bugün

Şüphesiz ki işsizlikten, yoksulluktan, açlıktan şikayet edenlerin kulak vermesi gereken bir beyanat.
görsel

Vay be.
Adamlar sırf halkımız allaha yakın olsun diye bütün zenginliği kendileri paylaşıyor.

Bu fedakarlığı unutmamak lazım.
fakirin tesellisi niteliğindeki başlık. bir fakir olarak kanmayın bunlara.

Allah’a benim yerime yakın olmak isteyen varlığını devredebilir tabii.
jdjdksklslwleofjdjkworjflfl. aynen. evet.
Gerçekten demiş mi bunu? Yuh.

Bu kadar da bağırarak söylenmez din'in sefil halkın uyuşturucusu olduğu gerçeği.
Şahsen ben yemedim.
eğer gerçekten bunu söylemişse çok gereksiz bir söylem olmuş. o zaman kendisi de acilen lüks makam arabasından inip toplu taşımayla işe gitmeli ve maaşının tamamını yardıma muhtaç insanlara bağışlamalı.
rahibe teresa orospusunun benzerini söylediği laftır. oh ne güzel hayat be. millet fakirleşip allaha yaklaşıyor sen de bağışlanan paralar ile en iyi hastanede tedavi oluyorsun.
I ı cıks. Fakirlik küfre yakındır.
Yokluk isyan getirir.
doğrudur ortadoğu din geleneği olgusu fakirlerin zenginlere saldırmaması ve kadının nasıl kullanılması gerektiği üzerine dizayn edilmiştir.
şükretme kültürü toplumun fakir kesimini, sahip oldukları kötü konumun, tanrı tarafından kendilerine bir test olarak sunulduğuna ve bu hallerine şükrederek öldükten sonra ödüllendirileceklerine inandırımaktır.
Bunu diyen müslüman ise dinin gereği diye söylüyorsa Allah'a iftira atıyor.

Ya da Hıristiyan veya budist inancı gereği söylüyor.
Hoş, altın pırlanta süslemeleri ile yapılmış haç veya buda heykelleri düşünülürse...

Bu durumu anlatmak için en iyi cümle Karl Marx tarafından söylenmiştir.
Bok altın olsa fakir götsüz doğar.
tipik bir dinci kapitalist lafıdır.
Literal bir karşılığı olmayan söylem. ONLARCA ÂYETTEN BiRiNi BIRAKALIM ŞURAYA "Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, ama dünyadan da nasibini unutma, Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk (etmeyi) isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez.”(28/77)

Hadis kaynaklarında da belirtilen zengin olmanın daha evla olduğudur, hatta hadis litaratürü tam aksine fakirlikle küfür arasında yakın bir ilişki olduğunu söyler

Yani din, diyanetten büyüktür.
görsel
zekat verecek hale gelerek daha yakın olmayı denesene. islam'da böyle bir şey yok, manastır-keşiş kültürü yok islamda.
Konu tafsilatlı (detaylı) bir tevile (izaha) muhtaçtır. Sadece Bu kısa ifade şekliyle söylemek yanlış anlamalara mahal (sebep) vereceği gibi hakiki maksattan da istifade etmeye mani olur.

--spoiler--
iSLÂM'DA FAKiRLiK ANLAYIŞI

Dünya ve âhiretin sahibi olan Allah (cc), insan için lâzım olan her şeyi yaratmış, ondan sonra Hz. Âdem (as)'i dünya sarayına misafir etmiştir.

Demek bu dünyadaki her şey insan için, insan da Allah'a ibadet için yaratılmıştır.

insan Allah'ın isimlerini gösteren en parlak bir aynadır.

Gecenin karanlığı nasıl nuru gösterir, insanın nihayetsiz zayıflığı ve acizliği de Kadîr-i Zülcelâl'in kuvvet ve kudretini gösterir.

insanın sonsuz fakirliği, hadsiz ihtiyaçları Allah'ın sınırsız zenginliğini, gınasını ve rahmetini gösterir, bildirir.

Zira her şey zıddıyla bilinir. Acizlik ve fakirlik hadsiz düşmanlara karşı insanı Allah'ı tanımaya, bir nokta-i istinat aramaya sevkeder.

Vicdan daima bir Ganiyy-i Rahîm'in dergâhına dayanır, duâ ile el açar, muhtaç olduğu her şeyi O'ndan ister. Allah (cc) kuluna her istediğini vermeye Kadir bir Ganiy-yi Mutlak'tır. Ya dünyada, ya âhirette verir.

Evet, bütün yeryüzünü bir nimetler sofrası yapan, bahar mevsimini bir çiçek destesi gibi o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevâd-ı Kerîm'in misafirine fakr ve ihtiyaç nasıl elîm ve ağır olabilir? Olamaz!

Allah'ın misafiri olduğunu bilen bir mü'min, kullara el açamaz! Fakirliğini halka gösterip dilencilik vaziyetini alamaz!

Daima Allah'a karşı fakirliğini hissedip yalvarır. Fakr ve ihtiyacı, hoş bir iştiha suretini alır.

Kâmil insanlar bu mânâdaki fakirlikle fahretmişlerdir. Rahman ve Rezzak olan Allah'ın rahmet kapısını çalmışlar, yalvarmışlar; hazîne-i rahmetin en birinci anahtarı olan "Bismillâhirrahmânirrahîm"le tükenmez hazinelerin kapısını açmışlar; hadsiz ikram ve ihsanlara nail olmuşlardır.

Muhterem Müslümanlar!

islâm'da medhüsena edilen fakirlik, yukarıda arzettiğim, kulun Allah'a karşı fakirliğini bilmesidir.

Kulun kullara muhtaç hale düşmesi, hiçbir mazereti yokken insanlara yük olması, veren el değil, alan el olması dinimizin çok tehlikeli saydığı bir fakirliktir.

Peygamberimiz, "Fakirlik küfre yakındır!" buyurmuşlardır.

Sevgili Peygamberimiz'in ve ashabının hayatından anladığımıza göre Müslümanlar çalışacak, kazanacak fakat zengin olmayacak. Yâni kazandığını yığmayacak. Nefsi için saklamayacak, akrabalarına, komşularına, milletine yardımcı olmaya çalışacaktır.

Bir Müslümanın işi ve ticareti islâm'a uygunsa, bu ehl-i dünya değil, ehl-i diyanettir. Namaz kılan bir mü'minin yaptığı helâl işlerin bütünü ibadettir.

Mühim olan şudur; Müslüman para, mevki kazanacağım diye dinini öğrenmeyi, ibadetlerini ihmal etmemeli! Hırsla harama kaymamalı! Yaptığı iş ona Allah'ı unutturmamalı! Sahabeler gibi çok kazandıkça Allah yolunda çok sarfetmeli!

Dünya dârülhikmettir, sebepler âlemidir, çalışan kazanır. Müslüman olup olmamak farketmez!

Dünya zıtlar âlemidir. Fakir, zengin, kuvvetli ve zayıf bulunacaktır. Haramı ve helâli ayırmadan yaşayanlar ehl-i dünya, ehl-i gaflettir.

Haramlardan kaçan, helâle kanaat eden, farzları, vacipleri, sünnetleri sırasıyla, gücü yettiği kadar yapan ehl-i âhirettir, ehl-i saadettir.

Aziz Mü'minler!

insan dünyaya islâm'ı yaşamak için gelmiştir. islâmiyet'se dünyayı ve âhireti cennet eden bir dindir. Hadîs-i şeriflerde dünya lanetlenmiş, cîfe olarak bahsedilmiş...

Bunların hakikî mânâsı, Kur'ân'ın nurlu bir tefsiri olan Sözler'de böyle izah edilmiştir:

"Dünyanın üç yüzü vardır: Biri Esmâ-i Hüsnâ'ya bakar, onların nakışlarını gösterir, onlara âyine olur. Dünyanın bu yüzü gayet güzeldir, nefrete değil, aşka lâyıktır. Dünyanın bu yüzünü sevmek Allah'ın isimlerini sevmektir."

"ikinci yüzü âhirete bakar, âhiretin tarlasıdır. Cennetin mezraasıdır. Rahmetin çiçek bahçesidir. Burada ekilir, âhirette biçilir. Şu yüzü de evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete lâyıktır."

"Üçüncü yüzü haramlara, günahlara, nefsin hevesatına bakan ve gaflet perdesi olan yüzüdür. Şu yüz çirkindir, fenadır, pistir, zaildir, elemlidir, aldatıcıdır. işte Müslüman bundan kaçınandır. Dünyanın bu yüzünü sevmek, hadisteki ifadesiyle bütün hataların başıdır."

Evet, dünya bir misafirhanedir. insan ise onda az duracaktır. Başka bir âleme gidecektir. Ebedî bir hayata namzettir. Elbette misafir olan, ev sahibinin emirlerine göre hareket etmelidir. Kudsî bir hadiste Cenab-ı Hak dünyaya şöyle vahyetmiştir:

"Sana hırsla düşkün olanı mahrum et! Ondan kaç! Seni ehemmiyetle takip etmeyip geri çekileni de ara! Onu mahrum etme! Sana düşkün olanı kendine hizmetçi yap! Sana düşkün olmayana sen hizmetçi ol!"

Müttakîler için hidayet rehberi olan Kur'ân'ı dinleyelim. Mealen der ki:

"Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve maun senin mülkün değil, belki sana emanettir. Bu emanetin Mâlik'i her şeye Kadir, her şeyi bilir bir Rahîm-i Kerîm'dir. O, senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin! Zayi olmasın! ileride mühim bir fiyat sana verecek! Sen muvazzaf ve memur bir askersin. O'nun nâmıyla çalış ve hesabıyla amel et! O'dur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızık olarak gönderiyor ve senin takatin yetmediği şeylerden seni muahaza eder."

Allah'a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah Ganiy-yi Mutlak'tır. insan Allah'a hâlis bir kul olursa, Allah'ın mülkü olan kâinat onun mülkü gibi olur. işte gerçek zenginlik budur.

https://sorularlaislamiye...islamda-fakirlik-anlayisi
--spoiler--
allah reisimizden razı olsun.
sayesinde o uzaklaşırken biz giderek allah'a daha da yaklaşıyoruz.
gayet bilinçli söylemektedir, sehven falan söylemiyor. din yüz yıllardır bunu söyler zaten. fakirlerin de bu sebeple isyan etmemesini bekler. sistem budur.
Yalanın daniskasıdır. Neden mi? Yahu azıcık aklı olan şunu görür: 1 zekat, 2 hac, 3 kurban, 4 sadaka, 5 infak bunlar maddiyat ile yapılan ibadetler. Bunlara sahip olmayı istemek her inananın fazlası ile hakkıdır. Ve bu uğurda çabalaması elzemdir.

Bunu söyleyen her kim ise islam dininden değil, başka bir inançtan bahsediyor olabilir.
Diyanetin görevi toplumda zekatı hakim kılmak olmayınca böyle tepki çeker tabi. Niye zekat vermeyenlerin durumundan hiç bahsetmiyorlar?? Yada neden devlet sosyal devlet anlayışıyla zekatı toplayıp anında fakirlere ulaştırmıyor? Neden böyle bir sistem yok? Üstelik Bu laikliğe de aykırı değil. Çünkü bu kadarı işlerine geliyor da ondan. Geri kalanı allah kayırsın kafası, ne halleri varsa görsün havası. Yok öyle yağma.

bir toplumda zenginlerle yoksullar arasındaki mesafe büyür, zengin azınlık israf ve sefâhet içinde yüzerken, yoksullar aslı ihtiyaçlardan bile mahrum kalırsa, kalplere kin, buğz ve nefret tohumları ekilir, toplum düzeni bozulur.

konu tafsilatlı (detaylı) bir tevile (izaha) muhtaçtır. sadece bu kısa ifade şekliyle söylemek yanlış anlamalara mahal (sebep) vereceği gibi hakiki maksattan da istifade etmeye mani olur.

--spoiler--
FAKiR, FAKiRLiK

Aslî ihtiyaçların dışında, zekât nisabı kadar mala mâlik olmayan veya nisaptan daha fazla mala sahip olduğu halde, bunlar ihtiyaçlarına yeterli bulunmayan kimseye "fakir?', hiçbir şeyi bulunmayan yoksula da "miskin" denir. Yoksulluk problemi ve zenginle yoksul arasında denge sağlanması, eski çağlardan beri toplu yaşayışın en önde gelen problemleri arasındadır. Semavı dinler, toplum bilimciler, iktisatsılar ve devlet adamları bu konuda çeşitli çözümler getirmişlerdir.

Kur'an-ı Kerîm'de fakr (yoksulluk) kelimesi ve türevleri on üç âyette geçer. "Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimriliği telkin eder. Allah ise, size kendinden bir yarlığama ve bir bolluk vadediyor. Allah ihsanı geniş olan, her şeyi bilendir" (el-Bakara, 2/268). "Şüphesiz, 'Allah fakirdir, biz zenginleriz' diyenlerin sözünü Allah işitmiştir" (Âl-i imrân, 3/181).. "Bayramda kesilen kurbanların etlerinden yeyin; yoksulu, fakiri de doyurun " (el-Hacc, 22/28). Musa aleyhisselâm Firâvun'un ülkesi Mısır'dan çıkınca yolda yedi gün kadar aç kalmış ve şöyle demişti: "Rabbim, şüphesiz ben, bana indireceğin hayra muhtacım " (el-Kasas, 28/24). ''Velilerden kim zengin ise, yetimin malını yemekten kaçınsın. Kim de fakir ise, örfe göre yesin " (en-Nisâ, 4/6) . "Ey iman edenler,... zengin olsun fakir olsun, adaleti titizlikle ayakta tutan (hâkim) ler ve Allah için şahitlik eden insanlar olun'' (en-Nisâ, 4/135). "Eğer sadakaları açık olarak verirseniz o, ne güzel. Eğer onları gizler ve bu şekilde fakirlere verirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/271). "(sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler için olup, onlar yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. Tanımayanlar, iffet ve müstağni görünüşlerinden dolayı onları zengin sanır. Sen (habibim) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de bir şey istemezler" (el-Bakara, 2/273). Zekâtın verileceği sekiz sınıf insan sayılırken, en basta fakirler ve miskinler yer alır (et-Tevbe, 9/60). "içinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları evlilik sayesinde zengin kılar" (en-Nûr, 24/32). Ganimetin (fey') verileceği yerler zikredilirken, bunlarda özellikle Mekke'den Medine'ye hicret edenlerin hakkı bulunduğu vurgulanmıştır (el-Haşr, 59/7,8). ''Seni bir fakir olarak bulup da zengin yapmadı mı?" (ed-Duhâ, 93/8).

islâm'da veren el, alan elden üstün tutulmuş ve müminler helâl yoldan kazanç sağlamaya teşvik edilmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "iyi mal, sâlih kimse için ne güzeldir" (Ahmed b. Hanbel; Taberânî, el-Evsat). "Nerede ise fakirlik, küfre denk olacaktı " (Beyhakî Şuab; Taberânî, el-Evsat). Hz. Peygamber şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan sana sığınırım" (Nesaî, Sehv, 90, istiâze, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42, 44; VI, 57, 207). Yine Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Ben görmeyen birisiydim, Allah basiretimi açtı; fakirdim, beni zengin kıldı" (Buhâri, Enbiyâ, 51). "Şüphesiz, insan borçlandı mı, konuşursa yalan söyler, vadederse, sözünde duramaz" (Buhâri, el-istikrâz).

Fakirlik insan düşüncesi üzerinde olumsuz etki yapar. Muhammed eş-Şeybânî'ınin (ö.189/805) şöyle dediği nakledilir: Ebû Hanife (ö.150/767) ilim meclisinde iken hizmetçisi evde yiyecek kalmadığını söyleyince, o şöyle demiştir: "Allah hayrını versin, kafamdan kırk fıkıh meselesini kaçırttın". Yine Ebû Hanife'nin başka bir sözü şöyledir: "Evinde yiyeceği olmayan kimse ile istişârede bulunma. Çünkü onun fikri dağınık, kalbi meşguldür; kararı isabetli olmaz" (Yûsuf el-Kardâvî, Fakirlik Problemi ve islâm, terc. Abdulvehhâb Öztürk, Ankara, 1975, s.24). "Hâkim, öfkeli iken karar vermesin " hadisi de aynı esası belirtir. islâm hukukçuları fazla açlık, susuzluk ve benzeri etkenleri öfkeye kıyas etmişlerdir.

Yoksulluk evlilik hayatını da etkiler. Ayette "Evlenmeye çare bulamayanlar, Allah kendilerini fazl-u kereminden zengin kılıncaya kadar, zinaya karşı iffetlerini korusunlar" (en-Nûr, 24/33) buyurulur. Ebû Hanife'ye göre, kocanın yoksulluğu sebebiyle kadın boşanma davası açamaz. Sabretmesi, gerekirse kocasından izin alarak çalışması ve kocasının nafakayı borçlanması gerekir. Delili şu ayettir: "Eğer borçlu, darlık içinde ise ona geniş bir zamana kadar mühlet (vermenizdir). " (el-Bakara, 2/280). Şâfii (ö.204/819), Mâlik (ö.179/795) ve Ahmed b. Hanbel'e (ö.241/855) göre, kadın, kocasının nafakayı temin edemeyecek şekilde yoksulluğu yüzünden boşanma talebinde bulunabilir. Ric'i talaktan (cayılabilir boşama) sözeden ayetin sonunda şu uyarı vardır: "Bu kadınları haklarına tecavüz için, zararlarına olarak tutmayınız" (el-Bakara, 2/231).

Yoksulluk, toplumda huzursuzluk yaratır. Ashâb-ı kirâmdan Ebû Zer el-Gifârî'nin (ö.32/652): "Evinde yiyecek bulamayânın, insanların üzerine yalın kılıç yürümediğine şaşıyorum" dediği nakledilmiştir (el-Kardâvî, a.g.e., s.27). Bir toplumda zenginlerle yoksullar arasındaki mesafe büyür, zengin azınlık israf ve sefâhet içinde yüzerken, yoksullar aslı ihtiyaçlardan bile mahrum kalırsa, kalplere kin, buğz ve nefret tohumları ekilir, toplum düzeni bozulur.

Allahu Teâlâ rızkı, mal-mülk edinmeyi çalışma ve risk esasına bağlamıştır. insanların becerileri farklı olduğu, çocuk ve servetler bir imtihan aracı sayıldığı için, servette mutlak eşitlik amaçlanmamıştır. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı" (en-Nahl, 16/71). "Şüphesiz Rabbin, dilediği kimsenin rızkını genişletir, dilediğini de daraltır. Çünkü O, kullarının her halinden haberdardır; her şeyi hakkıyle görendir" (el-isrâ, 17/30) . "O, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi imtihan etmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır" (el-En'âm, 6/165).

Servetlerin gerçek mâliki yüce Allah'tır. insan, malı üzerinde vekil ve yed-i emindir. O, serveti, yaratıcının koyduğu sınırlar içinde kazanmak, harcamak ve tasarruflar yapmakla yükümlüdür. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Size (tasarruf için) vekâlet verdiği maldan O'nun uğrunda harcayın " (el-Hadid, 57/7). "Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin" (en-Nûr, 24/33). Servetinde toplumun hiçbir hakkı bulunmadığını öne süren ve Kapitalizmin sembolü sayılan Karun'u, Allahu Teâlâ yurdu ile birlikte helâk etmiştir: "Sonunda biz onu da, sarayını da yere geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek hiçbir cemaati de yoktu, onun. Bizzat kendini savunmak için gücü de yoktu" (el-Kasas, 28/81).

slâm'da fakirliğe karşı şu çözümler getirilmiştir.

1. Çalışma: Allah (c.c.), insan için ancak çalıştığının karşılığı olduğunu bildirmiş; dünyada ve göklerde bulunan her şeyi insanoğlunun emrine amade kıldığını haber vermiştir: ''O, yeri sizin için itaatkâr kılandır. O halde, onun omuzlarında yürüyün; Allah'ın rızkından yeyin..." (el-Mülk, 67/15). "Yerden yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıkları Allah'a aittir (el-Mü'min, 23/64).

Hz. Ömer (ö. 23/643), rızık için çalışmadan oturan ve Allah'a tevekkül ettiğini ileri süren bir topluluğa şöyle demiştir: "Hiçbiriniz; Allah'ım bana rızık ver, diyerek, çalışıp rızık aramaktan geri durmasın. Bilin ki, gökten ne altın yağar, ne gümüş. Allahu Teâlâ'nın; "Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından nasip arayın" buyurduğunu görmüyor musunuz" (el-Cum'a, 62/10; el-Kardâvî, a.g.e., 57).

2. Zengin hısımların himayesi: islâm'da prensip olarak, yoksulluğa karşı herkes çalışarak karşı koyar. Ancak çalışmaya gücü yetmeyenler, dul kadınlar, küçük çocuklar, yaşlılar, kötürüm, hasta ye yatalaklarla, basına gelen bir musibet yüzünden kazanç elde edemeyenler, öncelikle zengin hısımları tarafından desteklenir. Bu konu islâm'da nafaka hukuku hükümlerine göre çözümlenir.

Ebû Hanife'ye göre her mahrem hısımın, kendi hısımına nafaka vermesi vacibtir. Eğer hısım, çocuk ve torunlardan veya baba yahut dedelerden ise, dinleri bir olsun farklı olsun nafaka hukuku cereyan eder. Diğer hısımlar arasında ise, ancak dinlerinin bir olması halinde vacib olur. Bu durumda, müslümanın kâfir olan hısımına nafaka vermesi gerekmez.

3. Zekât: islâm'da, fakirliğe karşı en büyük ekonomik kuruluş, zekât müessesesidir. Zekât, servetlerin yalnız zenginler arasında dolaşmasına engel olur, zengin-fakir arasında sosyal ve ekonomik dengeyi sağlar. Toplumda, zengin sayılan tüm müslümanların elindeki altın, gümüş, nakit para ve alıp-satmak üzere elde bulunan ticaret malları kırkta bir; tarım ürünleri onda veya yirmide bir (özel mas rafla yapılan üretimde); madenlerde beşte bir ve hayvanlarda belli cins ve miktarlara göre, değişen sayıda zekât farz olur. Bu kadar büyük bir ekonomik potansiyelin işletilmesi hâlinde, bir beldede, yoksulların yeme, içme, giyim, tedavi, mesken ve benzeri problemleri mâkul bir süre içinde çözülebilir. Ancak bunun için zekâtın islâmî ölçülere göre toplanması ve aynı ölçülere göre dağıtılması gereklidir. Tevbe Sûresi 60. ayette zekâtın verileceği sınıflar şöyle belirlenir: "Zekât, Allah 'tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekâtı toplayan memurlara, kalpleri islâm'a ısındırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara,ı Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara verilir.

Zekât çeşitlerinin devlet eliyle toplanması asıldır. Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidin'in uygulaması böyle olmuştur. Ancak Hz. Osman, bâtını malların zekâtını vermeyi, mal sahiplerine bırakmıştır. Kur'an'da "zekât memurları" ından (Tevbe, 9/60) sözedilmesi, ayrıca Hz. Peygamber'e hitaben; "Onların mallarından zekât al" (Tevbe, 9/103) buyurulması bunu gösterir. Diğer yandan Hz. Peygamber, Muâz b. Cebel'i (ö. 18/639) Yemen'e vali olarak gönderirken, "Onlara zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir sadakayı, Allah'ın kendilerine farz kıldığını bildir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230, 236, 242; Tirmizi, III, 616; Ahkâm, 3) buyurulmuştur. Muâz (r.a.), bu tâlimatâ uyarak Yemen'in zenginlerinden aldığı zekâtı aynı beldenin yoksullarına dağıtmıştır (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtar, II, 161). ilk halife Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634), zekât vermek istemeyenlerle savaşmış ve bu konuda şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki, namazla zekâtın arasını açanlarla harp ederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Yemin olsun ki, Allah elçisine zekât olarak verdikleri bir hâyvanın ipini dahi eksik bırâksâlâr, onlarla savaşırım" (Buhâri-Müslim). ibn Hazm (ö. 456/1063) şöyle der: "Zekât vermeyenin hükmü, istese de istemese de zekâtı elinden âlmâktır. Vermemek için mücâdele ederse muhâriptir. Eğer inkâr ederse mürteddir" (el-Kardâvî, age, s.99).

4. islâm Devletinin diğer gelir kaynakları: Zekât geliri yoksulların ihtiyaçlarını karşılayamadığı takdirde; vakıflar, maden ocakları ve madenler gibi, çalıştırmak, kiraya vermek ve ortaklık etmekle, devletin idare ve kontrol ettiği ammeye ait mallarda, ganimetlerin beşte birinde, savaşsız elde edilen mallarda, haraçta ve her çeşit vergilerde muhtaçların hakkı vardır (el-Enfâl, 8/41; es-Serahsı, el-Mebsût, III, 18). Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında şöyle dediği nakledilmiştir: "Devlet malına kimse kimseden daha lâyık değildir. Ben de başkalarından daha lâyık değilim. Her müslümanın bu malda hissesi vardır. Eğer ömrüm yeterli olursa San'a dağındaki çobana bu maldan hissesini veririm" (eş Şevkânî, age, VIII, 79).

Zekât dışındaki çeşitli kaynaklarda gayr-i müslim fakirlerin de hakkı vardır. Hz. Ebû Bekir devrinde Hâlid b. Velid'in (ö. 21/641). Hıre Hristiyanları ile yaptığı sulh antlaşması, onların fakirlik, hastalık ve yaşlılığa karşı bir çeşit sigorta edildiklerini gösterir. Bir sosyal sigorta niteliğindeki bu antlaşma metnini Ebû Yûsuf (ö. 182/798) Hâlid b. Velîd'ten şöyle nakleder: "Onlar için şunu kabul ettim: Onlardan herhangi birisi çalışamazsa yahut başına bir felâket gelirse veya zengin iken fakir düşer, din kardeşleri ona sadaka vermeye başlarlarsa cizye borcu kaldırılır. Kendisi ve ailesi müslümanların beytülmâlinden geçindirilir. islâm ülkesinde kaldıkları sürece bu uygulama devam eder. islâm ülkesini terk ederlerse, müslümanların onlara bakma yükümlülüğü kalkar" (Ebû Yûsuf, el-Harâc, 2. baskı, Selefiyye Matbaası, s.144).

Hamdi DÖNDÜREN

https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/fakir-fakirlik
--spoiler--
hint-iran kırması tasavvufun etkisidir bu aslında. kast sistemini sokmuşlar işte sinsice. yedirmeye çalışıyorlar hala. peygamber fakir değildi yahu. sadece mala tamah etmiyor ve dağıtıyordu. sahabelerde ellerinde geldiğince mal kazanmış,ticaret yapmış ve dağıtmışlar.

aksine, ülkede fakir kalmayıncaya kadar çalışmak ve infak etmek bir müminin borcudur. şimdi ise, fakirler, zengini daha da zengin etmeye çalışıyor , zengin de , ( istisnalar hariç) israf üstüne israf peşinde.
görsel

Bunu diyen Ali erbaş en az 15-20 bin lira maaş alıyordur.

Bende şunu diyorum. Fakirlik zenginlerin yücelttiği ve kutsallaştırdığı bir kavram. Çünkü ekmek paraları fakirlik. Fakirin karnını doyur ki sana daha fazlasını versin.
Bu cahil adama Süleyman peygamberi hatırlatmak isterim.
öyleyse allaha bir nefes kadar yakın olmam lazım.
gerçekten öyle.

nedense en çok şükreden, en çok dua eden insanlar hep fakir oluyor.
güncel Önemli Başlıklar