bugün

eğitim olgusu; üstün zekalı, engelli kısacası özel çocukların bilince erdirilmesi için kullanılır.

öğretim ise; içinde ilköğretimden, üniversiteye, dershanelere, kurslara ve etütlere kadar öğrencilerin bilgi ve beceri seviyesine ulaşmasını sağlamak için kullanılır.
şuan ikisi arasında hiç fark yok.. ikisi de birbirinden bok durumda (yani fark aramayın, yok..) çünkü artık eğitim öğretimin yerini özel dersler ve kurslar aldı.. nekadar para; okadar eğitim/öğretim oldu..
öğretim, eğitimin olduğu yerde başlar.
eğitmek doğru düzgün yapıdığında, kişiliğe olumlu özellikler katar. eğitimsiz öğretim durumunda kişiler; yorum yapamayan, kendinden bir şey katamayan kıt insanlar olurlar. kendi kendini eğitmek vardır, kendi kendini öğretmek söz konusu değildir. öğretmekle öğrenmek farklıdır.
hem teorik olarak hem de pratik olarak aralarında ciddi farklar olan iki terimin karşılaştırılmasıdır.

eğitim için klasik bir tanım vardır; kişide kalıcı ve istendik davranışları yaratılması. açalım biraz; kişi üzerinde ikinci bir güç tarafından o güne kadar kişi tarafından olağan karşılanan ve sürekli halde bulunan davranışların genelin amaçlarına hizmet eder biçimde değiştirilmesidir. eğitim için öyle sosyal bir kuruma gerek yoktur esasında. kişinin eğitilmesi için içinde bulunduğu sosyal çevre yeterlidir. eğitim için belli bir zekâ alt sınırı da yoktur. bugün zihinsel engelli bireylere özel veya devlet kurumlarında uygulanan faaliyetlerin tamamı kişiyi mevcut durumdan bir adım daha ileri götürmektir. burada ne anlaşılır? eğitim için belli bir noktanın ilerisinde seviye de beklenmez. kişi temizlik alışkanlığından bi-haber ise, burnunu koluyla değil mendil ile temizlemesi bir eğitim faaliyeti sonucudur. kişinin bulunduğu nokta; sosyal meselelerin henüz başında ise, kişiye yardımseverliğin iyi bir davranış olduğunu aşılamak da bir eğitimin seviyesidir. yataktan kalkınca elini yüzünü yıkamayı kavratmak, kamu mallarının doğru düzgün kullanılmasını beklemek, defterinden boşu boşuna bir yaprak kopartmamayı aşılamak, okul bahçesinde yerdeki bir kağıt parçasını kaldırıp çöpe attırmak da bir eğitimdir. anne babaya karşı saygı duyulmasını sağlamak, cenaze evinde hoplayıp zıplamamayı anlatmak da bir eğitim faaliyetidir. dedik ya; amaç toplumun genelinin beklentileri doğrultusunda mevcut halden bir adım ileri gitmek...

öğretim ise biraz daha farklı bir kavram. öğretim kişiyi hayatın her evresinde ihtiyaç duyabileceği yeterli miktarda sayısal veya sözel bilgiye kavuşturmaktır. ancak burada da önemli nokta öğretim faaliyetinin kişinin genel durumuna ve mevcut haline uyumluluk göstermesidir. öğrenci üniversiteye hazırlanıyorsa integral konusu bir hedef öğrenme alanı olabilirken, askeri birliğinin kapısından girene kadar okuma-yazma öğrenmemiş birey için integral hedef bir öğrenme alanı değildir. bir kimyager için periyodik tablodaki elementler öğretimin en alt sınırını oluştururken, bir felsefecinin hiç de ilgisini çekmez elementlerin hangi düzende bu tabloya yerleştirildiği...
bir uluslararası stratejist için türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik, siyasal, kültürel ve coğrafi konum temel bir öğrenme sahası iken, sanayideki kaporta ustasının yanındaki çırak için göçük kaportanın nasıl ısıtılarak düzeltileceği daha önemli bir öğrenme alandır.

bu durumda öğretmene ve okula asıl düşen görev öğrenciyi öğretim yapılabilecek durumda bir eğitim seviyesine taşımak olsa gerek. naçizane kişisel bir söylemi de buraya almak farz oluyor. tüm veli toplantılarında davranış bozukluğu gösteren öğrenci velilerine tek bir kelamda bulunmaktayım o da; öğrencinin ağrı dağı'nın türkiye'nin en yüksek dağı olduğu bilgisinin hayatın her hangi bir anında öğretmenin mümkün olduğu ama yalanın, riyanın, hırsızlığın yanlış bir davranış olduğu fikrinin kafalara sokulmasının ancak ufak yaşlarda mümkün olduğu yönündedir. bugün eğitimbilimciler çocuğun kişisel eğitimin anne karnında daha hamileliğin üçüncü ayında başladığını beyan etmekteler. yani çocuğun dış dünya ile psikolojik ve sosyal ilişki kurmaya başladığı, dışarıdan gelen sesleri algılamaya başladığı dönemde.

memleket olarak bir 80 yılı nasıl çöpe attığımız ise sanırım bu noktada vurgulanmalı; ülke olarak daha doğmadan eğitilebilir hal alan yavrularımızı ancak 7 yaşında eğitmeye başladık. daha şu son birkaç yıldır aklımız başımıza geldi de "7 çok geç" sloganı altında okul öncesi eğitime biraz göz kırpar olduk. ne midir bunun ziyanı zararı bir küçük anı ile açalım.

efendim dönem cumhuriyetin ilk yılları. atatürk mevcut eğitim sistemindeki aksaklıkları tespit amacıyla dönemin ünlü eğitimbilimci john dewey'i ülkeye davet eder. ülkeyi karış karış gezmesini, masraflarının devlet tarafından karşılanacağını ve kendisinden eğitim sistemindeki eksiklikleri ve tavsiyeleri içeren bir rapor hazırlaması ister.

bir gün ibrahim alaattin gövsa ile john dewey bir meslek lisesinde gözlemde bulunur ve okuldan ayrılırlar. öğrencilerin durumu tam bir felakettir. yaya bir şekilde okulun bulunduğu sokağın sonuna doğru yürürken john dewey alaattin beyden bir dakika beklemesini rica eder. sokakta oyun oynayan çocukları gözler. birkaç dakika sonra eğitim sistemine okkalı bir tokat atar. "sayın gövsa, sizlerin uyguladığı eğitim sistemi bu. her ne yapıyorsanız yapıyorsunuz ve sonuçta şu cin gibi çocukları kısa sürede az önce sınıfta gördüğümüz kişiler haline getiriyorsunuz" der.

esasında aradan geçen 80 yılda pek de kat edilen yol yok gibi. ama bir noktada haklı da eğitim sisteminin ürünleri olan toplum. bugün milli eritim yakim yikim yokedim bakanliginın iç yazışmalarında bakın hangi ibare kullanılıyor; "2006-2007 öğretim yılı" eğitim değil, eğitim-öğretim değil, öğretim yılı.

son bir anekdot da öğretimin ne olduğu hakkında ..."felsefecilerin sıklıkla kullandığı bir tabir vardır, "yafes'in keçisi" şeklinde. yafes'ten hükümdar keçiye kitap okumayı öğretmesini ister. yafes uzun bir düşünceden sonra yolunu bulur. kitabın her sayfa arasına biraz ot-yaprak vs. koyar. keçiyi bu yolla güdüler. kısa sürede keçi, her sayfayı dili yardımıyla çevirip aradaki otu yemekte sonra da başını sağa sola hafifçe sallamaktadır. daha sonra yafes her sayfaya değil de aradan bir kaç sayfaya bu otlardan koyar. keçi arasında ot bulunan sayfayı bulana kadar diliyle sayfayı çevirmekte başını sallamaktadır. son gün yafes hükümdarın karşısına keçi ve bir kitapla çıkar. kitabın sayfa arasında hiç ot yoktur. hükümdarın gözü önünde keçi tek tek otu arar ve son sayfaya gelene kadar başını sağa sola sallar ve kitabın son sayfasını da çevirir. hükümdar alaylı bir dille sorar;
"-sor bakalım ne anlamış" yafes cevap verir,
" ben dilinden anlamıyorum, isterseniz siz sorun..."

işte yafes'in keçiye uyguladığı işlemler öğretimdir... hükümdarın bir âlime karşı takındığı tavır eğitimsizliktir... fark budur.
insana bir şeyi her zaman öğretebilirsiniz ama o insanı belli bir zaman sonra eğitemezsiniz.
eğitim hayatın her alanında her an olabilir. fakat öğretim için belirli bir yer, mekan vs. gereklidir.
eğitim sınırsız bir alandır, öğretim ise bu alanın çitlerle çevrilmesidir..
ülkemiz öğretmenlerinin bir türlü kavrayamadığı fark.
eğitim adam etmeyi, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdir. günümüz okullarının çoğunda öğretim bir kenara bırakılmış eğitim üzerine yoğunlaşılmıştır.
istendik davranış değişikliklerini bir plan dahilinde bireye kazandırma durumuna eğitim dersek, öğretime ne deriz bilmiyorum, ki ben bir öğretmenim. sonra da kimse kalkıp eğitim şart demesin, sistem bozuk hocam, sen daha öğretmenine öğretmemişsin eğitimi-öğretimi, gibi cümleler ile ironik yaklaşımlar sergileyen hocalarımız şüphesiz ki mesleğini icra etmeyen kişilerdir, zararsız insanlardır.

(bkz: benden korkmayın nolur!)
eğitim davranışlarla ilgilidir. öğretim daha çok bilişseldir. eğitim öğretim örnekler;
aslanı kırbaçla eğitmek, insana toplama işlemi öğretmek.
eğitim aile ile başlar ; öğretim okul ile başlar.
vizyon ve misyon arasındaki farklara benzer.
güncel Önemli Başlıklar