bugün

Çoklu oyuncu modu dışında da oynandığını yıllar yıllar sonra öğrendiğim oyun. Bugüne kadar hep mp yaptığımız oyun.
Çocukluk ve ilk gençliğimde Ömründen uzunca bir süre çaldı. Çaldı, çünkü aşırı iyiydim bu oyunda. Öyle ki, hayatta en iyi yaptığım şey sıralamasında sanırım başı çeker hala.

O zamanlar internet cafe kültürü yaygın, half life da öyle bir yaygınlaşmış ki, bilmem nerenin köylüğünde internet varsa orada multiplayer half life oynayan birileri var demektir. Herhangi bir oyunun cs ile birlikte bu denli yaygınlaştığını ve bu denli sık oynandığını bir daha duymadım.

Benim yaşadığım şehirde de o dönem half life en revaçtaki oyun. takıldığımız internet cafe half life’ın en çetin oynandığı yer. Oldukça merkezi bir yerde olmasına rağmen internet cafe’deki bilgisayarlarda half life oynamak dışında neredeyse hiçbir şey yapılmıyor. Sıra bekleyen sayısı gündüz vakti 150-200’in altına inmiyor. Artık yoldan geçen çoluk çocuk bile sabahtan sıra yazdırıyor ki belki öğlen ya da akşam denk gelir. Her bilgisayarın çevresinde 10-15 kişi ayakta izliyor.

Bu durum tabi ki, diğer birçok internet cafe için geçerli değil. Sokak aralarında orada burada da cafeler var ama o cafede oynamak hem ayrıcalık hem de çok heyecanlı. Çünkü bütün şehirde en iyi oynayanlar orada. Bunlardan biri de -üzerinize afiyet- benim. Hatta tevazu göstermeyeyim bütün şehirde half life oynayıp da benim nickimi bilmeyen tek bir kişi yoktur. Hatta çevre illerden half life turnuvalarında şampiyon olup yeteneklerini bizim cafedeki ekiple (özellikle de bana karşı) denemek için gelenler oluyor.

Tabi bu her zaman açıktan meydan okuma şeklinde gerçekleşmiyor. Çoğunlukla biz arkadaşlarla cafede muhabbet ederken (öyle bir çay kahve alanı vardı) yabancı ve çoğunlukla yaşları bizden büyük birileri cafeye geliyor, bir süre ağa girip oynuyorlar. O sırada cafenin orta düzey müdavimlerine (ki onlar da baya iyi) karşı hasbel kader üstünlük sağlamayı başarırlarsa cesaretlenip çene yapmaya başlıyorlar: bu muymuş bu kadar övdükleri vs.

Böyle bir durumda cafeci bünyamin eğer rakipleri yeterince dişli görürse yahut bilmem nerenin şampiyonu namı falan duyduysa harun, lokman (arap) veya bana haber verip hemen bir masa açıp oyuna dahil ediyor ki, cafenin şerefi kurtulsun. Oyuncu sayısı sınırsız 100’lük bir el açılıyor, dışarıdan gelenlere açık ara farkla bir ders verilip ritüel tamalanıyor. Tabi biz böyle durumlarda oyuna ödeme yapmadığımız gibi bedava yiyip içiyoruz.

Hatta bir keresinde üçümüz de cafede yokken istanbul’dan 7-8 kişilik bir ekip cafede baya bir üstünlük sağlamış, üzerine ileri geri konuşup bünyamin’in canını sıkmışlar. Bünyamin bunlara cumartesiye randevu vermiş ki, intikam alınsın. Adamlar ayda bir profesyonel turnuva düzenliyorlarmış. (Vay amk, biz gelen gidenle, daha çok kendi ekibimizle amatör oynuyormuşuz.)

Bünyamin bizi cuma gününden iyice kurdu; adamlar şöyle iyi oynuyor, böyle mükemmel oynuyor, hafife almayın, bilmem ne… işin kötüsü, olay baya yayılmış, resmen iller arası challenge’a varmış. Lan biz baya ürktük, adamlar profesyonelmiş, e biliyoruz ki, cumartesi günü o cafe dolup taşacak, olası bir mağlubiyette taşak oğlanı olucaz. Bir yandan da düşünüyoruz; ulan bizden daha iyi nasıl oynanır, yapmadığımız ne yapılabilir de, daha seri oynanır. Ki, lokman kulaklıkla seslerden yer tespiti yaparak oynar. Neticede herkesin herkesi punduna getirip vurduğu bir oyun. En seri hareket eden, en iyi hedefleyen skorda öne geçiyor. Hani çok derin bir strateji falan da kasamazsın.

Ben bütün gece adamların oynunu düşündüm, kendi tarzımı düşündüm. O zamanlar zaten herhangi bir yerde gözümü kapattığım anda half life arenasına ışınlanıyorum, sürekli oyuna dair yeni şeyler hayal ediyorum. Bu artık benim için bir seçim olmaktan çıkalı çok olmuştu. Gözümü kapattığımda hayata dair başka herhangi bir şeyi görselleştirme yeteneğimi kaybetmiştim, ne yaparsam yapayım birkaç saniye sonra half life arenasında buluyorum kendimi ve o şekilde uyuyakalıyorum.

o gece, hele de havaya girdiğim bir anda birinin beni yenebileceği bir senaryo tasarlayamadım.

Cumartesi günü cafeye gittiğimde lokman ve harun çoktan gelmişti. Cafe hınca hınç dolu, herkes maçı bekliyor. içerideki tek muhabbet adamların oynayış tarzı üzerine. Bünyamin 100’lük 3 maç ayarlamış. Aralarda 10’ar dakika çay molası. Herkes aynı profille (aynı dış görünüş) oynayacak. 100’ü tamamlayan hangi ekiptense o ekip maçı almış olacak ve 2 maç alan kazanmış olacak ama her halükarda 3 maç tamamlanacak. (Hesaplar şişsin)

Adamlar geldi, kurallar anlatıldı, onlar da okey verdi. Onlar 4 kişi geldiği için cafeden orta düzey bir oyuncu daha bizim ekibe katıldı, maçlar toplamda 8 kişi ile oynanacak. iyi mi? iyi.

Başlamadan önce bünyamin sıkı sıkı tembih etti; aman taşak yapmayın, cıvımayın, ciddi oynayın. Biz zaten o moddayız. Aşırı gergin ortam.

Neyse ilk maç başladı ve tam bir kaos hakim oldu. Harun, lokman ve ben çılgınca sayı yapma derdine, deli dana gibi koşturuyoruz. Puan tablosuna bile çok nadir bakıyorum. ilk maç bittiğinde ben 100, lokman 90 küsur, harun 90 küsur, o ekipten bir kişi 80 küsur, bizim ekipten diğer eleman 40 küsur, karşı ekipten diğer 3 kişi kayıplarda.

Bütün cafe çoşuyor. Tabi bizi bir gülme aldı. ikinci maç yine aynı tablo. Bu sefer ilk 4 biziz. Bunların en iyisi 60’larda ve rahatlama. ikinci arada taşak yapmaya karar verdik. Son oyunda benle harun levye savaşı veriyoruz, lokman böcekle oynuyor. Tabloda geri düşecek olursak normal oyuna geçiyoruz, fark açılınca levye savaşı başlıyor. Bizdeki 4’üncü kişi 70’lerde liderken karşı ekip aşağılamaya daha fazla dayanamayıp bütün hesapları ödeyip cafeyi terk ettiler.

Bu olay baya efsane gibi yayıldı şehirde. Bilinirliğimiz iyice arttı. Farklı şehirlerden kendilerini denemeye gelenler de arttı haliyle. Hiç meydan okuma kaybetmedik. Uzunca bir dönem cafe evimiz gibiydi. Sonra üniversite sınav dönemi, ben ayağımı çektim, harun da öyle. Lokman da bir işe girdi sanırım, o da öyle uzaklaştı. Sonra half life yerini cs’ye bırakmaya başladı. O dönem bilardo ve at yarışını bıraktım.

internet cafe-bilardo-ganyan bayi arasındaki o günleri hala özlüyorum. Sanırım hayatta en mutlu olduğum dönemdi. Sonra büyüdük, titrler edindik, sik sok hayat dertlerine düştük, çocukluğumuz öldü.
bir dönem steam'de ücretsiz verilen nostaljik oyun. hala daha türk sunucuları varlığını korumaktadır.