bugün

Sakin bir ağustos akşamıydı. Ben, annem ve karım Carol ile terasa oturmuş kahvemizi içiyorduk. Her şey olağandı. Annem kahvesinden yudumlar alarak babamın alabama'daki maceralarını anlatıyor ve karım da onu dinliyordu. Evet, yaptığımız kahrolası tek şey buydu. Bu doğru, başka hiçbir şey yapmıyorduk. Bu, tanrının unuttuğu yerde kıçımız açık oturuyorduk.

Ardından bir ses duyduk, annem sese doğru "hey, frank." dedi. Bu, babamın ismiydi. Oysa babam 3 yıl önce ölmüştü. Ah lanet herif, ölürken bile bourbon viskisini yudumluyordu. Her neyse. Ses bir daha geldi, annem yine "hey, frank. Tanrı aşkına şakanın hiç sırası değil. Gel ve lazanyanı ye." dedi. Bu kadına ne olduğunu aklım almıyordu. Evet, anlayamıyordum.

Ve işte onlar gelmişti, alaska radyosunda bahsedilen güneyli sinekler kuzeye doğru geliyorlardı. ilk kurbanları annem olmuştu. tanrım, o geceyi hatırlamak istemiyorum. Dişlerinde bulunan halüsünojen madde annemin dmt hormonunu fena sıçratmıştı. Anlıyor musun, dostum, bu berbattı. Tam anlamıyla berbat.

Ne var biliyor musun, daha fazla anlatamayacağım, unut gitsin. Şimdi her şey yolunda, en azından buna inanmak istiyorum.