bugün

Godot’yu Beklerken, 1948 yılında Fransızca olarak yazıldı ve 1953’te Paris’te sahneye kondu. Zamanla ülke capında bir ün kazandı. 1954 yılında Beckett tarafından bazı değişikliklerle ingilizceye cevrildi ve başka ülkelerde de sahnelenmeye başladı. Avangart olarak nitelenmesine karşın hızla klasikleşti.
Oyunun varoluş sancıları çeken kahramanları, yolları kesiştiğinde birbirleriyle
iletişim kurmaya çalışırlar. Her gün yinelenen bu ritüelde bellek işlevini yerine getirmeyince gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşmaya başlarlar.
Estragon: haklarımızı kaybettik, ha?
Vladimir: (net). haklarımızdan kurtulduk.

gelip gelmeyeceği, kim olduğu kadar belirsiz olan birini bekleyen iki arkadaşı ve tüm "bekleyenleri" anlatan eser.

Samuel Beckett tarafından 1949 yılında Fransızca olarak yazılan eser, vikipedi'den aldığımız bilgilere göre, ilk kez 1953'te Paris'te sahnelenmiştir.

Tıpkı yarın akşam üstüne yakın gelecekmiş gibi, beklemeye devam.
Godot'yu Beklerken oyunu iki perdeden oluşmaktadır. Oyun, klasik oyunların alışageldiğimiz iyi kurulu olay örgülerine zıt yapıdadır. Oyunda takvimlerin, saatlerin söz konusu olduğu doğrusal kronolojik bir anlatım yoktur ve gelişip çözülen bir olay zincirine rastlanmaz. Belli bir başlangıç ve son, anlamlı diyaloglar ve psikolojisini çözümleyebileceğimiz iyi betimlenmiş karakterler de bulunmaz. Sahnede bütünüyle anlamsızlık ve saçmalık hakimdir. Ortamlarda abartıldığına bakmayın, bu oyun tam bir sabır testidir. ''bit lan artık!'' diye kendinizi doğramamak için salona kesici-delici alet getirmeyiniz. Muhtemelen oyundan sonra ''hmm zaten yönetmen de bizim sıkılmamızı istiyor, o yüzden böyle yapıyorlar. bunları hep mahsustan yapıyorlar'' diye zırvalayacak olanlara da aldırmayınız.

Herhangi bir zamanda ve herhangi bir yerde Godot'yu beklemekte olan salak Vladimir ve aptal Estragon'un (diğer adları Gogo ve Didi) eylemsizliklerini izleriz. bir ara oyuna mal pozzo ile embesil lucky girer. Godot'nun gelip gelmeyeceği ise belli değildir. Godot'nun beklenişi, merakı tetikleyen ve oyunu izlenebilir kılan tek unsurdur. o yüzden şimdiden söyleyeyim; godot gelmiyor! evet, işte bu bilgiden sonra oyunu izlemek için hiçbir gerekçeniz kalmadı. Teşekküre gerek yok... Godot bir insan olabileceği gibi, çoğu kişi tarafından bir simge olarak da yorumlanmıştır. Aslında Godot'un kim ya da ne olduğunu oyunun yazarı bile bilmemektedir. beckett öylesine yazmış, birileri de anlam yükleyip duruyor. bu yani...
içinde büyük anlamlar barındıran şahaser. izleyin, izlettirin.
Gelmeyecek olanı beklemek ve aynı zamanda "ya gelirse"ye tutunmaktır.

oyun tek bir dekorda geçer, karakterler hep aynı noktada takılı kalırlar. Yani "ya gelirse"ye tutunurlar ve bir arpa boyu ne ileri ne geri giderler. bir kurtarıcıya ya da yardımcıya muhtaçlık duymaktır godot'yu beklemek. Her ne ise ancak onu beklemeye son verip hareket edilirse iyi ya da kötü bir sonuca ulaşılır, sabit beklemek yalnızca zamandan ve ömürden çalar. "en kötü plan bile plansızlıktan iyidir" demiş son sovyet lideri.

"ya gelirse"lere değil benim nazarımda, "gelmese de"lere dikkat çekmiştir.
Belirsizliğin kralıdır. Aslında bi amaç için yaşamaktan ziyade beklemeye ve sürece vurgu yapılmıştır. ister umutlu olalım ister umutsuz, tek değişmeyen gerçek beklemektir.
Sanırım benim godot'm evleneceğim kadın. Fakay godot gelir mi gelmez mi göreceğiz.

Değişik bir tiyatro. Absürd(sıra dışı) tiyatro.
Bekliyoruz. Sıkılıyoruz. Hayır, inkar etme, sıkıntıdan patlayacağız, inkar edemeyiz bunu. Peki, bir değişiklik oluverince ne yapıyoruz? Fırsatı kaçırıyoruz. Hadi işe koyulalım. Birazdan her şey bitecek ve biz yeniden yalnız kalacağız, hiçliğin orta yerinde...

Sayfa-76.
Leyla ile Mecnun dizisindeki ismail Abinin kesinlikle bu oyundan hareketle yazıldığını düşünüyorum.

--spoiler--

Vladimir ve Estragon her gün aynı ağacın altında Godot'yu bekler. Dün nerede uyuduklarını bile hatırlamazlar , tek hatırladıkları Godot'yu bekledikleridir. Gelmeyeceğini akıllarına bile getirmezler. Çünkü Godot onlara bir söz vermiştir.
--spoiler--
godot bile geldi...
ahhhhhhhhhhhhhhhhhh.

bir arkadaştan ödünç aldığım için altını çizemediğim,
altı çizilesi yerleri telefonuma kaydettiğim,
kaydettiklerimin de format ile gitmesi hasebiyle aklıma geldikçe üzen kitaptır.

sevdiğim ama açıkçası yarısını falan anca anladığımı düşündüğüm kitaptır aynı zamanda.
Yarınki 20.yüzyıl tiyatrosu dersinde kritiğini yapacağım Samuel Beckett'ın oyunudur. Metnin yarısında olsam da kendimce bazı çıkarımlarda bulundum diyebilirim. Beckett her ne kadar godot, god değil dese de godotdur. Yani tanri olmasada tanrımsıdır. Tanrının ne olduğu da herkese göre farklılıkla yorumlanabilir. Nietzsche ye göre tanrı yoktur mesela. Belki de meçhule bekleyiş bu yüzdendir. Ağaç irlanda mitolojisinde, türk mitolojisindeki gibi yaşamı sembolize eder. Yani bana kalırsa yaşama yaslanmış halde hiçliğin bekleyişidir godot yu beklemek.
Oyunla ilgili en absürt nokta "godot" içinde "god" kelimesi geçiyor yani tanrıyı bekliyorlar yorumu olabilir. Bilen bilir, becket "not I" oyunu için kadının verdiği kargacık burgacık ayrıntılardan yola çıkılarak "acaba travmasının sebebi tecavüze uğraması mı" sorusuna olumsuz yanıt vermişken müthiş bir şey keşfettim godot içinde god kelimesi geçiyor yani tanrı demek istiyor gibi bir düşüncenin nasıl yavan kaldığı daha net anlaşılabilir.

Fikrimce godot'nun ne olduğu, kim olduğunun zaten önemi yok. Önemli olan onu beklerkenki pasiflik, hiçbir şey yapmadan, öylece dururken değişimin gelmesini beklemek. ki bunu savaştan çıkmış pasif agresif bir 20. Yüzyıl insanı denklemine oturursak taşlar biraz daha yerine oturuyor sanki. Bir sürü sorunla yaşayan ama onlardan kurtulmak için kılını kıpırdatmayan bir toplum eleştirisi. Belki eleştiri fazla etkin oldu, durumu olduğu gibi yansıtma da olabilir.
Bu yılki öabt ingilizce öğretmenliği sorusu. Türü nedir diye soruldu.
(bkz: absürd tiyatro)
beklemenin zirvesidir. estragon ve vladimir in diyaloğuna özeniyor insan. yok ki hayatımızda bizi bu kadar bekletip gelmeyen birini konuşa konuşa bitireceğimiz bi ahbabımız. ha vardı evlendi bir ay önce doğru ya. şimdi de onun yalnızlığını baş köşeye oturt konuş. sanki benim yalnızlığım bana az geliyormuş gibi. anlamıyorum bu hayatı. elimizde ne varsa çekip bekletmekle eline ne geçiyor? nasıl olsa ben işsizim ya işim gücüm pozzo olmak...
estragon-hepimiz deli doğarız, bazılarımız öyle kalır.

(sayfa 105)

edit:imla.
Bu yıl tiyatro festivali kapsamında Maslak Uniq istanbul sahnesinde izlediğim muhteşem tiyatro oyunu. Oyunculuklar absürd oyunculuğun dersi niteliğindeydi. Kurgu çok sadeydi ve "bu oyun böyle oynanırsa güzel olur" dedirtti. Yaklaşık 900 kişi Godot' yu merakla ve keyifle bekledik. Şahika Tekand ve oyuncuları bu eşsiz performanstan dolayı kutluyor ve Godot'yu beklemenizi tavsiye ediyorum.
20. yüzyılın deneysel edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan Samuel Barclay Beckett’in absürdizm akımı etkisi altında yazdığı “Godot”yu Beklerken” adlı eserinde, baş karakterler olan Vladimir ve Estragon, özgürlükten aynı ölçüde yoksunlardır çünkü her iki karakter de bir başka karaktere bağımlıdır. Birçok olgunun ortaya çıkısı ve vurgulanışı, bu olgudan yoksunluk halinde olunmasından dolayıdır. “Özgürlük” de bu olgulardan biridir.

Karakterlere sembolik açıdan yaklaştığımızda Estragon'un fiziksel ihtiyaçları ve istekleri ile bedeni, Vladimir'in ise sezgisi ve sağduyusu ile aklı temsil ettiğini görürüz. Vladimir’in, yani aklın Godot'yu bekleme amacı bellidir. Vladimir' e göre, Godot onu kurtaracak, özgürlüğünü geri verecektir. Estragon'un Godot'yu bekleme amacı ise çok farklıdır. Bedensel aktiviteler dışında hiç bir faaliyet göstermeyen (havuç yemek, uyumak) Estragon, aklı yani Vladimir olmadan devam edemeyeceğinin farkındadır. Vladimir’in “Tek başına pek başarılı olamazsın.” Sözüne karşın Estraragon şöyle cevap verir: “Çok kötü olur, gerçekten kötü. Ha didi? Çok kötü olmaz mı?” (Beckett, 18). Bu alıntı Estragon’un, Vladimir’e olan bağımlılığını kanıtlar niteliktedir. Bu farkındalılık olayı, figürleri iyice birbirine bağlar. Vladimir, Estragon için düşünür; Estragon ise Vladimir için bedensel etkinliklerini sürdürür. Bununla birlikte pasiflikleri devam eder. Bekleyişlerinin amacı ise bellidir: "Tam olarak nasıl davranmaları gerektiğini öğreninceye kadar beklemek" (Beckett, 21). Birliktelik süreci, beden ile ruhun ilişkisine göndermedir. Mekanikleşmiş dünyada Vladimir'e gülmek yasaklanmıştır: "Yasak olmasa gülerdim bu söylediğine"(Beckett, 23) Vladimir ise Estragon'un bedensel faaliyetlerini kontrol eder: "Havuç ister misin?" (Beckett, 24), "Aman Gogo, öyle deme"(Beckett, 69) ve "Pantalonun çek"(Beckett, ?). Zaman zaman ayrılmayı düşünseler bile, birbirlerini tamamladıkları ve Godot'yu bekledikleri için bir arada dururlar. Vladimir’in Godot’ya bağımlılığı, Estragon’un ise Vladimir’re bağımlılığı karakterler arasında bir iktidar ilişkisine dönüşerek karakterlerin özgürlüklerini sınırlayan bir etken haline gelmeye başlar.

Antik Yunan’da Atinalı bir devlet adamı olan Perikles’in, özgürlük kavramını “iktidarların yaptıklarına muhalefet etme cesareti” olarak tanımlaması, eserdeki “özgürlükten yoksun olma” temasını açıklamak için kullanılabilir. Godot’nun Vladimir üzerine, Vladimir’in Estragon üstünde iktidar kurmuş olması ve hiçbir karakterin buna karşı çıkmayışı, bekleyişi, bağımlılığı her iki karakterin de özgürlüğünden aynı derecede yoksun olduğunu açıklamaktadır.
--spoiler--
"Dünyadaki gözyaşı miktarı sabittir. Ağlamaya başlayan biri için, bir yerlerde bir başkası keser ağlamayı. Aynı şey gülmek için de geçerlidir. (Güler.) Bizim kuşak hakkında kötü şeyler söylemeyelim öyleyse, önceki kuşaklardan daha bedbaht değiliz çünkü."
--spoiler--
Kaç evleneceksen gel programı izledim, gelmedi.
Artık farklı taliplerimle yoluma devam etmek istiyorum.
ismail abinin gemisi gibidir.
bugün de gelmedi, ama mutlaka gelecek.
Oyun, absürdlüğü ve göreceli olarak farklı bir dünya görüşüne sahip olmayı anlatır. Bu dünya görüşü, bireyin varlığını ortaya koymasında bir başkasına sığınmayı amaçlamasının saçmalığını, savaşların sonuçlarının insanların psikolojik bunalıma girmesine, ezen-ezilen sınıflarının oluşmasına yönlendirdiğini ve bireyin yaşama amacının olmasının kendisini kandırmaktan başka bir şey olmadığını savunur. Buna göre insan bir amaç doğrultusunda yaşadığında, sonu gelmeyen ve eziyet dolu bir bekleyiş sürecine girmektedir.

Bireyin birilerine bağlı olma ve sürekli birilerini bekleme arzusunun absürdlüğünü anlatır. “Godot’ya mı? Godot’ya mı bağlıyız? Ne aptalca bir düşünce bu! Söz konusu bile olamaz! (Bir an) Şimdilik.” (Beckett, 25) Birey, saçmalığının farkında olduğu bir şeyi yapmaya ısrarla devam etmektedir. Godot’ya bağlı olmayı reddederken, gidememek, ayrılamamak; günümüz toplumlarında bireyin zavallılığını imgeler. Birey o kadar çaresiz durumdadır ki sırf bir yaşama amacına ulaşabilmek için, sonuçsuz kalacağını bildiği halde; varlığını bile kanıtlayamayacağı bir varlığı beklemekte ve onun sayesinde sahnelenecek kurtuluşunu hayal etmektedir. Birey sadece bekler, itaatkâr bir şekilde, sorgulamadan, kayıtsızca; bu bekleyiş de zamanla yaşamının amacı haline gelir. Birey kendini, bir ağacın altına yaslanmış, görünürdeki hiçliği beklemeye mahkûm eder. Suçu ise, yaşamaktır.

Beckett, aslında o saçmalıkların ve garipliklerin ardından bize göz kırpıyor ve hayatı sorgulamamız için, sorgulamayan iki örnek gösteriyor. Sımsıkıya sarıldıkları hiçlik yüzünden hayatlarının geri kalanını aptalca bir bekleyiş içinde geçirmeye kendilerini mahkûm etmiş iki insanı örnek gösteriyor. Varlığımız için mutlu olmamız ve alışılmışın dışına çıkmamız gerektiğini söylüyor. Bunalımlı dönemler, ülkelerarası veya ülke içi gerilimler geçicidir; esas olan söylediklerimiz, yazdıklarımız, çizdiklerimizdir. Bir kurtarıcıyı beklemek ya da ayağımızın içine sıkıştığı botla uğraşmak değildir. Kimseyi beklemeden, insani bir sabırsızlıkla üretmektir yaşamın amacı; ilahi bir sabırla varlığı sorgulananı beklemek değildir.
arşivimde filmi de olan eserdir, ancak -herhalde sıkılırım seyrederken diye mi düşünüyorum nedir- bir fırsat bulup seyredemedim.
öyle romantikleştirmeye lüzum yok, bekledikleri kişi hz. isa'dır.