bugün

bilge karasu' nun 1979 yılında yayımladıgı tekrar tekrar okunası oyku kitabı.
günlerden deniz, sulardan salı, yürürden vatos, yüzerden kedi...
demistir kendileri...
okuduktan sonra uzunca sure bunun disinda hicbir metinden tatmin olmamanizi saglayan bilge karasu kitabi!ruhunda sarsinti istemeyenlere onerilmez!

"kişioğlu, silik anısı belleğinin bir köşesinde sıkışıp kalmış uçmaya yeniden ulaşmak için can atar. ama kaç kişi - bir parçacık da olsa, eksik güdük de olsa - bunu başarabilir ? eskiden, çok eskiden olur, olabilirdi belki o iş. her şey bitip tükendikten sonra herşeyin yeniden başlayabileceğine, biten bir yılın ardından yeni bir yıl geldiği gibi o uçmaya dönülebileceğine inanmak güç artık. bir daha, bir daha ölüp, bir daha, bir daha, bir daha dirilebileceğine inanamıyor insan. akıp gitmenin çizgisi üzerinde, örneğin bir kolunuzu yutmuş bir balığı el içinde taşımakla bilgeliğinizi gösterdiğinizin kaç kişi farkındadır ? başta, kolu yutulmuş kişi, bunu bilgeliğine değil, sevdasının çaresizliğine verir, karşı konmaz bir yıkımın kurbanı olmayı seçmek türünden bir katlanış acılığından kendine bir büyüklenme payı çıkartmaya bakar."
(bkz: usta beni oldursene)
en bilinen oykusu icin :

(bkz: usta beni oldursen e)
(#714849)
kendi kafamızdan uydurduğumuz bir zaman içerisinde gördüğümüz kedi düşleridir. karasu'nun diğer bütün yapıtlarından daha güçlü bir eserdir. okuduktan sonra uzun bir süre hazımsızlık sorunları yaşatır, diğer kitaplardan soğutarak bünyede doygunluk yaratır.

bir kedinin gözlerine bakmak gibi, haz ve korkuyu-bilinmezi aynı anda aşılıyor. türkiye'de bunun gibi bir eser ortaya koyulabilmişken hala daha türk edebiyatı'nı yeterince güçlü görmeyenlere açıkçası gülmekteyim.

şair, şiiri kastetmiş olsa da, diyelim ki, "göçmüş kediler bahçesi bir baş dönmesinden başka nedir ki?!"
içndeki her bir öykünün günün her bir saatine tekabül ettiği bilge karasu metni. dehlizde giden adam, avından el alan, alsemender bu ciltteki okunası öykülerin başında gelir.
üslup ve dil dersi için zerrelerine kadar tadılması gereken bir başyapıttır. alsemender i ne açıdan okursanız okuyun, başka bir şey var burada dersiniz.
"Oyun üzerine ne biliyorsam ondan öğrenmiştim. Ustam karşımda
duruyordu. Ama oyunun oynanması üzerine bilgi vermemişti. Satranca çok
benzeyen bu oyunda taşların, yani bizlerin adı, satrançtaki gibiydi, kurallar
hemen hemen aynıydı. Bir iki noktada satrançtan ayrılınıyordu. O noktaları da
Başkan anlatmıştı bu sabah. Ne ki, satranç oynamasını bilip bilmdeiğimi kimse
sormamıştı. Morların bilmesi gereksizdi zaten. Bir zamanlar biraz oynamış
olduğum için, oyunu bilmiyorum diyerek işten sıyrılmağa da kalkmamıştım.
Oynamak istemiştim, başından beri, onu gördüğümden, oyuna katılıp
katılmayacağımı soruşundan beri.."

(arka kapak)
10.

Başkan beni kayırıyordu galiba. Beni en korkulu durumlardan
kurtarıyor, başkalarını esirgemezken beni elinde tutuyor, vezirliğe doğru
sürüyordu.

Alanda oyuncuların sayısı epey azalmıştı. Yarıya inmiş gibiydik.

Yeşiller direniyor, başarıyla sürdürüyorlardı oyunlarını. Usta
oyunculardı onlar. Bakışıyorduk onunla. Kollarını açtı, bana doğru uzatır gibi
yaptı, sonra gülerek yumruklarını sıktı, hızla uyluklarına indirerek çarptı.

Susamıştım. Hepimiz susamış olsak gerekti. Ama su için çalıştığımızı
unutamazdık. Oyun bitesiye su yoktu hiçbirimize.

Oyun üzerine ne biliyorsam ondan öğrenmiştim. Ustam karşımda
duruyordu. Ama oyunun oynanması üzerine bilgi vermemişti. Satranca çok
benzeyen bu oyunda taşların, yani bizlerin adı, satrançtaki gibiydi, kurallar
hemen hemen aynıydı. Bir iki noktada satrançtan ayrılınıyordu. O noktaları da
Başkan anlatmıştı bu sabah. Ne ki, satranç oynamasını bilip bilmdeiğimi kimse
sormamıştı. Morların bilmesi gereksizdi zaten. Bir zamanlar biraz oynamış
olduğum için, oyunu bilmiyorum diyerek işten sıyrılmağa da kalkmamıştım.
Oynamak istemiştim, başından beri, onu gördüğümden, oyuna katılıp
katılmayacağımı soruşundan beri.

Göçme oyunu sözünü o da açıklamamıştı ama. Göçme oyunun oynandığı
bahçeye Göçmüşler Bahçesi adını bilerek verebilirdim ama o sözü, daha hiçbir
şey bilmezken uydurmuştum. Sonra başka bir şey geldi usuma o ara. Burası,
göçmüşlerin bahçesi değildi, göçecek kedilerin çekilip gözden ırak ölmeğe
baktıkları yeriydi herhalde bu kentin; Göçmüş Kediler Bahçesiydi bu.

Göz göze geldik gene. Usumdan geçenleri bilirmiş gibi, biraz alaycı
bir gülümsemeyle, başını "evet" dercesine sallıyordu. Başkan hâlâ düşünüyordu.
Kendi oyunumu oynamağa başladım.

Sen beni yaşatabilirsin, diye geçirdim içimden.
Başı, gene, evet, dedi.
Ama yaşatmak istemiyorsun çünkü sen
Başı, evet, ben?.. dedi.
Sevildiğini bilmek istersin.
Evet.
Ama sevildiğinin söylenmesini istemezsin. Beni söylenmemiş bir sevgide
boğabilirsin.
Evet.
Çünkü...
Çünkü?..
Bilemiyorum. Galiba... Korkuyorsun.
Evet.
Oyunu kestim. Tatsızlaşıyordu.
Kesmedi o.
Bekliyorum, dedi, evet...
Vazgeç, dedim başımla. Başka öksürdü. Kıpırdamıştım. Dondum.

Ağaçların arasında dönmeden önce bacaklarıma sürünen kediye bile
bakmadım. Kedi geçti gitti. Açtı; yorgundu belki. Ölmüştür şimdi. Göçmüştür bu
bahçede.

Başkan beni unutmuştu. Oysa ben, küçücük piyade
aşağıları savunuyordu şimdi,
oysa ben, küçücük piyade, vezirden başkasını düşünmüyordum. Ne yapıp
edip onu

Ama... Oyun bitmişti. Bitmişti benden yana. Bir tek adım atmam
yetiyordu işte. "Ne yapıp edip"in gereği yoktu artık. iyi oyuncu değildim ama
atılacak adım açıkça ortadaydı. Üstelik, istediğimin gerçekleşmesi bundan
kolay olamazdı.

Alanda bir kıpırtı oldu. Nerede, nasıl, bilmiyordum. Bildiğim, sıranın
bana geldiğiydi.

Her şey durmuş beni bekliyordu. Ben Başkanın sözünü bekliyordum.
Başkan başka bir şey söyleyemezdi, besbelli. Her yanım gerilmişti, atılmağa
hazırdım. Bir adımla vezire çıkıyordum. Yeşillerin veziri ister istemez beniim
oluyordu ardından...

Başkan susku içinde düşünüyordu. Bana dikilmiş yeşil gözleriyle
başını, ilk kez, "hayır" dercesine salladı o.

Neye hayır?
Düşündüğüne.
Gülünç olma, tam bu noktaya geldikten sonra... Seni almamı istemezsin
elbet, ondan öyle...
Hayır. Ama...

Konuşmak istiyordu şimdi. Üstünlük taslamaktan, tepeden bakıp alaycı
davranarak sırt okşamaktan vazgeçiyor, konuşmak istiyordu. Usumdan geçeni o
nasıl anlıyorsa, ben de öyle anlamalıydım onun usundan geçenleri. Mor değil,
Yeşildi anlaşmaya, uzlaşmaya varmak isteyen. Bütün gücümü kullanıp
anlamalıydım onu.

Hayır, diyordu, düşündüğün yanlış.

Birden toparlandım. Beni oyalıyordu. Yapmak istediğimi sezmiş,
önlemeğe çalışıyordu. Şu anda bir düşmanlık durumu içindeydik.

Dost olmamış mıydık bugüne dek? Hiç yan yana durmamış mıydık?
Görüştüğümüz anda büyülemişti beni. Ama ben mi ona yaklaş
Düşündüğümden vazgeçmek istemiyordum. Ona bakmağı bile bıraktım, yan
gözle Başkanın ağzını kollamağa başladım. Başkan kararını verdi, ağzını
araladı.

Çıkacak sesi beklemedim. Bir tek uzun adım attım. Binlerce insanın
göğsünden bir körük sesi çıktı.

Uğultu dindiğinde onun sesini işittim. "Mat" diyordu. Üstümdeki,
elimdeki demirlerin göğü tutan gümbürtüsü içinde yığıldım durduğum yere.

Bilge Karasu..
masal'ın bir tür olarak sahip olduğu genişliğin, sayısız olanağın okuyucu ile sunulan gerçek arasındaki mesafeyi daha iyi kapattığını göstermesi açısından benzersizdir.

hikayenin; bazı koşulları yahut da insanların koşullara yapışıklığını gösterme noktasında kimileyin çıldırtıcı bir sebep sonuç ilişkisini zorunlu kılması bir tür olarak masal'ın neden önemli olduğunu da gösterir.

sokulgan okur bu noktada gerekirse cahit zarifoğlu'nun çocuklar için yazıldığı söylenen masal kitaplarına müracaat edebilir.
masal'ın bir tür olarak sahip olduğu genişliğin, sayısız olanağın okuyucu ile sunulan gerçek arasındaki mesafeyi daha iyi kapattığını göstermesi açısından benzersizdir.

hikayenin; bazı koşulları yahut da insanların koşullara yapışıklığını gösterme noktasında kimileyin çıldırtıcı bir sebep sonuç ilişkisini zorunlu kılması bir tür olarak masal'ın neden önemli olduğunu da gösterir.

sokulgan okur bu noktada gerekirse cahit zarifoğlu'nun çocuklar için yazıldığı söylenen masal kitaplarına müracaat edebilir.
bu arada göçmüş kediler bahçesi, bir bilge karasu kitabıdır. demeyi gereksiz görmüştüm. ama anlaşılan o ki çok gerekliymiş.
(bkz: hayvan mezarlığı)
usta beni öldürsen e adlı öykü ile efsaneleşen bilge karasu kitabı.
cambaz hikayesi çok başarılıdır.
dil zaten söze gerek yok durumu.
--spoiler--
Sen beni
yaşatabilirsin, diye geçirdim içimden.
Başı, gene, evet, dedi.
Ama yaşatmak istemiyorsun çünkü sen
Başı, evet, ben?.. dedi.
Sevildiğini bilmek istersin.
Evet.
Ama sevildiğinin söylenmesini istemezsin. Beni söylenmemiş bir sevgide
boğabilirsin.
Evet.
Çünkü...
Çünkü?..
Bilemiyorum. Galiba... Korkuyorsun.
Evet.
Oyunu kestim. Tatsızlaşıyordu.
Kesmedi o.
Bekliyorum, dedi, evet...
Vazgeç, dedim başımla. Başka öksürdü. Kıpırdamıştım. Dondum.
--spoiler--
bilge karasu bu kitapta "incitmebeni" hikayesine şöyle başlar ve devam eder;

"herkesin,
kim bilir, belki de ancak -çoğu insanın- demeli ya,
giyinmek için uğraşıp didindiği bir dünyada,
insanların,
arkasını kat kat kalınlaştırmak için olmasa bile,
kış aylarının acı soğuğu estiği zaman sırtını pek tutabilmek için çalışıp yaşadığı bir ülkede
soyunmaktan başka bir şey dilemeyen bir adamın masalı bu.
(...)
insan soyuna soyuna deriye varır, onura öz saygısına varır. bunları yüzmek, koparıp atmak, güçtür ya soyunmayı yürekten benimsemiş kişi, sırası geldiğinde bu son adımı atmayı değer bellediğinde, ölmesini bilir. ne ki, bir tek kez yapılabilecek bu işi, böyle bir eylemin değerini anlayacak kişiler karşısında yapmak ister. yanılır da sırası geldi diyerek, olmayacak yerde girişirseniz bu işe, acı bir masal olur çıkarsınız."
ilk baskısını çok cüzi bir fiyata edindiğim, çok yavaş okuduğum halde neredeyse bitmek üzere olan kitap. metin o kadar garip o kadar içine çekiyor ki, sayfa sayılarına bakmaya fırsatı olmuyor insanın.
bilge karasu denilen müthiş insanın kitabıdır. masal formunda yazdığı 13 tane masalımsısı vardır ve bunlardan 12 sinde değindiği tüm tema ve imgeler 13. masalda birleşir. her günün saatinin bir masalı vardır ve baktığınızda bu bir güne yayılmıştır. 6. saatin masalı olan dehlizde giden adamda bir yolculuk ve gerçeği aramak için kendisini bu yolculuğa çıkaran 19 yaşındaki bir genç vardır. korkusu ve tutkusu vardır ve budur onu bu maceraya atan. dehlizde ilerler sürekli levhalardan yansıyan ışıkları görür bu "umuttur" gerçeği aramasında ona ilerleme şevki verendir. en sonunda mağaranın sonuna gelir, çıkışı bulur; yalnız bu genç yolun sonunda kör olur. artık başka gözlerle bakacaktır dünyaya ve fakat ışığa çıkmasına karşın hala gerçekliği bulamadığından ölene kadar soracaktır, arayacaktır onu..
--spoiler--
Deniz, analar gibi, sevdiğini, döl yatağında tutup saklayacaktır, bir daha doğurmamak üzere.
--spoiler--
okuduğum bir makaleden aklımda kalmış bir başlık (bitimsiz masallar toplamı) cuk diye oturmuş kitabı birazcık da olsa özetlemeye, hoş hiç bir makale bilge beyin yazdıklarını tam olarak açıklayıp, ya da şurada böyle oldu diye özetleyemez.

avından el alan, bir orta çağ abdalı ve tabi usta beni öldürsen ''e'' muhteşem öyküler. okunup okunup hatmedilecek tarzdan. kitap henüz bitmedi lakin alsemender adlı öyküyü çok merak ediyorum. alsemender var olmayan bir çiçek adıymış. bilge beyin var olmayana yazdığı bir öykü.
Kitap isimlerinde kedileri kullanmayi seven yazarimiz bilge karasunun eseridir. (bkz: ne kitapsiz ne kedisiz)
kitaplığımdaki en değerli kitaplardan olduğunu bildiğim. ama bir türlü sonuna kadar okuyamadığım, keyfine varamadığım.
Yazlari göctugumuz bahcedir. Akan suyun sesi, tavuklarin bidiklamasi, horozlarin sabah sabah kulagimizi sikmesi.. anlatilmaz kaşınır. Ah dur kasindim, şurayi dilleyim biraz.
Kemalist vesayet tarafından göçe zorlanan yahudi kedilerin yürek burkan hikâyesinin anlatıldığı tarihi roman.

Ağlayarak okudum...
güncel Önemli Başlıklar