bugün

Sana kapımı her açtığımda, sandal ağacı kokusu doluyordu odama... ilk geldiğin gecelerin birinde" sende aradığım ne" dediğinde bana, "belki de birbirimizin hüznünde gözümüz var" demiştim sana. Gecenin bir yarısı hep aynı adrese koşuyorsa insan, ya dinlemek, ya anlatmak için çalıyordur o kapıyı. Ne diyordun?
-Neyim var ki anlatacak. Bir adam. Yorgun, bezgin...

Geceler iki gün arasına sıkıştırır insanı, ezer. "Çözül" der. Kendinde çözülürsün de sonra akarsın bir yere. Yazılara, yabanlara, cümlemiz gibi cümlen gibi. Savrulursun da savrulursun Yorulursun bazen serseri ruhundan. Yorulursun taşmaktan. Kalmak istersin... Aktığında dolacağın bir çukur ararsın. Bulursun, dolarsın, durursun ve kalırsın... Durmak yorar seni. Kalmanın yetersiz olduğunu anlarsın. Aradığın kalmak bu değildir, başka bir şeydir. Anlatırsın. Denersin, denersin. Bezgin olur adın... Bırakırsın kendini, sürüklenirsin.
Anlatmaktan yorulmuş adam... Kıyıya vurmuş.
Duygularının kalmak istediği yeri arıyordun, kaybolacağın yeri arıyordun, karışacağın yeri arıyordun.

Sürükleniyorsan tutulmak, donmuşsan çözülmek, bir sandalsan yansımanı görmek istiyordun.
Kendini sandal ağacı kokusuyla örten, hüznüme gözlerini diken sen; hüznümde senin bir yanını anlatabileceğim bir yer arıyordun bir eylül zamanında.
Gözelerde uyumak isteyen ırmak gibi, kuru bir yaprakla konuşmak isteyen rüzgar gibi, sürgünlerine hasretli toprak gibi... Sen sustuğunda ben kendimi dinliyordum. Öyle seyrettim işte seni, öylesine. Kendim gibi, bilir gibi.
Biz neydik biliyor musun?...

Öylesineydik!...

(bkz: necla maraşlı)
sevgiyi tuşlarla mı yazıyorsunuz?

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, ..."Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
içinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

müşfik kenter
(bkz: okurların kendilerinden bir şeyler bulduğu yazılar)
Nedenmi Sevemiyoruz ?
Kucak Kucağa SarıLmanın ,
bir Kaç Kızla GörüLmenin ,
Dudağından Öpülmenin, Adını Aşk KoyduLar .
HerkesLe Dost olmanın ,
Para için beden Satmanın ,
Tanıştığı Gün Yatmanın , Adını Aşk KoyduLar .
Seviyorum Diyip Bırakmanın ,
Ardından yaşlı bir Çift Gözyaşı Bırakmanın, Adını Aşk Koydular .
biz bu kadar GürüLtü içinde kalbimiz'in Sesini Duyamıyoruz .
gecenin ardına düşen kırık bir kalp beslediğimi, çilingir sofralarında tüketilen yoğun bir anason kokuyor tenin. sıcak bir duş işte senin yerine koyduğum. kıçım başım belediyenin klorladığı, çamurlu su. bir oynak tahta masanın uçlarındayız, ayağıma kağıt sıkıştır ve beni dengele kadın. kadın beni dengele yoksa sıcak bir çay dökeceğim üstüme. tabağı tutamayacak ve leke yapacaksın düşümün üstüne. gözünü gözüme sokmadan birbirimize kelime oyunlarında sokuşturacağız. tıka basa sevda yüklü cümleler kuruyorum ki zerre umursuzsun. benim jilet kesiğidir dilim, bu yüzden kanlı söylemler ettim. ki sen benim kusuruma bakma kenar köşesinde hayatının bir gece yarısı ölü bulunurum. arafta kalırım senin kurguladığın din çıkmazlarında. sorgusuz sualsiz yakılırım. bir çekyatın iki ucunda sana söyleyecek onca cümleyle susuyorum. devrik bir aşk benimkisi, öznesi faili meçhul bir cinayetin kurbanı. adını vermedim onlara polis jopları çarpsın istemedim. içtiğim hapların tek tek patladığını hissediyorum, cesedimi hatırlamayacağın bir yere bırak. hatta az önce anlattığım düşüme. hiç şans vermediğin yarınlarına göm beni. çağnozunda dans ederken çingene kızları, ki en güzelisin hala.
Bir kadın seni bir kartal gibi uçurabilir.
Diğeri de verebilir bir aslanın gücünü.
Ama sadece biri, bu hayatta, doldurur yüreğini tasasızca.
Akıldan yoksun, bilirsin verdiği tuhaf keyfi...
böylece artık onu sevmediğimi farkettim. kabuk bağlamış bir yara gibiydi, onu görmek bende heyecan değil, hoş anılar uyandırıyordu, acı çekmeden yanında kalabileceğimi ve acı duymadan uzaklaşabileceğimi anladım. belki artık tam anlamıyla olgunlaşmıştım. bundan üzüntü değil, yalnızca hafif bir hüzün duyuyordum. ama aşk zamanı sona ermişti. harekete geçmek, denizlerin ötesine gitmek gerekiyordu...

(bkz: umberto eco)
Kocaman bir aynanın yere çarpışı gibi düşüyorum yeryüzüne ve binlerce parçaya dağılıyorum. Korkarım ölmüyorum, öldüğümü düşündüğüm noktada başlıyorum hayata. Yaşamak bu olsa gerek; aynalar gibi düşüp bin parçaya bölünmek. Ve her bir parçası bir araya geldiğinde büyümek; büyümek ve sonunda tek bir parça halinde yeniden ölümle dirilmek.
Kendimi aynalarla karşılaştırıyorum uzun zamandır; bir bir çıkarıyorum ortak yönlerimizi açığa. Olup olmadık zamanlarda kendimde kayboluyorum ve aynalarda silik bir görüntü halini anlıyorum, benliğimden hiçbir şey katmadığım hayatlar oynatıyorum sinema perdesinde. Sonu hep hayal kırıklığıyla biten senaryolar üretiyorum seri bir şekilde.
Diyorum ya; kendimden hiçbir şey katmıyorum ya da katamıyorum hayat perdemde oynattığım senaryolarıma. Onlar sadece benim senaryolarım, her biri kırık bir ayna parçası ve her birine farklı bir görüntü nakşolmuş. Bunu da yeni yeni fark ediyorum ki, hayat bir yansıma. Önemli olansa kimin kime ne kadar yansıdığı, aynanın ayna karşısında.
Geçen zamanla birlikte kırık parçalarımı toparlıyorum, yeryüzüne çakıldığımda etrafa saçılan benden olan o bin bir parça. Her parça candan bir parça ama aynanın kalbinden çok uzakta. Ve üstelikte her parçada ayrı bir görüntü oynatılan senaryolar başka. Her parçamda ayrı bir sureti, başka bir olayı buluyorum. Hayatımın her anı başka bir parçada saklı ve yaşadıkça bütünleşiyor ayna. Parçalar kendiliğinden aynanın ait olduğu kısmındaki yerinde alıyor zamanla.
Öyle ya, insanın hayatı boyunca yaşadığı olaylar kırık ayna parçalarına benzer ve her bir parçada ayrı bir suretinizi bulursunuz. Etrafta ne kadar parça varsa sizin hayatınızda da o kadar kırılmış, dağılmış yaşanılan bir şeyler vardır. Her bir parça insanın bir başka yüzüdür. Herkes için ayrı parça vardır, kendini yaşatabileceği. Her parçayla bir başka yöne savrulmuş çevresine uyum sağlamaya çalışan canlılar gibi büyük ya da küçük değişimler geçirmişsinizdir.
Yola çıktığınız gibi değilsinizdir artık, hayat başladığınız gibi bitirmenize izin vermez, bütün parçalarınızı tek tek toplatır size. Başlangıçların sonunda duran bitişler gibidir bu parçalar, hep bir şeyler katar size ya da bir şeyler eksiltir benliğinizden. Ve üstelik de bu süreçte durmadan değişmeye, değişirken dönüşmeye mahkûmsunuzdur istemeseniz de.
Kendinize baktığınızda ve içlerinde birilerinin yansımalarını gördüğünüz ayna kırıntılarını toplarsınız. Gün gelir bütün parçalarını toplamanın verdiği huzurla yeniden dirilirsiniz.

alıntı.
Ben hiç karar alamadım, karar alanların ardından baktım” diyordu Umut Sarıkaya. Onun tam tersine ben hep karar alan taraftım ya da karar almak zorunda bırakılan. Kalbimin parçalanışını izlediğimde hep bekledim, bekledim. Sıkılırlar da giderler diye. Onlar illa kovulmak istediler, ben hep rica ettim; ”Hayatımdan siktirip gidebilir misiniz acaba?”

Yalnızım. Hiç olmadığım kadar yalnızım şu ara. Zamansızlıktan, mekansızlıktan, sevmediğimizden değil birbirimizi hep bu hayat koşturmacasından.. Dağılıyorum, dağılıyoruz. Her şeyi büyük bir metanetle karşılamak yalnızlığıma çare olmuyor ve olgunluğum yüzünden kimse beni ödüllendirmiyor.

Seni çok özlüyorum. Her zaman değil. Ama bu saatlerde tek başımaysam, içiyorsam, fonda kalbimi dağlayan bir adam dumanlı sesiyle mırıldanıyorsa bir şeyler sen de gelip aklımın ortasına mıhlıyorsun kendini. Senden sonra değişmedim ben. Senleyken değişmişim meğersem. Şimdi yine kendime döndüm. Şimdi yine bencilim, huysuzum, bazen lanet bazen naletim. Kiminle nerede olduğumun bir önemi kalmadı, günler geçse yetiyor bana. Seni görüşümün üzerinden yaklaşık 355 gün geçmiş. Ne tuhaf şimdi gelsen daha dün ayrılmışız gibi sarılırım boynuna. Bir çırpıda anlatırım başımdan geçenleri, kalbime oturanları, midemi bulandıranları. Sonra güleriz çok güleriz. Senin konuşmana fırsat bırakmadan öperim. Ben seni çok öperim. Çok severim. Gelsen sarıveririm koynuma.

iki balık aldım geçen gün. Birinin adını Haydar koyduk, birininkini Irmak. Birbirlerine değmeden, birbirlerine dokunmadan yaşayıp gidiyorlar el kadar akvaryumda. Onları görünce hüzünleniyorum. Ben koca dünyada nasıl çarpabilirim ki sana? Sahi sen nasıl becermiştin bunu? Hem ben kendi halimde yaşarken henüz çekmemişken dünyaya restimi.. Vardır bunun da bir hikmeti.

Böyle zamanlarda şiir yazmak istiyorum. Kelimeler kendi kendine birleşsin istiyorum. Sonra bir bakıyorum söylenecek her şeyi o kadar güzel söylemişler ki ben olsa olsa kalkar; ”Çay sevmem de kahve içsem olur mu?” yazabilirim. Hatırlamıyorum ki, sen sever miydin çayı?

Kapı aralığından dünyayı görecek kadar büyüdüm. Çok büyüdüm. Beni çabuk büyüttüler. Şimdi yaşlandığımı söylüyorsam, abartmıyorum, hissediyorum. Elimden sevdiklerimi alıyorlar. Oyuncaklarımı almadılar ama sevdiklerimi alıyorlar ve ben durup sadece izliyorum.

Oysa beni bilirsin. Her zaman dik başlıydım, her zaman atarlıydım. Şimdilerde sesimi çıkarmamakla ünlüyüm. Şaşırır mısın, görsen? Muhakkak. Belki de tüm sorun bir daha beni göremeyecek olmandır. Birbirimiz için hiç yan yana fotoğrafı olmayan iki insanız.

Çok fazla konuşmamız ama çok az anımız var seninle. Bu nasıl oluyor, bilmiyorum. Bir bankın üzerinde geçirdiğimiz yarım saat sanki duvarıma yapıştırılan bir poster olmuş. Bir langırt masasının etrafındaki görüntümüz ise -sanki- hala insanları güldürüyor. Bir de son öpüşün beni.. Sinirlenip, ”öpme. beni son olarak böyle hatırlama” deyişin. Oysa dibine kadar kullansaydın beni, bozuk para gibi harcasaydın, kalbimi koruyup kollayacağına ağzımı burnumu dağıtsaydın her şey daha kolay olurdu. Ne zor biliyor musun insanın en çok sevdiğinin insana hiç zarar vermemiş olması? Unutmak için tek bir neden bulamıyorum ki.

Kitaplarıma iyi bak. Onlar da ciğerime iyi baksınlar.

Öperim.

alıntı.
Henüz tanımıyorum seni kimsin? nesin? bilmiyorum
Benden büyük müsün?
Yoksa benim gibi çocuk mu?
Çikolata sever misin?
Ya yeşil elma?
Saçların ne renk acaba? Peki ya tenin?
Mutlaka bir kalbin olmalı bana verebileceğin,.Bir de gözlerin
Acaba ilk ne zaman karşılaşacağız seninle? Nerede?
ve ilk görüşte aşık olacak mıyız birbirimize?
Belki şimdi sen de beni düşünüyorsun
Kimim diye soruyorsun kendine
Birgün
Birgün mutlaka rastlayacağız birbirimize
Neredesin? Seni öyle özledim...
Acaba adın ne?
Kalemi elinden bırakıp gözlerini gökyüzüne dikti Duru. Bir yıldız kayıyordu galiba...
Evet evet gökyüzünde bir yıldız kayıyordu.
Heyecanla ellerini kalbine götürüp gözlerini kapadı...

o yaz, ilk aşk
"bazen kendimi bir müddet için unuttuğum, bir insanda kendime yakın taraflar bulduğum oluyordu. fakat kafama, çıkmaz bir şekilde yerleşmiş olan o korkunç hüküm, derhal kendini gösteriyor: "unutma, unutma ki, o sana daha yakındı, buna rağmen böyle yaptı" diye beni hakikate davet ediyordu. herhangi bir kimsenin bana bir adıma kadar yaklaştığını görüp ümitlere düşsem, hemen kendimi topluyor: "hayır, hayır, o bana daha çok yaklaşmıştı, aramızda artık mesafe bile kalmamıştı; fakat işte sonu!" diyordum.
inanmamak, inanamamak; bunun ne kadar korkunç olduğunu her gün, her an hissediyordum."
"Yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçeğine inilmesi ilerideki yıllara atılan bir yabancı öğe gibi önümüze getirilmiş. Coğrafya derslerine getirilen yerküre gibi. Kimse yaşadığımız mevsimin, günlerin ve gecelerin yaşamın kendisi olduğunan söz etmiyor. Her an belirtilen bir öğretiye, bizler de hazırlanıyoruz. Neye?" T.Özlü.
"insan bir yerde doğdu mu oralı olmuyor, o zamanlı oluyor daha çok. Memleketi o zaman oluyor. Doğduğumuz büyüdüğümüz şehirdeki bütün değişimleri hüzünle kaydetmemizin nedeni bu. Hüzünlenmek için illa somut bir yıkıma da gerek yok. “Eskiden bu okulun kapısı paslıydı ne güzel,” diye üzüldüğüm de oldu. Konu doğduğumuz yerin mazisi olunca asla vazgeçemeyeceğimiz takıntılar var çünkü. Renkler var, sesler var, kokular var, binlerce ıvır zıvır var. Sonsuza kadar yitirilmiş anlar var. insan zamanını durdurmak istediği yere aittir."

emrah serbes
- Şu ara erkek dünyasının zihniyetinden oldukça nefret ediyorum. Tamam ben de gönül ilişkilerinde doğru biri değilim. Ama senin takılmak olarak gördüğün ilişkide bir kadın sana değer veriyorsa insan gibi davran. Olmayacaksa ”olmayacak” de mesele kırmadan. Ama yok, ancak o arayınca görüşecek kadınlar, ancak o zevk aldığı sürece zevk alacak. Ne hakkın var senin bir insanın hayatının bir bölümünü bu şekilde gasp etmeye? iyi bir insan olmak, iyi bir partner olacağı anlamına gelmiyor tamam biz bunu kabul ettik ama eğer iyi bir insansan da adam gibi konuş. Yok ama beyim kaçak dövüşecek illa. Bu bahsettiğim insanlar da 17 yaş grubu değil ha 28-30 yaş insanları. Demek ki neymiş, tecrübe 6 sene bir kadınla olup ondan sonra sağa sola saldırmak değilmiş, tanıdığın kadınlara ve yaşadığın ilişkilerin kalitesine bağlıymış.
- Ruhunuza zarar vermeyin çünkü vücut intikam alıyor. Mesela baş ağrısı üzüntü, sırt ağrısı her şeyi taşıma, mide ağrısı hazmedememe, sivilceler de haksızlığa uğradığını düşünmektenmiş. Benim şu ara egzamam aslı yüzüm komple yara içinde. Günlerdir üzüntülüyüm zaten. Kendime küstüm, bir süre daha geçerse komple dış dünyaya küseceğim.
-Bazı insanları az görüp çok sevmek diye bir kavram var. Ve ben bu kavramı çok seviyorum. Çok sık görüşmesek de biliyoruz ki çok seviyoruz birbirimizi. Allah korusun bir şey olsa koşup geleceğiz, mutlulukları anlatmayı erteliyoruz sadece. ve sanki en kalıcı insanlar, o insanlar. hep olsunlar.
- Geçenlerde şeyi farkettim, bazı insanlar çıkarları için nasıl güzel uğraşıyorlar. Bence takdire şayan. Keza benim karaktersizliğim bile çıkar için eğilip bükülmüyor. Hiç bir sona ulaşamıyorum yani. insan 24 yaşından sonra değişebilir mi acaba?

-alıntı-
Bir kadın tanımak...

Bütün gel-gitleri, kaprisleri, küçük şımarıklıkları, korkuları, şaşkınlıkları,
hercailikleri, hayal kırıklıkları, aşkları, terk edilişleri, başarıları,
başarısızlıkları, kurnazlıkları, saflıkları, çocuk ağızları, şirinlikleri,
küçük yalanları, büyük itirafları, kocaman yürekleri ile kendi olmaya
çalışan kadınları tanımak...

Bir kadını sevmekle baslar her şey ama, bir kadını tanımakla varılır
hayatın sırrına. Bir kadını tanımaya soyunmak zor ama keyifli bir
yolculuğa çıkmaktır. Dört mevsimi bir yürekte buluşturur, bu yüzden de
sürekli şaşırtırlar. Sürprizlerin ardı arkası kesilmez.
Zordur anlamak onları. Benzemek gerekir anlayabilmek için belki de!
Kendi zekasını hatırlatanları sever, sevgisini göstermekten ürkmeyenleri,
sürprizlere hazırlıklı olanları bir de. Muson yağmurları gibi yağarken,
Sahra' da çöl fırtınası koparıp ardından güneş olup ısıtabilirler.
Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen...

Bir kadını sevmekle başlar her şey ama,
bir kadını tanımakla anlaşılır, hayatın
sırrına ancak aşkla varılacağına. Sevgi arsızıdır kadın.
Verdiğinden daha fazlasını isteme bencilliğini gösterecek kadar sevgi
arsızı... Bu yanını doyurunca şımaracağından korkanlar, birlikte
çoğalacaklarını bilmeyenlerdir. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama,
bir kadını tanımakla kanat çırpılır özgürlüğün bütün maviliklerine.
Kendine inananlara, aşka inananlara koşar.
Hem yaman bir aşk avcısı, hem de engebeli yollarda koşmaktan bitap
aşk yorgunudur kadın. Bir kadını sevmekle baslar her şey ama bir kadını
tanımakla çıkılır keyifli serüvenlere. Hayatla dalga geçmesini bilir kadın,
tıpkı kendiyle dalga geçmesini bildiği gibi. Ağız dolusu gülüşlere teslim
olur. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama bir kadını tanımakla
tanık olunur tutkuların gücüne. Göze alandır kadın.
Çekip gitmeyi, sahip olduklarından vazgeçmeyi, karşılık beklememeyi...

Mücadele eder, kızar, bağırır ama hep sever. Dedim ya bir dünyadır
kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen... Yüreğini sevgiye açan
ve sevmekten korkmayan bütün kadınlar gibi... Şimdi bir düşünün,
kaç kadını değil bir kadını tanıyabildiniz mi bugüne değin? ? ?

Tanrı, kadınlara geçmişi ve geleceği, erkeklere ise yaşadığı günü armağan etti,
kadınlar geniş bir zamana yayıldıkları için huzursuz,
erkekler daracık bir zamana sıkıştıkları için anlayışsız olurlar.

ahmet altan.
elini tutsam, dünyanın öbür ucuna benimle birlikte gelir misin?
bekle desem, dünyanın bir ucunda beni bekler misin?
denizimde fırtınalar çıktığında limanım olur musun?
karanlık bastırdığında deniz fenerim, hava açınca yıldızlarım olur musun;
bulutlar göğü kapladığında pusulam?
mihengim, turnusol kağıdım..
yüreğimin suyu bulandıkça onu durultacak iksirim olur musun?
kapılar kapandığında kapım, yollar aşındığı vakit yolum,
saklanmak istesem duvarım olur musun?
özgürlüğüm ve mapushanem olur musun?
üşürsem evim, yorganım, sığındığın kucağım olur musun?
çölümde vaha olur musun? vahamda hurma ağacım?
dağın tavşanı, çölün ceylanı, gecenin hayalleri bağrına bastığı gibi
beni bağrına basar mısın?
şak şak yarılsa bile gökten umudunu kesmeyen kıraç tarlalar gibi umut bağlar mısın bana?
gitmek istersem kanatlarım olur musun?
kalmak istersem ayağımda prangam?
hurilerim olur musun?
soğanda sarımsakta gözüm yok, tih çölünde gözüm yok.
ateş almaya gidersem, kırk vakit sonra dönsem de aynı yerde beni bekliyor olur musun?
arkadaşlarım, ailem, kavmim beni terk ederse ve ben ailemden, kavmimden kaçarsam,
bir kez arkana bakmadan arkamdan gelir misin?
ot bitmeyen bir vadide yalnızca allah´a emanet edip gidersem,
sen de beni kınamaksızın o´na güvenir ve say eder misin?
ümidimi kaybettiğim anda ümidim, neşemi kaybettiğim zamanlarda coşkum,
kalbim işgale uğrarsa rehberim olur musun?

arkadaşım, yoldaşım, sırdaşım, enisim,
huzurum, sürurum, nurum, zinetim, nimetim,
cennetim olur musun?
biliyor musun; aslında en çok, birbirine deli gibi aşık insanlar acıtırlar birbirlerini. aşk değil, sevgi biter. sevdiğin insanı değil, aşık
olduğun insanı paramparça edersin. doyamazsın ona. iliğine kadar işlemek istersin. kanına susarsın. gözünün içine bakarken bile onu özler, başka
birinin onu sevmesi olasılığına katlanazmazsın. göğüs kafesin daralır, paylaşamazsın.

senin o, sadece senin. başkası da kim? kim o başkaları? nasıl sevebilirler onu? nasıl izin verebilir o, başkalarının sevgisinin aranıza girmesine?

ne arkadaşları, ne ailesi? sadece sen, en çok sen sevmelisin onu. en çok sen bitirmelisin. sen tüketmelisin. sen! en çok sen.
yerden kalkamayacak hale getirirsin sevginizi. aşkınız günden güne bir çizik atar sevginizin bileğine. kan olur her yer. başını öyle bir döndürür ki,
fark edemezsin.

birbirine çok aşık insanlar ayrılınca hiç görüşmezler. yan yana olup birbirlerinin yüzüne dokunamamaya, bebek kokan göbeğini öpememeye, artık beli
açılınca elini atıp kapatamayacak olmaya onlar katlanamazlar. dudaklarına yapışmak yerine, konuşurken yalnızca ağız hareketlerini izlemekle onlar
yetinemezler.

birbirine çok aşık insanlar, hep ayrı ölürler. sevdiklerinin, onları sevenlerin yanında, en büyük tutkularından uzak, sıradan ve güvenli bir şekilde.

birbirlerinden çok uzakta ölürler.

çünkü birbirine çok aşık insanlar, beraberken canlarının diğer yarısını geride bırakıp ölemezler bile.
Have you ever been in love? Horrible isn't it? It makes you so vulnerable. It opens your chest and it opens up your heart and it means that someone can
get inside you and mess you up. You build up all these defenses, you build up a whole suit of armor, so that nothing can hurt you, then one stupid
person, no different from any other stupid person, wanders into your stupid life...You give them a piece of you. They didn't ask for it. They did
something dumb one day, like kiss you or smile at you, and then your life isn't your own anymore. Love takes hostages. It gets inside you. It eats you out
and leaves you crying in the darkness, so simple a phrase like 'maybe we should be just friends' turns into a glass splinter working its way into your
heart.
It hurts. Not just in the imagination. Not just in the mind. It's a soul-hurt, a real gets-inside-you-and-rips-you-apart pain. I hate love.
ıstemek basarmanın yarısıdır derler, ben senı ıstıyorum yeter mı?
Kalır gibi gidişlerini izledim önce, sonra gider gibi kalışlarını...Ve anladım ki ne sen gidebiliyorsun ne ben kalabiliyorum. Öyle bir hayat yaşıyoruz ki şimdi; ağlamak gülmenin mahkumu, gülmek ağlamanın gardiyanı gibi sanki...

Ve anladım ki ne seninle ağlayabiliyorum, ne de sensiz gülebiliyorum.

Belki de sen aşka aşıktın, ben üstüme alındım bilmiyorum. Bir gün gerçekten seni terk edebilecek miyim onu da bilmiyorum. Üzerine sinen benin kokusunu duymadan yaşayabilecek misin?.. Çünkü, senden geriye sadece sen kalana dek terk edilmiş olmuyorsun.

insan yaşadığı anın değerini yaşadıklarından ötürü değil, neler yaşayacağını bilmediğinden ötürü bilmez. Seni çok seviyorum; bir gün seni terk etme gücümü kendimde bulup bulamayacağımı bilmeye bilmeye...Anlıyor musun?

Gel "biz" olalım demek kolay...Benimle hiç olur musun?

alıntı.
Hani insan bazen ne ileri ne geri tek bir adım atamaz ya.. .Birini yanında

tutmayı bilemez ama onun yokluğunu da istemez... Kaybetmeyi göze alamaz

ama kazanmak için de mücadele etmez... Bağlanmaya cesaret edemez ama azat

da etmez onu. Ne sevilmekten vazgeçer, ne sevmeyi bilir.Hani çok sonra

zaman geçer savrulurlar ya, O zaman dökülür dudaklardan itiraf

edercesine: "Ne gözümü alabildim, ne de göze alabildim.."

alıntı.
franz kafka'nın milena'ya yazdığı mektuplardır.
Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım… Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra… Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum… Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp,Vicdanın oldum senin… Merhametin oldum… Pişmanlığın oldum… . Arkadaşın oldum… Kardeşin oldum… Sevgilin oldum… Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için…

alıntı.
Benim yazdıklarım değildir. Bakarsınız bir gün olur.
kadın bir gün kocasına, kendisi öldüğünde neler hissedeceğini ve ne yapacağını sorar. kocası güzel bir merasimle onu sonsuzluğa uğurlayacağını ve mezarını onlarca çeşit çiçeklerle süsleyeceğini söyler. kadın, "peki sonra?" diye sorar. kocası: "o çiçeklerden bir tanesini koparıp, hala çok güzelsin diyeceğim." der.

not: bu metinde adamın sonsuzluğa bakış açısının materyalist olduğu çıkarımını yapmam gerekirdi, ama ben çiçek gibi bir sevgi çıkarımını yaptım.