bugün

dünyanın vicdanısın eduardo galeano.
ve günün birinde ormanların içinde ve ırmakların kıyısında boş boş yürümekten hayli sıkıldık.

işlenen tarlalarla koca memeli ve büyük kalçalı bereket tanrıçalarına taptık.yetmedi .daha güçlü asker erkek tanrılar yarattık.
ve senin ,benim sözcüklerimi keşfettik.
uygarlığın sonuçları oldukça şaşırtıcı oldu yaşam eskisine oranla daha güvenli,çok az özgür ve çalışmak hep çalışmak gerekliydi.
Aynalar kitabından .
aynalar kitabinda dunyanin ironisini su sozlerle anlatiyor "bugün van gogh, ona yemek vermeyecek restoranların duvarlarını, onu akıl hastanesine kapatacak doktorların muayenehanelerini ve onu hapse tıktıracak avukatların yazıhanelerini süslüyor."
ufku açan kitaplar yazmış abimiz.
gölgede ve güneşte futbol, kucaklaşmanın kitabı insana ait değerler barındıran önemli yapıtları olan büyük edebiyatçı.
Aynalar gibi mükemmele yakın eserleri olan yazardır ama ahaha nedense(?) ülkemizdeki hiçbir edebiyatçının umurunda değildir. Adını bile duymayan akademisyenlerimiz var hem de adı duyulmuş okullarda eğitim veren...
john berger, uruguaylı yazar eduardo galeano için "dünyanın vicdanı" der. okuyanlar onun bu nitelendirmeyi ne kadar hak ettiğini muhakkak anlayacaklardır.

militarist güney amerika gazeteciliğinin en önemli kalemlerinden biridir. koca bir kıtanın makus talihini anlattığı latin amerika'nın kesik damarları ile bilinir daha çok.

son yıllarda eserleri sel'den çıkmaktadır.
ülke tv de * programında kendisinden bahsediyorlar. meraklısına duyurulur. çok da güzel bahsediyorlar. bilinmesi gereken latin yazarlardan. hakkındaki anektodlar ilgi çekici.
Yoksullara yiyecek verirseniz ‘aziz’, neden yiyecekleri olmadığını sorarsanız ‘komünist’ olursunuz.
demiş büyük yazar.

soner yalçın 19 nisan'daki yazısında onu yazmış.

Görevliler, görevini yapmaz.
Politikacılar, konuşur ama hiçbir şey söylemezler.
Seçmenler, oy kullanır ama seçemezler.
Bilgilendirme medyası bilgilendirmez.
Okullar cahillik öğretir.
Yargıçlar, kurbanları cezalandırır.
Ordular, kendi vatandaşlarıyla savaşır.
Polisler, suç işlemekten, suçla savaşmaya zaman bulamaz.
Kârlar özelleştirilirken iflaslar kamulaştırılır.
Para, insandan özgürdür…
http://www.sozcu.com.tr/2...o-galeano-anilari-807940/
terk-i diyar eylemiştir. "aynalar" ile "ve günler yürümeye başladı" adlı iki eseri, okuması keyifli, kısa kısa türlü konularla ilgili bilgi veren kitaplardır.
vefat etmiş yazar. latin amerika'nın bir damarı daha kesilmiştir.
"
Viktoryen çağ’da evli olmayan hanımların önünde pantolonlardan bahsedemezdiniz. bugün de kamuoyu önünde bazı şeyleri söylemek iyi karşılanmaz: kapitalizm sahne ismi olarak pazar eknomisi’ ni kullanıyor; emperyalizme küreselleşme deniyor, cücelere çocuk demek gibi bir şey bu; oportunizm pragmatizm oldu; ihanetin adı realizm; yoksullara yoksun, dar gelirli ya da kıt kaynaklı insanlar deniyor; yoksul çocukların eğitim sistemi tarafından dışlanması eğitimi yarıda bırakma adı altında tanıtılıyor; patronun, işçinin tazminatsız ve açıklamasız işine son verme hakkına emek piyasasının esnekliği deniyor; resmi dil kadın haklarını azınlık hakları arasında tanıyor, insanlığın yarısını oluşturan erkekler çoğunlukmuş gibi; askeri diktatörlük yerine süreç deniyor; işkenceye yasadışı baskı ya da fiziksel ve psikolojik baskı deniyor; hırsızlar iyi bir aileden olunca, kleptoman oluyor;kamu kaynaklarının çürümüş bir politika tarafından boşaltılmasının adı yasadışı servet edinme oluyor; otomobillerin işlediği suçlara kaza deniyor; kör yerine görme engelli deniyor; zenci renkli insan oluyor; uzun ve acılı hastalık dendiğinde kanser ya da aids olarak okunmalı; ani ölüm, kalp krizi amlamına geliyor; asla ölüm denmez, fiziksel kayıp; askeri operasyonlarda yok edilen insanlar da ölü değildir, çatışmada ölenler zayidir, sivillerse kayıplardır; 1995’te fransa güney pasifik’te nükleer denemeler yaparken, fransız büyükelçisi yeni zelanda’da açıkladı: “bu bomba kelimesi hoşuma gitmiyor. bomba değil bunlar. bunlar patlayan mekanizmalar” ; kolombiya’da askerin himayesi altında insanları öldüren bazı grupların adı ortak yaşam; şili diktatörlüğündeki toplama kamplarından birinin adı haysiyet’ti, uruguay diktatörlüğünün en büyük cezaevinin adı özgürlük; 1997’de chiapas’ta acteal köyü’nün kilisesinde dua ederken tamamı çocuk ve kadın kırk beş köylüyü arkadan makneli tüfekle tarayan yarı askeri örgütün adı barış ve adalet’ti.
"

Eduardo Galeano
Sizinle bazı soruları – kafamın içinde vızıldayıp duran sinekleri –
paylaşmak isterim. Adaletin doğru tarafı mı yukarıda duruyor? Yoksa
dünya adaleti baş aşağı bir konumda donup kalmış durumda mı?

Terörist kim? Suçlu olan kim? Meksika’daki Atenco halkı, Şili’nin
yerlileri Mapuche’ler, Guatemala’nın Kekchie’leri, Brezilya’nın
köylüleri mi? Hepsi kendi topraklarına sahip olma haklarını savundukları
için terörizm suçuyla suçlanıyorlar. Toprak kutsalsa, yasa böyle
söylemese bile, onu savunanlar da kutsal değil midir?

Foreign Policy dergisine göre Somali dünyanın en tehlikeli yeri. Ama
korsanlar kim? Gemilere veya yıllarını dünyaya saldırıp şimdi de acıları
için milyonlarca dolarla ödüllendirilen Wall Street spekülatörlerine
saldıran aç insanlar mı? Dünya neden yağmacılarını ödüllendirir ki?

Adalet neden tek gözü görmez bir kadındır? Wal-Mart, dünyadaki en güçlü
şirket, sendikaları yasaklıyor, McDonald’s da öyle. Bu şirketler hem de
cezadan muaf kalarak uluslararası hukuku neden ihlal ediyorlar? Bu bizim
çağdaş dünyamızda, iş çöpten daha değersiz, işçilerin hakları daha da
değersiz bulunduğu için olabilir mi?

Erdemli olan kim, alçak olan kim? Uluslararası adalet gerçekten varsa,
güçlü olan neden hiç yargılanmıyor? En feci kasaplıkları tasarlayanlar
hiç hapse gönderilmiyor. Acaba hapishanelerin anahtarlarını aslında bu
kasaplar ellerinde tuttuğu için olabilir mi?

Birleşmiş Milletler’de veto gücü olan beş ülkeyi dokunulmaz kılan nedir?
Veto güçleri ilahi bir kökenden mi geliyor? Savaştan kâr edenlerin
barışı koruyacaklarına güvenebilir misiniz?Dünya barışının aynı anda dünyanın ana silah üreticileri olan aynı beş
ülkenin elinde olması adil mi? Uyuşturucu tacirlerine saygısızlık
etmeksizin, bu düzene örgütlü suç örneği diyemez miyiz?

Her yerde ölüm cezası olsun diye yaygara koparanlar, dünyanın sahipleri
konusunda, tuhaftır, sessiz kalıyor. Daha da kötüsü bu yaygaracılar
sürekli eli kanlı katillerden yakınıyor, ama eli füzeli başkatillerle
ilgili hiçbir şey söylemiyorlar.

insan kendi kendine soruyor: Bu kerameti kendinden menkul dünya
sahipleri öldürmeye bunca bayılıyorlarsa, insan cinai meyillerini
toplumsal adaletsizlere yöneltsinler diye neden dua etmesin? Her bir
dakika askeriyeye üç milyon dolar harcanırken, aynı zamanda 15 çocuğun
açlıktan veya önlenebilir hastalıklardan yok olup gittiği bir dünya adil
midir? Bu uluslararası toplum denen baştan ayağa kime karşı
silahlanmıştır? Yoksulluğa mı, yoksullara mı?

Dayak cezasını canla başla savunanlar hiddetlerini neden tüketici
topluma, kamu güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturan değerlere yöneltmez? Ya da, bitmez tükenmez reklam bombardımanı suça teşvik
içermiyor mu? Bu bombardıman milyonlarca işsiz veya çok az para ödenen
genci uyuşturup onlara “olmak = sahip olmaktır”, “hayatın anlamı
arabaların ya da marka ayakkabıların sahipliğinden gelir” yalanını
berdevam öğretmiyor mu? Sahip ol, sahip ol, deyip duruyorlar boyuna,
“bir şeyi olmayan hiçbir şeydir”i ima ederek.Ölüm cezası neden ölümün kendine uygulanmaz? Dünya ölüme hizmet için
düzenlenmiş durumda. Askeri sanayi karmaşasının ölüm üretirken
kaynaklarımızın da enerjimizin de çoğunu yiyip bitirdiği doğru değil mi?
Yine de dünyanın sahipleri şiddeti ancak başkaları uyguladığında
kınıyor. Dünya dışı yaratıklar, eğer varlarsa, bu şiddet tekelini
açıklanamaz bulacaktır. Keza, bütün kanıtlara karşın hayatta kalma
umudunu sürdüren dünya sakinleri için de şu desteklenemezdir: Biz
insanlar, birbirlerinin soyunu karşılıklı tüketmede uzman olan, sonuçta
gezegenimizi ve üzerinde yaşayanları da yok edecek bir imha teknolojisi
geliştirmiş tek hayvan türüyüz.

Bu teknoloji kendini korkuyla sürdürüyor. Bu korku, kaynakları askeriye
ve polisle çarçur etmenin gerekçesi olan, düşmanlardan korku duyma hali.
Ölüm cezasını uygulamak demişken, neden korkunun kendisine ölüm cezasını
yasalaştırmıyoruz? Böyle yapmak bizi, profesyonel korku salıcıların
evrensel diktatörlüklerine son verebilir hale getirmez mi? Panik
yayanlar, bizi yalnızlığa mahkum ediyor, dayanışmayı ulaşılmaz kılıyor:
Bize itin iti ısırdığı bir dünyada yaşadığımız, elinde olanın
yanındakileri ezmesi gerektiği, her bir komşunun arkasında tehlike barındırdığı bir dünyada yaşadığımız yalanını öğretiyorlar. Sakın
kendini, deyip duruyorlar, dikkatli ol; bu komşu senden çalar, diğeri
sana tecavüz eder, o bebek arabasında Müslüman bir bomba var ve seni
izleyen o kadın -o masum yüzlü komşun var ya- kesin sana domuz gribi
bulaştırır.

Bu baş aşağı duran dünyada, bizi adalet ve sağduyunun en temel
eylemlerinden bile korkar hale getiriyorlar. Başkan Evo Morales yerli
çoğunluk aynada kendine baktığında artık utanç duymasın diye Bolivya’yı
yeniden kurmaya başlayınca, edimleri paniğe yol açtı. Morales’in meydan
okuması, gerçekten de ırkçı düzenin açısından bakıldığında felaket
gibiydi; bu düzenden kazançlı çıkanlar Bolivya’nın tek seçeneğinin
kendilerininki olduğuna inanıyordu. Onların inancına göre, kargaşa ve
şiddeti Evo getirmişti, böylece üzerine atılan bu suç ulusal birliği
havaya uçurup Bolivya’yı parçalara bölebilecek çabaların gerekçesi oldu.
Ekvador Başkanı Correa ülkesinin gayrimeşru borçlarını ödemeyi
reddettiğinde, haberler finans dünyasında kargaşaya neden oldu ve
Ekvador böylesi kötü bir örnek olmaya cüret ettiği için en korkunç,
ivedi cezayla tehdit edildi. Eğer askeri diktatörlükler ve çapkın
politikacılar hep uluslararası bankalar tarafından şımartılmışlarsa, halkın kendine vurulan sopanın ve onu yağmalayan açgözlülüğün bedelini
ödemek zorunda olmasını, kaçınılmaz kaderimiz olarak kabullenmeye
kendimizi çoktan şartlamış durumda değil miyiz?

iyi de, sağduyu ve adalet hep birbirinden ayrılmış halde miydi?

Sağduyu ve adaletin el ele yürümesi, yakın bir ilişkide olması gerekmez
miydi?

Sağduyu ve aynı zamanda adalet, biz erkekler hamile kalmak zorunda
olsaydık, kürtajın serbest olacağını söyleyen feminist sloganla uyumlu
değil midir? Kürtaj hakkını neden yasallaştırmayalım? Bunun nedeni,
kürtajın artık yalnızca parası yeten kadınların ve bu parayı alan
doktorların ayrıcalığı olmaktan çıkması olmasın?

Aynı şey adalet ve sağduyunun reddedildiği skandal gibi başka bir vakada
da gözleniyor: Uyuşturucular neden yasal değil? Bu da, tıpkı kürtaj
gibi, bir halk sağlığı sorunu değil mi? Ve kendi nüfusunda diğer
ülkelerden çok daha fazla uyuşturucu bağımlısı olduğunu söyleyen o
ülkeye gelince, kendi uyuşturucu tedarikçilerini mahkum edecek hangi
ahlaki yetkeye sahip? Ve kendini uyuşturucu belasıyla savaşa adamış
yaygın medya, dünyada tüketilen neredeyse bütün eroini sağlayanın tek başına Afganistan olduğunu neden hiç açık etmez? Afganistan, kendine
hepimizi kurtarma görevini ihsan eyleyen o kutsanmış ülkenin işgali
altında değil mi?

Neden uyuşturucular hepten yasal ilan edilmiyor? Askeri istilaların en
iyi bahanesi oldukları, ayrıca gecenin karanlığında para aklama
merkezleri olarak iş gören büyük bankalara en tatlı kârları sağladıkları
için olabilir mi?

Lewis Carroll‘ın kraliçesi, Alice’e aynalar dünyasında adaletin nasıl
dağıtıldığını şöyle açıklıyordu:

“işte Kral’ın Habercisi. Şimdi hapiste, cezasını çekiyor, mahkeme
gelecek çarşamba başlayacak; ve tabii suç en son sırada.”

Bazen, tarihin anlatıları kötü şekilde sona erer, ama tarihin kendisi
hiç sona ermez. Tarih Hanım ne zaman “hoşça kal” dese, aslında yalnızca
“geri döneceğim” diyordur.

* Uruguaylı düşünür, yazar, gazeteci Eduardo Galeano‘nun ispanyolca
yazdığı metnini, counterpunch.org’da yayınlanan Dr. Moti Nissani‘nin ingilizce çevirisinden Tolga Korkut Türkçeleştirdi.
bazilarinin aziz bazilarinin kutsal dedigi adam kendisi.
kelime oyunu yapmak gerekirse galeyana getiren adam diyorlar.
Politikacılar, konuşur ama hiçbir şey
söylemezler.
Seçmenler, oy kullanır ama seçemezler.
Bilgilendirme medyası bilgilendirmez.
Okullar cahillik öğretir. Yargıçlar,
kurbanları cezalandırır. Ordular, kendi vatandaşlarıyla savaşır. Polisler, suç
işlemekten, suçla savaşmaya zaman
bulamaz.
Kârlar özelleştirilirken iflaslar
kamulaştırılır. Para, insandan özgürdür.
insanlar nesnelerin hizmetindedir.

[ Eduardo Galeano ]
" kadin, giysilerimden, kuskularimdan soy beni.
ciplak ve inanmis kil beni."

" bir kadinin kiyisinda uyuyorum. Bir ucurumun kiyisinda uyuyorum."
“Günümüzün tepetaklak olmuş, tersine dünyasında evrensel barışı en çok gözeten ülkeler en çok silah üreten ve diğer ülkelere en çok silah satan ülkelerdir; en itibarlı bankalar en çok uyuşturucu parası aklayan ve en çok çalıntı para saklayan bankalardır; en başarılı endüstriler gezegeni en çok zehirleyenlerdir; çevrenin korunması onu yok eden şirketlerin en parlak işidir; en kısa zamanda en çok insanı öldürenler, en az işle en çok parayı kazananlar (kapitalizmin altın kuralları) ve doğayı en ucuza en fazla yok edenler dokunulmazlık ve kutlamayı hak ederler.”
Kendisi azizdir. Aynalar kitabi okunasidir.
'üzüm, şaraptan yapılmıştır' da demiştir.
"Dünyada açlar ile obezlerin sayısı eşit. Açlar çöplüklerden topladğı, obezler ise mcdonaldstan aldıkları çöplerle besleniyorlar."
aynalar kitabında biraz daha sıkıcı bana göre çünkü araştırma inceleme tarzı bi kitap ama tarihle ilgili verdiği bilgiler enfes. ayrıca kendisi büyük üstad.
10 senedir uzak kaldığı küba'ya, haftaya pazartesi günü bir edebiyat ödülünü almak için gitmiş ve şöyle demiş adaya ayak bastığında:
"Küba'ya döndüm ama aslında hiç gitmemiştim, çünkü bu ada her zaman benim içimde, kelimelerimde, eylemlerimde ve ondan aldığı her şeyi capcanlı muhafaza eden hafızamda yaşamaya devam etti. Hayatımda bu kadar dayanışmacı hiçbir ülke, geri kalanlara bunca fedakarlık ve yardım gösteren başka bir devrim görmedim."

adayı ziyaretiyle ilgili detaylı bilgi:
http://haber.sol.org.tr/k...ya-da-ofkeli-haberi-50472
(bkz: uruguay edebiyatı)
"ne o kadar tanrıyız, ne de o kadar böceğiz."
bütün dünya unuturken hatırlama takıntısı olan bir insan.işçi ve yazar.
tepetaklak tan sonra hayranı olduğum yazar.
güncel Önemli Başlıklar