bugün

Çok fazla evlilik teklifi almış biri olarak aynı kişiden aldığım ikinci teklif en büyük örnektir. - nolur evlen benimle nedir senin derdin tak şu yüzüğü herşeyi çözelim diye arkadaşlarımın önünde aldığım rezil tekliftir.
Dünyanın en boktan evliliğine var misin amk.
(bkz: okumadım kardeş durumumuz yoktu)
kilometrelerce yol giderek, kızın çalıştığı bina önüne üzeri 'evet' yazılarıyla donatılmış son model bir bmw çekip teklif etmek buna örnek olabilir. sonuç tabi ki hüsran.

http://www.youtube.com/watch?v=5hVyWvIFbio
Anladığım kadarıyla en sonda hepsi uşağa.
+ "benimle evlenir misin seher?"
- "tabii ki de hayır!"
+ "evlenmezsen evlenme! sana mı kaldık?! hıh..."
sen de benimle evlenecek göt var mı ? 'dır.
sevgiliye uçan tekme atıp ''benimle evlenir misin amına kodumun evladı''diyerek evlenme teklifi etmektir heralde.
Bu ne tür bir işsizliktir veya bu nasıl bir klavye aşkıdır diye insanı düşündüren yazı.
baltanın tam manasıyla taşa vurulduğu tekliftir.

güzel bir hafta sonuydu. arkadaşın evinde uzun bir masa kuruldu. liste kalabalık, baş loser benim ama, o konudaki tahtımı kimseye yar etmeme konusundaki istikrarımı sürdürüyorum.

4 sene mükemmel bir ilişki yaşadım ben. 19 yaşında tanıdım o adamı. çok sevdim, çok sevildim, çok mutlu edildim. en uzun ayrılık yaz tatillerinde, yalnızca 1 haftaydı. onun harici haftanın 7 günü görüşüyorduk. sanırım biz o’nunla dünyanın en iyi anlaşan çiftiydik. 4 sene boyunca ne bi tartışma yaşandı, ne bir saygısızlık. hani ‘lan’ demeyi bırak, ses yükseltmedik birbirimize. belki de biri beni yalnızca bu sebepten kıskanmalı. kiminin hayalini dahi kuramadığı güzellikler yaşandı.

o kimseyi benim kadar sevmeyecek. ben kimseye onun kadar temiz olmayacağım. kimse onun saçını okşadığı gibi saçımı okşamayacak. çok sevdi beni, en son o sevdi işte. ilk tartışmada bitti bu ilişki, gururdan bitti. hala aklım almıyor, hala nasıl oldu da bitti kimse konduramıyor. o kadar çok ortak arkadaşımız var ki; her dost sohbetinde ister istemez adı geçiyor.asla birbirimizi unutmamıza müsade etmiyorlar. 4 senelik bi dostluğun sonunda, yanında dünyanın en güzel kadınını da gezdirse, ben gibi olmaz. dünyanın en akıllı adamını taksam da koluma, onun olmaz. olmuyor da… sahi, düğünü varmış haziranda, aydın söyledi geçen. dünyanın en güzel eşi, dünyanın en güzel babası yalnızca o adam olacak...

bu 4 senenin sonunda, artık çevrelerimiz ortak oldu. 3 sene hastanede çalıştığım zaman, 10 kişilik bi grubumuz vardı. 5 erkek, 5 kız. hepsi o’nun en az 10 senelik arkadaşıydı, ben sonradan dahil olmuştum ortamlarına. o adamla ben ilişkimizin en parlak günlerini yaşarken, sultan’la aydın’ın 6. yıl dönümlerini, nusret’le seda’nın 2. yıl dönümlerini, sadık’la duygu’nun 1. yıl dönümlerini, uğur’la tuğba’nın hamilelik haberlerini kutluyorduk sene içinde, belli periyotlarla. uğur’ların evine kafamıza göre girip çıkıyor, kızlarla alış verişler yapılıyor, her hafta sonuna bir şeyler sığdırıyorduk.

sonra ben o adamdan ayrıldım, aydın sultan’la nikah günü almaya giderken ayrıldı, nusret seda’dan ayrılalı zaten çok olmuştu, sadık duygu’yla evlendikten sonra bizimle görüşmeme kararı aldı, duygu zaten garip bi kızdı. uğur eşinden hamileyken ayrıldı. şimdi tuğba ailesinin yanında büyütüyor yeğenimizi. ve biz hala belli zamanlarda uğur’un evini talan ediyoruz. tuğba’nın bir zamanlar güle oynaya çeyizinden çıkardığı fincan takımlarıyla, sarhoş kahvesi yapmayı içim almıyor. seda’nın gülerken fırlattığı yastığa da yaslanamıyorum mesela. sultanla ayakkabı sığdırmaya çalıştığımız ayakkabılık bile bomboş.

en son geçen akşam; ben, nusret, uğur, aydın ve aydın’ın yeni kız arkadaşı toplandık aynı evde. aydın çok ısrar etti ‘sürprizim var, yanımda olman lazım.’ dedi, yoksa kızı hiç göresim yoktu. masa tam loser masasıydı. başlarda kahkahalarla yad edilen eski günler, rakılar azaldıkça hüzne, belki kine, nefrete bıraktı yerini. neyse ki aydın’ın sürprizi vardı, kurtaracaktı geceyi. aydın bi cd çıkardı çantasından, taktı bilgisayara, ışıkları da kapatmamızı istedi. allah biliyor ya; o an içimden geçen, eski gittiğimiz konserlerden falan kayıtlar olmasıydı. ne bileyim, belki sultan’lı kareler olması hoş olmazdı tamam ama olsun, ben sultan’ı görmeliydim eski piknik fotoğraflarımızda, aydın’ın kolunun altına bi o yakışıyordu.

şu yeni moda evlilik teklifleri var, belki bilirsiniz. istiklal caddesinde bi kamera, bir mikrofon dayıyorlar burnunuza ve ‘ayşe ali seni çooook seviyor, murat burçin sana tapıyooo.’ gibi soytarılıklar yaptırıyorlar insana. evet belli ki bu da o cd lerden biriydi.

kalpler içinde aydın’la kızın adı çıktı önce, yazılar akmaya başladı. arkada mustafa ceceli’den saçma sapan ‘sevgilim’ şarkısı. evet işte, aydın açık açık sibel’e evlenme teklif ediyordu gözlerimin önünde. böyle berbat bir olaya beni dahil ettiği için sövüyordum içimden aydın’a. bile bile gözlerini kaçırıyordu benden. saniyeler içinde sarhoş olduğumu hissettim, kollarım ağırlaştı. belli etmemeye çalışıyordum. kızamıyordum da, hepimiz bir yerlerinden tutunmak zorundaydık şu hayata. sibel’de anlayışlı bir kızdı, onların bileceği işti. suratlar değişiyordu, saçları fönlü kızların biri gelip, biri geçiyordu monitörün önünden. hepsi aynıydı ama benim için. kızların hepsi sarışın, oğlanların hepsi kısa saçlıydı. o kadar ilgisizdim olaya. biten bardağımı doldurmak için şişeye doğru yöneldim. gözüm şişedeyken, hoparlörden tanıdık bir ses değdi kulağıma. ‘sibel aydın’a bi he desen varyaaaa’ diyordu. kim mi diyordu? sultan…

hani 13 katlı o bina, çöktü üzerimize. sibel büyük ihtimalle görmemişti sultan’ın yüzünü. gözleri dolu dolu, elleri ağzında monitöre bakıyordu. 5 saniye, o 5 saniye ömür gibiydi, geçiverdi. hepimiz birbirimizin gözünün içine baktık, oturuş pozisyonlarımızı değiştirdik, boğazımızı temizledik. aydın… ah be. aydın o 5 saniye de, 5 kişinin ömrünü yaşadı gözümüzün önünde. insan hiç mi açıp bakmaz bu cd nin içinde ne var diye. geri zekalı arkadaşım aydın, o siktimin cd sinin içinde ne var diye 1 kere açıp bakmamış. o kadar gönüllü demek sibel’le evlenmeye.

aydın çıktı gitti odadan, kız ne olduğunu anlamadı. önce sarılacak sandı, bi doğrulur gibi oldu ama aydın banyoya kapattı kendini. ben kadehime yeni doldurduğum rakıyı bir nefeste içtim. uğur bi sigara yaktı. nusret gözlüklerini çıkardı. sibel hala mutluluk sarhoşu tabi…

sultan, cd de ‘aydın’ derken tek renk vermemişti. yanındaki çocuk sevgilisiydi büyük ihtimalle. aydın’ı da biliyorsa, isim denk gelince sövmüştür içinden çocuk.

beynimiz uyuştu. aydın yarım saat çıkmadı tuvaletten. rakımız bitince nusret’i, tekele yolladık yenisini alsın diye. belliydi, o gece bitmeyecekti. tüm loser lar saniyesinde lanetlenmiştik, mundar olmuştu güzelim masa. kızın ‘evet’ lafıyla yerine oturdu kafalarımız. o saniye uyandık ki; aydın sikee sike evlenecekti artık bu kızla. evlenme teklifini, bilmeden sultan’a yaptırdığı bu kızla evlenecekti.

o 5 saniye aklımdan neler neler geçti. nusret’i, uğur’u siktir ettim de, aydının o halini görmek çok üzdü beni. keşke ‘ah etmek’ üzerine bu kadar anlamlı şarkılar yazılmasaydı, o sözcükler tüketilmeseydi. belki şimdi söylerdim birazını da rahatlardım.

kızı evine uğur bıraktı. aydın bırakamazdı. aydın başka başka şeyleri bıraktı masaya, oturdu bir güzel karşısına, bir kere daha afiyetle yüzleştik geçmişimizle. hayat bir kere daha, sikip sikip bırakmıştı işte hepimizi.

sonra zaten hiç konuşmadan içtik. durmadan içtik, sabah hoca ezan okuyana kadar içtik. hem ne konuşacaktık? ne anlatılırdı böyle durumlarda? hangi söz kardeşimin gönlünü tamir ederdi? bilemediğimden sustum. sabahta erkenden kalkıp, kocaman ayakkabılığın en üst katında tek kalan ayakkabılarımı da, alıp siktir olup gittim o evden.

nusret'le konuştum, aydın tatile çıkmış. çıksın tabi, keşke bizi de götürseydi...