bugün

erkekler! eninde sonunda olacağınız adamdır bu. kadınlar! evet sizin de payınız var.

ya bu tiplemeyi edinmek için daha önce gözlemlemiş olmamız gerekiyo, evet gözlemledik de zaten. var böyle bi tip. beyaz atletli falan da olabilir, sorun değil. o atleti giyiyoruz arada bir zaten, mesele onunla balkona çıkmakta. burdan da anlayacağınız üzere o amcam bazı şeyleri bitirmiş hayatında, o atletle balkona çıkarabildiğine göre. ama bana bu amcaların sayısı bizim nesilin* evlenip çoluk çocuğa karışmasıyla gittikçe artacak gibi geliyo. bu yaş aralığı üniversite aşkı, birlikte yaşamak denen şeyi yaşadı çünkü. üniversitenin o iki ucu boklu değnek halini gördük biz, iyi-hoş bi kız arkadaşımız oldu, sevdik mutluyduk sıcacık sarıp sarmaladı bizi öğrenci evlerinde; ama okul deli gibi hatun kaynıyodu, hep gözümüz dışardaydı. epey sürdürdük yine o ilişkiyi ama gözümüzün dışarıda olduğunu çok gizleyebilen bi cins değiliz erkekler olarak, eninde sonunda anlaşıldı gözün dışarıda olduğu. biyerden sonra biz de inkar etmemeye başladık falan, derken bi baktık elimizdeki ilişkiyi bitirmişiz. e üniversiteyi de bitirmişiz. hopp mezun olduk askere gittik işe girdik azcık para biriktirdik falan derken yaş oldu 25-30.

şimdi bu yaştan sonra evlenecek kişiyi bulmakta üniversitede sahip olduğun kadar fazla seçeneğe sahip değilsin, ciddi bi ilişki için beklentilerin ister istemez düşecek. işyerinde ya da arkadaşının arkadaşı biriyle tanışacaksın, eh baktın eli-yüzü düzgün, seninle beraber olmaya da istekli, demo bi ilişki yaşayıp evleneceksin. 1-2 sene beraber yaşamanın nasıl olduğunu göreceksin, 3. sene birilerine pipisini gösteren bi velet sahibi olmak isteyeceksin. velet de gelecek, çocuğun büyütülmesinde kadın kadar rol almak falan gibi feminist gazlarına geliceksin 2-3 sene, ama yaş 4 oldu mu o velet de tanımayacak seni. gerçek ilginin kaynağının anne olduğunu anlayacak, yavaş yavaş ailenin dışına itilip o otorite sembolü baba rolünü oynamaya başlıyacaksın. çocuk mahallede top oynamaya* başladığı zaman, sen de işten eve gelmeden önce bakkala uğrayıp bakkal hilmi'den küçük rakını alıcaksın, gazeteye sarıp eve çıkıcaksın. moderen eşin içince sapıttığını öne sürecek, o yüzden sana meze hazırlamayı ve ortalık yerde içmeni uygun görmeyecek. sen buna en başta biraz karşı çıksan da eninde sonunda kabulleneceksin, kadının elindeki kozların büyüklüğünü anlamanla hemen hemen aynı döneme denk gelicek bu kabulleniş.

arka balkona bi masa bile atamayacaksın, dar olacak zira. bi sandalye sıkıştıracaksın, rakını mutfakta hazırlayacaksın, içiyosan bi de sigara yakacaksın, hatta içiyosan bide "evlenince bırakıcam" diye kendine söylediğin yalanı hatırlayıp bi daha efkarlanıcaksın. o üniversitede gözünün dışarıda olması yüzünden harcadığın ilişkiyi düşüneceksin, onu sürdürseydim farklı olan ne olurdu diyeceksin, onu özleyeceksin. bir kaç şey gelecek aklına, evet farklı olabilirdi diye kendini kandırmaya başlayıp rakı içmen için gerekli efkarı yaratmaya çalışacaksın. o sırada çocuğunu göreceksin mahallede, hiç bir şeyden habersiz koşturuyo olucak, "ne fark edecekti anasını satıyım" diyeceksin bu sefer, diğeriyle evlenseydim beraber mi rakı içecektik bu balkonda? ikimiz de burda rakı içiyo olsaydık çocuk döndüğünde kim üstünü değiştirip yatıracaktı hem onu? ulan ibne hilmi yine çarptı 15 liramı diyip sigarayı apartman yöneticisinin balkonuna atıcaksın, kodumun yöneticisi. karıcım napıyosun bakim uyudun mu? diye şirinlik timsali olarak salona dön sen en iyisi. öpmemeye gayret et yalnız. "öff pis pis rakı kokuyosun!"
tedirginlik, içerisinde: epeydir görüşmediği kişiyi, neşeyle arayan sonrada telefonu masaya vurarak bırakan,

çocuk yatsada hanımı yakından sevsem diye düşünürken,sakın aklından bile geçirme yanıtını alıp, herkese ve hayata söven kişi.
beyaz atleti ve çizgili pijaması da vardır bu babanın.