bugün

çorumlu bir arkadaşım vardı. inşaat işçisi bir baba, 3 kardeş ve müthiş bir fakirlik. olabildiğince düşkünlük. kemikleşmiş zavallılık.

adı kemal idi arkadaşımın. güzel ve temiz yüzlü bir gençti. hayalleri de yüzü gibi mahsun ve naifti. beyaz tenin üzerine bir çift hilal kaş ne kadar mükemmel ve ironik ise kemal'in düşleride düşkünlüğünün içinde bir inci tanesi gibi parlıyordu. korkunç derecede ironik düşerdi, mevcut durumuna.

bir kadına tutulmuştu saf kemal'im. utanmadan, sorgulamadan, kendini bilmeden güzel bir kadını sevmişti zavallı yaşam yetersizim benim. rüya gibi bir kadını tanrılaştırmış, tüm düşkünlüklerini onun mükemmel gamzelerine gömeceğini zannetmiş böylece huzurlanacağını hissetmişti histerik bir şekilde. hayatın tüm realitelerinden uzak, düşün o geometriden yoksun, şekilsiz diyarlarında bir olabilirlik peşine salmıştı tüm istençlerini. her seferinde atladığı müthiş fakirliği, gerçeği gözüne gözüne sokacaktı; lakin bihaberdi tüm bunlardan. aşk her zamanki gibi gözleri kör etmişti.

aylar süren platonik krizleri, kemal'i bir çıkmaza sürüklemişti artık. ya gidip açacaktı o aptal, hadsiz yüreğini kadına, yada içine atıp patlatacaktı kalbini hakettiği gibi. gidip anlatmayı seçti zavallım. üstünde toplamı 70 liralık sermayesiyle karşısına çıktı o müthiş güzelin. bir de gül almış sevdiğine. 19. yüzyıl romantikleri gibi etkileyebileceğini düşünmüş tamamı meta olan gamzeli güzeli.
ilk şoku kadının konuşma isteğini reddeedince yaşamış melek kemal. sonrası mı? işte sonrası:

'yanına gittim, arkası bana dönüktü. gizliden bir nefes çektim saçlarınadan abi. aniden bana doğru döndü, napacağımı şaşırdım vallahi. kalbim kulaklarımda anın büyüsünde eriyip ağırlıksızlaşmak istedim. bakışları deldi geçti beni abi. sıkıntıyla gerildi yüzü ve gamzesini gördüm yine onun. abi senden bişey isteyecem: yalvarırım ölünce gamzesine gömün beni olur mu? vasiyetim budur. neyse sonra hiç oralı olmamış gibi döndü yürümeye başladı. kalp atışlarım onun topuk seslerine senkron tutmuştu. koşarak gittim yanına. konuşmak istediğimi söyledim. çattı kaşlarını abi, alaycı bir gülümseyiş yayıldı dudaklarına ve cevap bile vermeden omuzlarını silkti. çıkıp gitti, öyle bıraktı beni abi.' dedi bir solukta ve ağladı fakir kemal, düşkün kemal, aptal kemal.

nihayetinde gerçek kafasına kafasına vurdu fakir çocuğun. kadına aldığı gülün dikenlerini batırdı ellerine, rilke gibi güzel bir ölüm düşledi. lakin tüm fakirler gibi oda çok sağlıklıydı ölmedi öyle enfeksiyondan. ağlaya ağlaya yüreğini açmışken bana. birden
hayatım boyunca beni derinden etkileyen o vurucu cümle döküldü dudaklarından:

ey fakirler hala ne diye yaşarsınız? dedi. dedi ve ağladı kemal. ömrünce hep ağlayacağını hissetti derinden ve kanıksadı durumunu.

tanım: bir hiç olarak yaşamanın, dinamiği üzerine merak.
"fakirlerde hiç değilse insanlık, sendeki de görgüsüzlük kardeşim" diye cevap verebileceğim, düşüncenin en saçmasıdır.
http://karikaturix.com/wp...3%BCr-Gerizekal%C4%B1.jpg
hayatta kalma içgüdüsünün ne olduğunu bilmemekten kaynaklanır. önemli değil, cahilliği atınca geçer.
bunu anlamayan bir zengin olamaz, çünkü zengin bilir ki fakir insanlar kendisini daha da zengin etmek için var olan ucuz işçilerdir. hükümetler de zengini destekler ucuz işçiliği devam ettirmek konusunda çünkü o zenginler o hükümetleri var etmiştir. bana da düzeninizin amk. demek düşer.
'yaşar usta'