bugün

(bkz: voyage au bout de la nuit)
doğumgünü çocuğu dördüncü nesil yazar.. gecenin sonuna gittin de ne oldu.. yine sabahlara vardın işte.. yolculuk yapacaksan mutlaka, artık kendi benliğine yap. şeytan ölmene izin vermiyor görmüyor musun? tahtına göz dikmenden korkuyor..
(bkz: louis ferdinand celine)
louis ferdinand celine'in kendini yazdığı kitap. edebi yönden insanı tatmin etmesi yanında fikri olarakta insana yeni değerler katmasıda cabasıdır. ancak bunların yanında; celine' in faşizme şapka çıkarışı, insanı şapşal etmekte ve anarşizmin faşizme olan yolculuğunu gözler önüne sermektedir. kitap böyle olmalı sanırım biraz kafayı yormalı..
charles bukowski bu kitap için "son iki bin yılda yazılmış en güzel kitap" yorumunu yapmıştır.
--spoiler--
''aşk dediğin şey, sonsuzluğun kanişlerin ulaşabileceği bir düzeye çekilmesidir"
--spoiler--
" gecenin sonunu yazmak için orayı bilmek gerekir. ölümü yazmak için ölmek gerekir! " *
"uykuya dalıverdi,mumun gölgesinde.Dayanamayıp yüz hatlarını ışıkta iyice incelemek üzere doğruldum.Uyurken başkalarından farkı yoktu.Çok sıradan gibiydi.Oysa iyileri kötülerden ayırt etmeyi sağlayacak bir şeyler olsaydı hiç de fena olmazdı aslında " .
ismi bana hep, sembolik bir vakti çağrıstırsa da, içine girdiğimde yüzüme hep gerçekçi yumruklar atan kitap.
Bu kitabın adını ilk Hakan Günday'dan işitmiştim. çok ama çok etkilendiğini anlatmıştı uzun uzun. üst bölümde arkadaşlar küçük bilgiler vermiş. yeterlidir. benim diyeceğim; okuyun.
hakan günday'ın "kinyas ve kayra" romanında da bahsedilen, yeraltı edebiyatının baş yapıtı olarak atfedilen kitap. kitabın türkçe'ye çevirisini, ilk yayımlanmasından 70 yıl sonra Yiğit Bener yapmıştır.
voyage au bout de la nuit
Hakan Günday'ın sayesinde okuduğum naçizane romanlardan bir tanesidir. Günday'ın kitaplarını okuyanlar bilir Louis Ferdinand Celine 'nin kitaplara etkisi olduğunu göreceksiniz.
Ayrıca charles bukowski'nin de sevdigi ve tavsiye ettigi kitaplar listesinde bulunan eser.

"sonuçta varoluşun neden olduğu en büyük yorgunluk belki de insanın yirmi yıl, kırk yıl boyunca, hatta daha bile uzun süre, aklı başında kalmak için harcadığı o olanüstü çabadır, basitçe, derinden kendi, yani tiksindirici, dehşetengiz, saçma olmamak uğruna. baştan veri olarak elimize tutuşturulan şu aksak ikinci sınıf insanı, sabahtan akşama kadar hep küçük evrensel ideal, birinci sınıf bir insan olarak sunmak zorunda kalmamız ne de büyük kabus."

"ah şu çekip gitme isteği yok mu: uyuyabilmek için! öncelikle! ve eğer uyumak için çekip gitme olanağıgerçekten kalmadıysa, yaşama isteği de kendiliğinden kaybolur zaten. çünkü yaşamaya devam ettiğimiz sürece alayı arıyormuş gibi yapmak gerekecek."

“bu dünyada zamanımızı birbirimizi öldürerek ya da birbirimize taparak geçiririz. ‘senden nefret ediyorum. sana tapıyorum.’ yol almaya devam ederiz; depoyu doldurur, sonra yeniden doldururuz; kendimizi var kılmak en büyük zevklerdenmişçesine, her şey söylenip her şey yapıldıktan sonra bu bizi ölümsüz kılacakmışçasına, azgınlıkla ve bedelsiz olarak kendi ömrümüz içinde bir sonraki yüzyılın iki ayaklısına dönüşürüz. öyle ya da böyle, öpüşmek de kaşınmak kadar kaçınılmazdır.”

“gelecekten söz edenler alçaktır. önemli olan şimdidir. gelecek kuşaklardan söz etmek kurtçuklara nutuk çekmektir.”

“işçilerin bu leş gibi yağ kokusuna, genzi yakan ve kulak zarlarınıza içeriden saldıran bu buhara sonsuza kadar son vermek yerine, onlara mümkün olan tüm hazları verme niyetiyle makinelerin üstüne eğildiğini ve art arda civataları ayarladıklarını görmek mide bulandırıcıydı. boyun eğmiş olmaları bir utanç değildi. gürültüye bir savaşa teslim olur gibi teslim olursunuz. makinenin başında kendinizi kafanızın üstünde dingildeyen üç düşünceye bırakırsınız ve bu sonunuz olur.”

"belki yaş da, o hain de ekleniyordur bunlara ve bizi beterin beteriyle tehdit ediyordur. yaşamı dans ettirecek kadar müziğimiz kalmamıştır içimizde, işte bu. tüm gençlik daha şimdiden dünyanın öbür ucunda gerçeğin sessizliğinde ölüvermiştir. peki dışarıda nereye gidilebilir ki, soruyorum size, içinizde yeterli miktarda çılgınlık kalmamışsa? gerçek, bitmek bilmeyen bir can çekişmedir. bu dünyanın gerçeği ölümdür. seçim yapmak gerek, ya ölmek ya da yalan söylemek. bense asla kendimi öldüremedim."

'' her alanda, asıl yenilgi, unutmaktır. özellikle de sizi neyin gebertmiş olduğunu unutmak, insanların ne derecede hırt olduklarını, asla anlayamadan gebermektir. bizler, mezarın önüne geldiğimizde, boşuna şaklabanlık yapmaya kalkışmamalıyız, öte yandan, unutmamalıyız da, tek sözcüğünü bile değiştirmeden her şeyi anlatmalıyız. insanlarda gördüğümüz ne kadar kokuşmuşluk varsa, hepsini, sonra da, yerimizi sıradakine bırakıp, uslu uslu inmeliyiz deliğin içine... ''

"insanlar o boktan anılarından, çektikleri sıkıntılardan bir türlü vazgeçmek istemezler ve ne yaparsanız yapın bunun dışına çıkmalarını sağlayamazsınız. ruhlarını böyle oyalarlar. bugün yaşadıkları haksızlıklardan intikam almak için geleceği bokla sıvamaya uğraşırlar kendi içlerinin derinliklerinde. hem adil hem de ödlektirler aslında. doğaları budur"

"zaten belli sayıda başarısızlık geçirdikten sonra hepimiz birbirimize benzemeye başlarız. büyük bozgunun toplu mezarlarında en yüksek not ortalamasını tutturan tıp mezunu, roma’da staj yapma ödülüne layık görülen konservatuvar birincisiyle aynı muameleyi görür."

"gecenin sonuna yolculuk, son iki yüz senedir yazılmış en iyi romandır."
Charles bukowski

"Kanla ve özdeyişlerle yazan, okunmak değil, ezberlenmek ister."
Friedrich Nietzsche
--spoiler--
Ne dersek diyelim, ne iddia edersek edelim, dünya gerçekten çekip gitmeden çok öncesinde terk ediyor bizleri.
Daha önce de en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde zorlanırız. Hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir...Kısa keseriz..Vazçgeriz..Otuz yıldır konuşuyoruzdur zaten..Haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. Zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz... Kendimizden iğreniriz..Azıcık karnını doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir yere varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık başkalarının önünde takınacak Yeni surat ifadeleri bulmak gerek..ancak artık repertuarımızı değiştirecek gücümüz kalmamıştır. Eveleyip geveleriz. Onların, yani dostların arasında kalabilmek için bin türlü numara ve bahane ararız, ancak ölüm de artık buradadır, leş kokulu, yanı başımızda, artık daima orada kalacaktır, bir el pişpirik kadar bile gizemi kalmamış olacaktır. Gözümüzde bir anlam ifade etmeye devam eden tek şey olarak ufak tefek üzüntülerimiz kalmıtır, sözgelimi o küçük şarkısı bir şubat akşamı ebediyen susan bois-colombes'daki ihtiyar amcamızı henüz sağken ziyaret etmeye bir türlü zaman ayıramamış olmanın üzüntüsü. Yaşamdan geriye sakladığımız bir bu kalmıştır. Yani bu ufacık korkunç pişmanlık, gerisini ise, az çok yolda kusmuşuzdur, epey çabalayarak Ve zorlanarak da olsa. Artık kimsenin geçmediği bir sokağın köşesindeki eski püskü bir anı fenerine dönüşmüşüzdür
--spoiler--
louis fernanand celine in bu kitabını epub veya pdf olarak indirip okumak isteyenler şu siteyi ziyaret edebilir. http://www.turkcekitap.or...2/gecenin-sonuna-yolculuk

indirdikleri dosyayı firefox sayfasına sürükleyerek okumaya hazır hale getirebilirler. bunu neden buraya koydum. kitap biraz pahalı. ben internette çok gezdim dolaştım ancak bulabildim. birilerine faydam dokunsun.
louis ferdinand celine'in muhteşem eseri. kinya ve kayra'da da bu kitaba atıf yapılmıştır.
L.f.celine'nin okunması gereken tek kitabı bence. Savaş dışkı cinnet bok çiş kaka!
Bir kütüphanede bulunması gereken en önemli kitaplardan biridir ve resmen bir baş yapıttır. Her sözü ayrı bir anlamlıdır ve sorgulatır.

Şehitlik kavramını sorgulatırken ben de bir an düşündüm. Bugüne kadar kurtuluş savaşında ölen bir kişiye bile baktım mı diye? Hayır, bakmadım. O zaman o kahramanlar isimsiz miydi? isimsiz kahraman olur mu? Kahraman ise niye hatırlamıyoruz? Vb. Sorular işte.

(bkz: Journey to the end of the night)
Kitabın önemli özelliklerinden biri de o dönemde bize Fransa'daki kadının değerini göstermesidir. Kocanın izni olmadan kadınları hastaneye bile sevk edemiyorlarmış eğer kadın erkeğin resmi eşi değilse zira çok namuslu bir toplummuş fransızlar (!) bu yüzden o kişinin itibarı halk nezdinde düşermiş ama böyle vakalar da o kadar azımsanacak kadar az değil.
Şiirsel olduğu kadar aynı zamanda o kadar veciz sözler var ki sabahın bu saatinde keyif bırakmadı adamda.
usta birliğinin ilk gecesinde okumaya başlayıp 1 hafta içinde bitirdiğim kitap. kendini tuşlu telefonun ışığıyla yorganın altında okutacak kadar güzeldir.

şimdi terhis olup her şeye yeniden başlamaya söz verdiğim günün üstünden 1 buçuk yıldan fazla geçti. yeniden başladığım tek şey, yeniden başlamaya çalışmak.
teoman'ın yeni albümü.

çok fazla eleştirilerine maruz kalmamaya çalışıp sakin sakin sadece parçalara odaklanarak tüm albümü dinledim. yani benim haddime değil yapamayan eleştirir ama insanlık halleri gibi efsane albümü olan bir insanla bu albümü yapanın aynı kişiler olduğuna inanmakta zorlanıyorum. evde kendi kendine takılırken kayıt almış gibi ve şarkıların hikayeleri beni etkilemedi. yeni teoman albümüüü heyacanım boş çıktı. whatever.
gidip şu an en okumamam gereken kitabı bulmuşum.
kitap şaheser ama benim ruh halime iyi gelmedi.
kitabın iki yarısı da farklı bir dille yazılmış sanki. birinde daha toyca tepkiler tespitler diğerinde daha aklı başında,olgun cümleler.iyi ki okumuşum diyebileceğim bir kitap sadece zamanlamam hatalı.
ayrıca bardamu, tanıdığım birine fazlasıyla benziyor.
Şafağa kadar sürerse sonu güneştir. Ya sürmezse? Ya kader gecenin en karanlık anında çekip gitmekse? Ya kader diye bir şey yoksa ve geceyle gündüz rastlantıyla oluştuysa? Ya rastlantı kaderse ya da kader rastlantıysa? Ya da...

hiç.
Louis-Ferdinand Céline’in ilk ve en ünlü kitabı Gecenin Sonuna Yolculuk, yaşamın oradan oraya, Birinci Dünya Savaşı’ndan Afrika’ya, Amerika’dan Fransa’daki bir akıl hastanesine savurduğu bir anti-kahramanın, Bardamu’nün öyküsü. Sefalet, hastalık, yozlaşmışlık, delilik, ölüm her yerde. insanın varoluş karşısındaki çaresizliği yüzümüze tüyler ürpertici bir ritimle vuruluyor. Kapkara ama alabildiğine şiirsel, Simone de Beauvoir’ın deyişiyle “söz kadar canlı bir yazı”yla yazılmış bir senfoni.
güncel Önemli Başlıklar