bugün

Çok klasik ve en basit özeti; pamuğu yakan ateştir, demek kafirliktir. Pamuğu yakan Allah'tır. Bunda başka birşey aramayın.

Dedi ve islam bilimlerin anasını silkti.
imam gazzali'nin elbette ki bir felsefesi vardır. zira kendisi bir kelamcıdır. kelam da, allah'ın varlığını ve birliğini aklen ispat etmeyi amaçlayan bir islamî ilim dalıdır. rey, içtihat, kıyas gibi metodlarla bu iş sürdürülür. bunların hepsi mantığın ve felsefenin alanına girer. son dönem şafiiler, hanefiler ve ehli sünnet alimlerinin çoğu bu metodları kullanmıştırlar ve öyle veya böyle felsefe yapmıştırlar. imam gazzali de, yalnızca salt akla (ratio) dayanan felsefeyi reddetmiştir. madem burada bir bilgi eksikliği var, birkaç noktaya temas etmeye çalışacağım ki, sözlük erbabı gerçekleri bilsin. ''doğru mu samet?'' diye sağa sola sormak zorunda kalmasın.

bu konuyu anlamak için islam'daki akımları bilmeniz lazım. bunlar 3 çeşittirler: akılcılar, nakilciler ve sufiler. felsefeye karşı en menfi tutumu takınanlar nakilcilerdir. yani ''selefiyye'' sınıfıdır. kimdir bunlar? bunlar, ehli sünnetten önceki ilk dönem islam alimlerinin mezhebidir. yalnızca nakle dayanırlar, akla önem vermezler. malikiler, hanbeliler, zahiriler ve ibn teymiyye ekolünü bunlardan sayabiliriz. mesela imam malik şöyle demiştir:

''allah'ın 'bugün sizin dininizi kemale erdirdim' mealindeki ayeti indiği zaman islam'da olmayan şeyler, şuanda da islam'da yoktur.''

burada ne demeye çalışıyor imam malik? diyor ki: allah sana felsefeyi mi indirdi de, felsefe yapıyorsun? allah'ın kitabı ve sünnet bize yeter, buna lüzum yoktur.

ibnu's salah da felsefeye adeta saydırıyor ve mantık hakkında şunları söylüyor: ''mantık, felsefeye giriş sanatıdır. kötülüğe giren bir şeyin zaten kötü olduğu, kendiliğinden ortaya çıkar!'' bu zatlar, abbasiler devrinde felsefenin gelişmesine rağmen islam devletinin adeta çökme noktasına gelmesinden, felsefeyi sorumlu tutar ve derler ki: ''felsefe iyi bir şey olsa, zaten bu noktaya gelmezdik. o halde, selefe sarılmalı'' bu ekol sonraki dönemleri etkilemiştir. selahaddin eyyubi bu kafadaki ulemayla işbirliği ederek, suhreverdî adındaki felsefeci ve mutasavvıfı öldürmüştür. sevenleri onu, ''el şehid'' diye anarlar. lakabı da ''katledilen'' manasında, ''el maktul''dur.

imam nevevi de ilk dönem şafiilerindendir, felsefeyi hoş görmez.

ibn haldun, tarihteki ilk sosyal ilimcidir, tarihi ilk defa ''bilim'' sınıfına sokmuştur. şöyle demiştir:

''felsefe, şeriatla zıt düşer; felsefeyle iştigal edenin, taklitçilerinden başka yatacak yeri yoktur!'' ancak kendisi, kelama dayalı felsefeyi hoş görmüştür, yani bir gazalicidir.

akılcılar da aklı nakilden önceye koyan, tevilden yana olan fırkadır ve felsefe, bunların ana silahıdır. başlarında mu'tezile'yi sayabiliriz. mu'tezile ehli sünnet dışı bir fırka olmasına rağmen, islam'ın ana savunma mekanizmasını kuran mezheptir. kıyas ve rey ile tevhidi teslise karşı savunmuşlardır. ibn rüşd, farabi ve el-kindi (bazı söylentilere göre) mu'tezile ekolüne mensup filozoflardır.

sufilerse, tasavvufçulardır. onlar da felsefeye iyi nazarla bakarlar. imam rabbani mesela. bunlar da yalnızca saf akla dayanan ve kural tanımayan düşünceye karşıdırlar. mesela,

mevlana cafer sadık'tan naklen şöyle diyor:

evvela an kes ki kıyasha nemud,
piş-e evar-e huda iblis bud.

bu şu demek: kıyas metodunu ilk kullanan, allah'a karşı gelen iblistir. bilinir ki şeytan allah'a ''adem topraktan bense ateştenim, ben daha hayırlıyım'' demişti. yani kıyas, allah nizamı içinde yapılmazsa insanı küfre götürür. yine mevlana,

''akl-e cuzi, der serheş çü har der gil'' diyerek, saf aklı yani ratio'yu, çamura batmış eşeğin acizliğine benzetmektedir. ancak külli manada bir aklın insana yardımcı olacağını inkar etmez mevlana. ibni arabi de, ''hikmeti kim sevmez ki, lakin üzerinde düşünmeli!'' demiştir.

tüm bunların dışında (ve aynı zamanda içinde), orta yolu tutan mezhep, ehli sünnet ve'l cemaat alimleri ve kelamcılarıdır. bunlar salt akla ve felsefeye, eski yunan helenistik felsefesine dayanan ve bu ekollerin islam'a sokuşturulmasına karşı olan alimlerdir. mesela aristo felsefesini islam'a sokuşturup duran farabi ve ibn sina'ya bu kesim reddiye yazmıştır. bu felsefeye karşı değil, eski yunan felsefesinin islam'ın içine sokuşturulmasına karşı olan sistemli bir savunma biçimidir. aynı zamanda bu kelamcılar; kıyası, reyi ve içtihada dayalı görüş beyan etmeyi caiz bulup, teşvik ederler. hanefiler, şafiiler bu ekole mensupturlar. mu'tezile'ye karşı koymak için onların silahını öğrenmeye çalışmışlardır. zira mu'tezile ekolü ile felsefe bilmeden baş etmek, mümkün değil idi.

imam gazzali de bu çizgide birisiydi. farabi ve ibn sina'yı tam 13 noktada bid'atçi ve 3 noktada küfürle itham etmiş, ''akıllı olun'' demiştir. ibn rüşd de gazzali'ye karşı felsefeyi savunmak adına farabi ve ibn sina'nın yanında yer almıştır. ancak o da, bazı konularda gazzali'yi haklı bulmaktan kendini alamamıştır. ibn haldun da gazzali ekolünde yer almış, tarih boyunca ''gazzali ekolü'' ve ''ibn rüşd'' ekolü çarpışmıştır. fatih sultan mehmet, döneminde alaaddin et- tusu ile muslihiddin mustafa'ya bu tartışmayı canlandırmaları emrini vermiştir örneğin. batıda da leibniz'e karşı clarke ve ibn rüşdçülüğe karşı saint thomas ile albert le grand gazalici bir metod izlerler.

taşköprüzade de felsefeyle din uyumunu konu ederek: ''...gerçi zahire muhaliftir lakin tahkik olunursa, her vech (yön) ile birbiri ile tokalaşır ve kucaklaşır'' demiştir. yani felsefe allah'ın dini ile uyumlu çalıştığında elbette ki kişiyi allah'a götürür. imam şafii de bu konuya dikkat çekerek: ''önce ehli sünnet itikadını öğren, sonra kelamda derinleş. yoksa zındık olursun'' diyor. önce itikad, sonra iman tahkiki...

bu girizgahtan sonra imam gazzali'nin felsefesi çok daha rahat anlaşılır diye umuyorum. imam gazzali ''kur'an'da ne yazıyorsa odur, akla lüzum yoktur'' falan demiş bir adam değildir. bilip bilmeden atmayalım arkadaşlar. imam gazzali felsefesi, tüm dünyada ses getirmiştir, kitapları onlarca dile çevrilmiştir. ibn rüşdçülükle gazzalicilik tarih boyunca tartışılan iki ekol olmuştur. bu ekoller, islam'la da pek alakalı değildir. ''akıl mı, sezgi mi'' tartışmasıdır daha çok.

bunlar dikkate alınmadan, imam gazzali felsefesi değerlendirilemez, imam gazzali de küçümsenemez.

imam gazzali adam gibi adamdır.

allah kendisinden razı olsun, bizi kendisiyle haşretsin inşallah.

not: daha doğu hikmeti kurmaya çalışan filozoflar var. ibn sina'nın fikirlerinden nasıl döndüğünü, aristoculuktan islam'a dönüş yapmaya çalıştığını anlatırdım ancak çok uzuyor. bu bilgileri ben, prof. dr. mehmet bayrakdar'ın ''islam felsefesine giriş'' kitabından öğrendim. geniş bilgi için okuyunuz. diyanet vakfı yayınlarından çıktı.

edit: imla
inanç kesin bilgiyi verir. gerçek bilgi bir nevi tecrübe bilgisidir. tecrübe ise, allah'ı kalpte his etmekle olur. *
kısacası "felsefe de neymiş? hepimizin bilmesi gerekenler kuran'da mevcuttur. bunu böyle görmeyip küfre düşüyorsunuz" tarzı bir adamdır ama islam felsefesi derslerinde okutulur, öğretilir.
döneminin en iyi kelamcılarından olan gazali bilgi konusunda platon, Aristo, farabi ve ibni sina’nın “ felsefesini reddedenlerdendir. gazali, öncelikle, Meşşailik’ felsefesini yöntemsel şüpheyle birleştirerek kesin bilgiyi aramaktaydı. fakat kesin bilgiyi “ Aristoculuk”taki gibi bilimsel bilgide değil, asıl hakikat olan “Allah” sevgisinde ve inancında bulmuştur. meşşai felsefecilerin akıl ve inancı uzlaştırma gayretlerini eleştirmiş, akıl ya da inançtan birini feda etmeden, diğerinin kabul edilmeyeceğini illeri sürmüştür. bu düşünceyle filozofların “rasyonalizm”ini veya akılcılığını kabul etmez.

gazali, bilgi felsefesini kati bilginin elde edilmesi üzerine kurar;
- kesin bilgi var mıdır?
- şüphe edilmeyen bilgi var mıdır?
- gerçek bilgi var mıdır?

gazali şüpheyi yöntemle birleştirerek kesin bilgiye varmaya çalışır. ve “duyu bilgisi acaba kesin bilgi yani apacık önermeleri verir mi?” diye sorar. soruya müteakip; “ilkin duyular yoluyla elde edilen bilgilerin sağlam ve inandırıcı olmayacağı sonucuna varır. çünkü, duyu organlarının en kuvvetlisi olan göz bile yanılmaktadır. hareketsiz gibi görünen gölgenin gerçekten hareket ettiğini, uzakta bulunan yıldızın olduğundan küçük göründüğünü” anlıyor. *
gazali’nin önermesine göre, duyular kesin bilgi veremez; çünkü duyu bilgisinin akıl tarafından yanlış olduğu kanıtlanacak bir durumdur, veya güvenilir olmadığı anlaşılabilir. kendisine göre, duyu bilgisi kesin ve güvenilir bilgi olamaz.

gazali akıl bilgisini de sorgulama yoluyla ele alır,

- acaba akıl bilgisi kesin ve güvenilir bilgi midir?
- eğer akıl duyu bilgisini kesin ve güvenilir kılmıyorsa, acaba akıl bilgisinin kesin ve güvenilir olmasını sağlayan başka bir şey var mıdır?
- akıl bilgisinden de kuşku duyabilir miyiz?
- akıl bilgisi güvenirliliğini ve kesinliğini kendinden üstün başka bir varlıktan veya bilgiden alıyor mu?
- akıldan daha yüksek bir otorite var mıdır?
eğer akıl bilgisinden şüphe edebiliyorsak, gerçekten akıl bilgisi güvenilir ve kesin olmayabilir mi?
- uyku veya uyanıklık halinde akıl bilgisi kesin midir?
- uyanıkken akıl bilgisinin kesin olduğunu nasıl bilebiliriz?
- ölüm bir tür uykudan uyanmak mıdır?

gazali, bu tür şüphelerden akıl yoluyla kurtulamaz ve benzeri kuşkulardan çok fazla rahatsız olmaya başlar, akıl, şüpheleri sona erdirmediği gibi kesin bilgi’de veremez. gazali, bu sefer şüphelerden arınma yolunu arar, ve sonunda, Allah’ın insanın kalbine bağışladığı doğal bir ışık olduğunu kabul eder. (doğal ışık, veya nur, Allah’ın insanın kalbine doğurduğu ışık) bu ışıkla insan hakikat’ın bilgisine ulaşabilir. Descartes'de, gazalinin doğal ışık anlayışına yakın bir anlayış öne sürmüş'tür.

gazali bilgi konusunda beş farklı öneri sunar,
1- inanca değer verenler.
2- akla değer verenler.
3- aklı asıl kabul edip inancı ona uygun yapmaya çalışanlar.
4- inancı asıl kabul edip aklı ona uygun yapmaya çalışanlar.
5- hem akla hem de inanca birlikte değer verenler. (gazali s 92)

bu görüşleri tek tek ele alarak eleştiren gazali, onun için en doğru yol, akıla ve inanca kendi alanları içinde layık oldukları değeri verenlerin görüşüdür. devamında “şüphesiz aklı reddetmek inancı reddetmek değildir, çünkü dinin önermeleri akılla bilinir.” der. * *