bugün

Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Câhiliye işlerinden olduğu halde hâlâ ümmetim arasında mevcut bulunan, onların da terk etmedikleri dört âdet vardır: Geçmişleri ile övünmek, başkalarını neseplerinden(soy bağı) dolayı tan etmek(ayıplamak), yıldızlardan yağmur beklemek ve ölünün ardından ağıt yakarak bağırıp çağırmak.”

Üstünlük soy sopta değildir. Nezd-i Uluhiyette sizin en kerim olanınız, en muttakî olanınızdır. Hazreti Ömer’in (radıyallahu anh) dediği gibi, “Allah bizi dinle aziz kılmıştır.” Bunun haricinde fazilet ve üstünlük vesileleri aramak beyhûdedir.

Haddizatında, kendini üstün görme ve başkalarını hafife alma duygusu belki çok daha eski medeniyetlere dayanmaktadır. Hint dinlerinden kaynaklandığı ve Hindistan’da doğduğu söylenen “kast sistemi” inancı, aslında, Enbiyâ-i izâmın mesajıyla iyi bir terbiyeden geçmeyen bütün insanların tabiatında vardır. Vahyin ışığına sırt dönen bütün toplumlarda havas ve avam, zenginler tabakası ve ayaktakımı sınıfı ya da soylular ve köleler şeklindeki ayırımlar mutlaka olmuştur/olmaktadır. ilahi mesajın gölgesinde nefsini dizginleyememiş kimseler bazen soya-sopa, bazen mala-mülke, bazen de şana-şöhrete bağlı olarak kendilerine bir nevi kudsiyet, bir fevkalâdelik ve bir farklılık atfetmişlerdir. Kendilerinin dışındakileri de hep ikinci ya da üçüncü sınıf vatandaş olarak görmüşlerdir. Tabiat-ı beşerde bir virüs olarak saklı bulunan farklılık ve üstünlük mülahazası, hemen her fırsatta ortaya çıkmıştır. Maalesef, günümüzde de her toplumun içinde sorgulanamaz zümreler mevcuttur. Bunlar da bir nevi kast sistemine inanmaktatır.

-Bir câhiliye âdeti de yıldızlardan yağmur beklemek ve yağan yağmuru yıldızlardan bilmektir. Belki günümüzde yıldızlardan yağmur beklemek ve onların kadere tesir ettiklerine inanmak söz konusu değildir ama maalesef onun bir gölgesi olan yıldız falına ve burçlara inanma hâlâ devam etmektedir. Yıldız ve burç falı, eski Hint geleneğine kadar uzanan bir geçmişe ve astronomiyle birlikte ele alındığı dönemlerde bilimsel bazı açıklamalara sahip görünse de esasen insanın uçsuz bucaksız varlıklar âlemi karşısındaki acz ve merakının, bunalım ve arayışının ürünüdür. Kur’an’da kâinatın muhteşem düzenine, güneş, ay ve yıldızlara sürekli dikkat çekilmiş ise de bunlar da dahil yeryüzündeki bütün varlıkların Allah’ın emrine râm oldukları, yaratıcı, etkileyici ve yönlendirici bir güçlerinin bulunmadığı, her şeyin Allah’ın sevk ve idaresinde olduğu sıklıkla vurgulanmıştır.

-Zeyd b. Halid el Cühenî’nin (radıyallahu anh) rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle denmektedir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında yağmur yağmıştı; bunun üzerine Rasûlullah (aleyhissalatü vesselam) şöyle buyurdu: “Rabbinizin bu gece ne dediğini biliyor musunuz? Kullarıma her nimet verişimde mutlaka bir grubu o nimet yüzünden küfre girerler; çünkü, ‘Bu yağmuru bize falan yıldız gönderdi’ derler ve kafir olmuş olurlar. Fakat Bana inanan ve verdiğim yağmurdan dolayı Bana hamd edenler, yıldızlarda yağmur verme gücü olmadığını ikrar ederler. Kim ‘yıldız bize yağmur verdi’ derse, işte o Beni inkar edip yıldızın yağmur yağdırma gücü olduğuna inanan müşrik kimsedir.”

hadis-i şerifte câhiliye işlerinden olduğu vurgulanan dördüncü çirkin âdet; ölünün ardından ağıt yakarak bağırıp çağırmak ve mübalağalarla onun mevhum meziyetlerini sayıp dökmektir.
Cenazeye iştirak eden kimseler, gerçekten mevtâyı hayırlı bir insan olarak tanıyorlarsa hüsn-ü şehadette bulunmalı, aksi halde sükut etmelidirler. Mü’minler, hep doğru sözlü olmaları gerektiği gibi, orada da doğru şehadeti esas almalıdırlar. Seleflerimiz bazı hadis-i şeriflere dayandırarak, cenaze namazının akabinde “Nasıl bilirdiniz?” deyip şahitlik yaptırmayı ve halka haklarını helal ettirmeyi geleneklerimizin arasına dahil etmişlerdir. Bunun doğru bir uygulama olup olmadığının da münakaşası yapılabilir; zira, Allah Rasûlü’nün (aleyhi ekmelüttehaya vetteslimat) uygulamasında böyle bir şey yoktur. Belki o insanların mevta hakkında güzel mülahazalara yönlendirilmeleri, o güzel düşüncelerin dua yerine geçmesi gibi mütalaalarla şahitlik yaptırılıyor olabilir. Ne var ki, tabutun başında ağıtlar yakmak, bağırıp çağırmak, yaka paça yırtmak ve feryad etmek mahzurlu olduğu gibi, musallada ya da kabirde nutuk atmak, hamasî laflar etmek ve uzun uzun konuşup durmak da dinin ruhuna ters ve yakışıksız davranışlardır.
güncel Önemli Başlıklar