acaba?
Özensizlikten ölenler, bakımsızlıktan ölenler, çaresizlikten ölenler de cabası...
* * *
Ya doğduktan sonra yeryüzünde, ancak sürüne sürüne ömrünü tamamlamış milyarlarca insan?
Öyleyse Fransız ihtilali'yle ortaya çıkmış olan "ulus - devlet" modeli, ne kadar yarar sağlayabildi insanlığa?
Türkiye'de değilse de; dünyadaki bazı akademik ortamlarda ve özellikle de Fransa'da, tartışılmaya başlanmış bir konu bu...
* * *
Buna karşılık "ulus - devlet" modeli en çok kimleri ihya etti?
Klasik yanıt şöyle:
"500 yıl boyunca okyanuslarla baş etmeye çalışma sonucunun birikimlerinden çiçeklenen, endüstriye geçme aşamasıyla; ekonomik egemenliği ele geçiren burjuva sınıfını ve onun çevresinde örgütlenen politikacılarla militerleri ve bürokratları".
* * *
200 yıldan bu yana Türkiye de, küçücük Avrupa kıtası laboratuvarlarında oluşan bir değişimi; üretim ve ekonomi açısından yerine, salt görüntü ve yaşam biçimi açısından taklit etmeye çalıştı...
Çalıştı da ne oldu; "insanların yaşam kalitesi" merdiveninden bakıldığında, Finlandiya'nın 96 basamak, Yunanistan'ın da 70 basamak altına düşmüş bir ülke manzarasıyla, tam bir fiyasko oldu...
* * *
Şimdi TC'nin, 20. yüzyılı da büyük bir hamasetle ıskalamış olduğu usul usul şeffaflaşmada...
işte birkaç kanıt:
1- Çarşamba günkü Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında bir haber, "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök'ün 'Yolsuzluklar üstüne sonuna kadar gidilmeli' tavrı, Milli Savunma Bakanlığı'ndaki büyük vurgunu ortaya çıkardı."
2- Çarşamba günkü Milliyet'te Mehmet Y. Yılmaz'ın yazı başlığı, "Peki, ya Türk işkenceciler!"
3- Can Dündar'ın dünkü yazı başlığı, "Deniz'lerin idamına oy verenler"...
4- Dünkü Hürriyet'te Bekir Coşkun'un, "Tiyatroculara tekme atmalı" başlıklı yazısından birkaç satır:
"...bu ülkenin devlet adamları, tiyatroları ve tiyatrocuları hiçbir zaman sevmediler.
Çünkü tiyatro onların ne mal olduklarını yüzlerine vuruyor.
Kendilerini buluyorlardı sahnelerde.
izin verilmeyen, şehirlerden kovulan, süründürülen, sansürden geçirilen tiyatroculara yapılanlar, bir tekmeden daha mı hafifti?"...
* * *
1945'te, Türkiye'nin ABD'nin dümen suyuna girmesiyle, darbelerden idamlara; vurgun, soygun ve soysuzluklardan, Pentagon'un özel üslerine kadar; yaşanmış tüm "uyduluk" palyaçoluğunun ayrıntıları da, bir gün ekranlara yansıdığında; "Asmayalım da, besleyelim mi" vurgulamalarının meteorolojisi çok daha net anlaşılacak...
Çok daha iyi anlaşılacak o dönemin, 250 bini aşkın genç bir kuşağı, nasıl ezip, bitirip, cehennemi ütülerin altından geçirmiş olduğu...
* * *
Sakallı Celal, "Nizam - ı Cedit", "Tanzimat", "II. Meşrutiyet", "Kemalizm" dönemlerini; "Şark'a doğru giden bir geminin güvertesinde, garba, Batı'ya doğru koşmak" diye nitelendirirdi.
Çünkü gerek üretimde, gerek ekonomide, gerek teknolojide, gerek bürokratik ve parlamenter düzende çağdaşlaşmaya boş verilmişti.
Böyle bir yamukluğu belirtmek isteyenler de yok edilmişti.
Soğuk Savaş yıllarında ise Pentagon, Türkiye'nin çağdaşlaşması derdinde değil, kendisine bağlı ucuz bir insan deposu olması hesaplarındaydı. Ve çok kolay buluyordu kendisine sadık birtakım hamasi demagogları...
* * *
"Ulus - devlet" modelinin aşılmakta olması; süper teknolojideki muhteşem gelişmelerle ekonominin küreselleşmesi ve şeffaflığın Türkiye'yi de içine almaya başlaması, bazen yüz yıl sonraki istanbul'u düşündürüyor insana...
Irak'taki işkence fotoğraflarını kimlerin çekmiş ve dünya medyasına dağıtmış olduğunu da, düşündürdüğü gibi...
* * *
Vaktiyle Maarif Vekili Necati'nin yaptığı bir tanımlamayla; "Hayat bir katakulliden ibaret" mi; yoksa babaannemin deyimiyle, "Doğru, ne kadar sallansa da, yıkılmaz" mı?

çetin altan
güncel Önemli Başlıklar