bugün

yıllar önceden beri söylenendir. ne zaman söylense çemkiren galatasaraylılar yüzünden netleşmemiş olandı daha yeni yeni kişiler anlamaya başladı.
andrea pirlo'nun yazdigi kitapta degindigi konudur. yalniz tek problem pirlo'nun iman gücü ve gaz verme kelimelerini bilmemesidir. bu kelimelerin anlamini bilmediginden dolayi mevzuyu uzatmistir.
It's the fıtbol that's the fıtbol deyişinden anlamamız gereken hede.
andrea pirlo dan : ( not karakter ve kariyeri terimi katlayan biri )

Berlusconi ve Ancelotti arasında karşılıklı sevgiye dayanan, oldukça sağlam bir ilişli vardı. Fakat bunun Milan'ı çalıştıran herkes için geçerli olduğunu söyleyemem, örneğin Fatih Terim...

Fatih oldukça dikkat çekici ve kurallara alerjisi varmış gibi görünen garip bir insandı. Daha en başından Milan'da uzun süre görev yapamayacağı oldukça belliydi ve kısa bir süre sonra da kovuldu.

Terim Milan'dan önce canının istediği her şeyi yapabildiği, daha düşük profilli takımlarda görev almıştı ama burası Milan'dı. Burada bazı hareketlerin tolere edilmeyeceğini herkes bilirdi...

Mesela, öğle yemeğine canı isteyince geç katılıyordu. Milan'ı temsil etmesi gereken resmi aktivitelere kravat takmadan gelebiliyor, sonra bu aktivitelerden 'evinde Biri Bizi Gözetliyor' izlemek için kimseye haber vermeden erkenden ayrılıp, Galliani'yi masasında tek başına bırakıyordu. Kendisini tesislerde John Travolta gibi garip, cafcaflı ve renkli kıyafetler giyerken görüyorduk.

Görevi boyunca kendisinin adete gölgesi gibi olan deli bir tercümanı vardı. Terim'in 5 dakikalık ateşli konuşmalarını, duygusuz bir şekilde 5 saniyede tercüme eden bir adam... Tercümanı bir ara Terim'e medya ile tüm ilişkilerini süresiz kesmesini tavsiye etti... Medya ile ilişkileri kesmek... Süresiz... Milan'da... iletişimin her şeyden önemli olduğu ve mükemmel yönetilen bir kulüpte...

Özellikle göreve başladığı ilk günlerde yaptığı takım toplantıları ise unutulmazdı. Terim eline bir tebeşir alıp taktik tahtasına 11 daire çizerdi. Tahtadaki her daire sahaya çıkacak bir oyuncuyu temsil ederdi. Ancak konuşmanın ortasında taktik tahtası çizdiği oklardan ve karalamalardan öyle bir hale gelirdi ki, hangi dairenin kimi işaret ettiğini anlamak imkansızlaşırdı. Taktik tahtası, oyuncuları ve mevkileri birbirinden ayırmanın mümkün olmadığı karmakarışık bir hal alırdı. Kısacası tam bir kaos... Sadece kalecinin kendi pozisyonundan emin olabildiği bir kaos...

Toplantı sırasında bir daireyi işaret edip, 'Costacurda, tam burada olman gerekiyor' diye konuşmaya başlardı. Bir gün dayanamayıp, 'Ama patron, o gösterdiğin dairenin biraz önce benim olduğunu söyledin, Costacurta değil ki' demeye zorunlu hissetmiştim.

işin daha da kötüsü, konuşma ilerledikçe defans bölgesindeki dairelerle, forvettekileri karıştırmaya başlardı. Artık öyle bir hal almıştı ki, kendi aramızda acaba bunu Berlusconi'nin gizli rüyası olan 2-4-4 taktiğini gerçekleştirmek için bilerek mi yapıyor diye şakalaşmaya başlamıştık.

Ancak şaka bir yana, Terim'in taktik bilgisinin yetersizliğini ve tüm oyun planının takımı bağıra çağıra motive ederek, sahada iyi bir sonuç almamızı ümit etmek olduğunu anlamamız çok uzun sürmedi... Belki böyle bir plan başka yerlerde işliyor olabilirdi ama Milan'da işlemezdi. işlemedi zaten, Milan'da uzun süreli görev alabilmek için bundan daha fazlasına ihtiyaç vardı."

olay bu kadar basit arkadaşlar. kel düştü takke göründü. Bu yazılanlar sana yeter.
rize maçıyla yine tescillendi.