bugün

çay bardağına koyduğu rakıdan yudumlar çekerken, ne sorabilirdim ki o'na? çatlamış elleri, içe göçük gözleri ve kurumuş dudakları her şeyi ortaya koyuyordu.
onlarca soru sorup yüzlerce cevap alabilirdim. istemedim. gecenin en karanlık anını yaşıyorduk ikimizde. yine de, bir kereliğine "hayat" deyip sonuna soru işareti koyabilirdim. sözlüklerdeki hayat kelimesinin karşısındaki boşluğu, karşımdaki, en uzun süreli intihar vakasına sahip bedenin dişleri arasından dökülecek kelimelerle süsleyebilirdim.

yapmadım. yapamadım. sek içmeye başladığımdan beri hayatı, artık başarısızım. oysa ki, eskiden birilerini katık ederdim hayatıma. bazen yeni yetme bir genç kızı. bazen, emekliliğine az kalmış bir fahişeyi, bazense böyle bir dostu.

şimdi, o kadar uzak ki. ve, o kadar çok geride kalmış ki bir zamanlar yakalamaya çalıştıklarım. hepsini geçmişim. kendi ruhumu aralayıp, aralardan sıyrılmayı başarabilmişim. gerçek'ten gerçek'in dışına çıkabilmişim.
onun için bulanıyordur belki de midem. onun için kusuyorumdur her daim.

ne kalır üç-beş hayal kırıklığından geriye, bilinmez ama, benden geriye ne kalır?

ölümüm, körpe bedenlerde bir filiz olabilir mi? peki ya tanrı? dante'nin övdüğü cehennem? peki ya bunlar yok ise eğer?
ölüm; bir yokoluş ise eğer, işte o zaman ölürüm. işte o zaman yerle bir ederim her şeyi. ölüm'ü öldürürüm bir bağırışla!

neye yarar her biri? neye yarar, beynimde, birbirine çarpmadan her bir yana koşan delilik belirtilerim? neye yarar intihar? neye yarar tanrı? ve, neye yararım ben?

"ölüm varsa yarar yok, bu dünyada!" diyerek sokaklarda bağıran dostum uyudu. az önce. elindeki çay bardağı zemine düşüp kırıldı. kendisini izliyorum. ölüm'ü uzun sürenlerden o. belki de en uzunu. 80 yıldır devam eden bir intihar vakasının baş aktörü!

onun adına düşündüğümde anlıyorum;

ne zormuş ölmek!

ne zormuş?

ne?