bugün

Daha dokuz yaşındaydım, ilkokulun dördüncü sınıfını bitirmiştim. okulun kapanış törenini dinlemek, izlemek zorunda bırakılan öğrenciydim o günlüğüne. Bir sürü gösteriler izledik, bazen şiirler ve şarkılar dinledik. Hatta bir kızın eline klasik gitar verildiğini ve kıza "çalıyormuş gibi yap" denildiğini hatırlıyorum. Gördüğünüz gibi daha ilkokulda sahtekarlığa yönlendirilmiş körpe beyinler de var. Neyse konuyu dağıtmayalım; tören sonuna gelmiştik. Okulumun ilk kapanış töreni olduğundan yani ilk senesini bitirdiğinden tüm takdir ve teşekkür belgesi alanları müdür yardımcısı kürsüden, tüm okul öğrencilerine hatta okulun yakınındaki evlere duyurdu. Teşekkür belgesi alan kişiler okundu, ismim yoktu; daha çok heyecanlandım, içimden "Allah'ım inşallah takdir almışımdır" diyordum. Evet takdir belgesi almayı çok istiyordum. Bunun sebebi babamın bana verdiği sözdü; eğer takdir belgesi alırsam bana bilgisayar alacaktı. kaldı ki o zaman 30 kişilik sınıfımızda iki kişinin bilgisayarı vardı. Evet benim açımdan bakıldığında bir çıkar söz konusuydu, ama kendimi "masum bir çıkar peşindesin" diyip kandırıyordum. Takdir belgesi alan öğrenciler de tek tek okunuyordu ve her isim okunuşunda benim ismim olmadığını fark ettiğimde içimde beliren sıkıntı büyüyordu. Evet en sonunda ismim müdür yardımcısının dudaklarından süzülmüştü; kendisinden pek haz etmesem de o an, bir anlığına sevdim kendisini. Tabi ilk duyduğumda uğultudan emin olamayıp, arkadaşıma sordum "evet" dedi, "senin ismin okundu." işte o an mutluluktan havalara uçmuştum. Mazur görün dokuz yaşındaki bir çocuk için bilgisayar sözü yeterliydi buna. Tören bitti ve o tuhaf kağıt parçasını alıp evime gittim, göğsüm kabarıktı bir iki gün sonra bilgisayarım olacaktı.

Eve gittim, anahtarımla kapıyı açtım. Evet anahtarımla açtım, ben yedi yaşımdan beri evimin anahtarını taşırdım çünkü ev boş olurdu. Zile bastığımda güler yüzle açan bir anne, baba, veya büyük kardeşim yoktu. Yedi yaşımda boynumda taşırdım anahtarımı kaybetmeyeyim diye, sekiz yaşımda kemerin takıldığı yere(ismi gelmedi aklıma) iliştirirdi annem, dokuz yaşında ve daha sonra cebimde anahtarlığımla taşıdım, artık büyümüştüm aslında her ne kadar kimliğimde 'bu çocuk daha dokuz yaşında' diye yazsa da. Ama yalnızlıktan hiçbir zaman şikayet etmedim, sevdim ben yalnızlığı. Bu yüzden de hiç kızmadım ne anneme ne babama. çünkü biliyordum onlar benim geleceğim için çalışıyorlar benim geleceğim için yapıyorlar bunları. Kapıyı açtım, evime girdim; üstümü değiştirdim, sabahtan annem tarafından aç kalmasın diye bırakılmış yemeğimi yedim. Televizyon karşısında ilgimi çeken çizgi filmleri izledim. O zamanlar daha izlenirdi televizyon, en azından izleyicisine salak muamelesi yapmazdı. Ve saatler geçmiş, akşam olmuştu; kapı açıldı annemdi gelen. Yorgun olduğu belliydi, içeri gelip bir merakla sordu karnemi. bende belgesiyle verdim; o sevindi, ben sevindim. Biraz sonra bir daha açıldı kapı ve bu sefer babamdı gelen. içeri geldi oturduğu koltuğa annem mutfaktaydı. Babam sordu: "karne nerde?" bende üzücü bir ifade yüklemiştim suratıma aklımca oyun yapacaktım. Önce karneyi verdim belgeyi sakladım. "takdir belgesi yok mu?" dedi. Anlamıştı aslında notlardan takdir aldığımı sadece bir çocuğun masum planını bozmak istemiyordu. Ben de hemen tav olup belgeyi verdim. O sevdindi, ben sevindim.

Annem mutfaktan çıkıp oturma odasına geldi, o zamanlar istanbul'daki ilk sahip olduğumuz evde oturuyorduk, bir oda bir salondu. Üç kişilik aileye yetiyordu tabi. Mutlu bir aile tablosu için o anımızı görmeliydiniz. Ben tüm hınzırlığımla bilgisayar konusunu açtım, babam sözünü tutacağını ve alacağını belirtmişti; çok sevindim. Ee.. ne de olsa takdire şayan birisi seçildim, takdir belgesi aldım.

Babam her konuda olduğu gibi bilgisayar konusunda da yavaş davrandı, hemen almadı. Her konuda böyleydi babam şımarmamı istemiyordu; şimdi düşünüyorum da iyi ki öyle yapmış. Ama o yaşlarda bunları idrak edemediğimden, üzülüyordum. Bir-iki ay sonra bir mağazaya girip, dükkan sahibine bilgisayarı adresimize getirmesini rica etti. Sarıldım boynuna teşekkür ettim. Eve gittik akşam olmuyordu bir türlü. Bana inat yaparmışçasına ağır ağır ilerleyen akrep, sonunda belirlenen saati gösteriyordu. Çok geçmeden babamın telefonu çalmıştı; evin önünde bekleyen arabadaydı dokuz yaşındaki hayalim. Yetkili kişi bilgisayarı evimize taşıyıp kurdu ve birkaç şey gösterdi bana. Az çok biliyordum o zamanlar kullanmasını gittiğim okul da bilgisayar dersi vardı; buna artı olarak arada bir gittiğim babamın çalıştığı yerde izin veriyorlardı kurcalamama. ilk bilgisayarımı kuran adam gitti minnettarlığımı belirtmiştim. Babam ve annem birkaç dakikalığına merakla izlediler ne yaptığımı sonra oturup televizyon seyretmeye devam ettiler. Ben ise orasını burasını kurcalıyordum; sistem klasörlerine bile baktığımı hatırlıyorum. En sonunda Windows 98 içinde bulunan oyunlarda solitaire'yi oynamaya başladım. Uzun bir süre de oynadım, babamın uyarısıyla kapattım bilgisayarımı; geç olmuştu zaten. Ertesi gün babamla gidip oyun aldık, ilk aldığım oyun 'need for speed 2' eve gelir gelmez kurup oynadım. Zamanında ne basit grafikli şeylerle yetiniyorduk. Daha sonra babamla bilgisayarı aldığımız dükkana uğradık; adam sağ olsun 'fifa 99' ve birkaç film hediye etti. Evet ikinci oyunumda 'fifa 99''du. Hey gidi günler yaklaşık on senedir bilgisayar kullanan biri olarak en çok oynadığım oyundu 'fifa 99'.

Okul başladı beşinci sınıfa başlamıştım. O zamanlar da internette fazla yayılmamıştı. internet için yanıp tutuşuyordum adeta, mazur görün o zamanlar onlar ilgimi çekiyordu onların yokluğu üzüyordu bu bünyeyi. Şimdi ise karşı cins üzüyor yokluğu, bazen tuzlu yaşlara sebep oluyor; bazense geçirilen anlar hatırlanıp hüzünlü tebessüm lütfediyor yüzüm. neyse.. babamın başının etini yiyordum adeta, okulda başlamıştı. Okulu bahane ettim ,araştırma falan yapmayı... babam dayanamayıp kabul etti. O zamanlar servis sağlayıcı olarak Superonline vb* vardı. Eğer o paketleri alıp internete girersek faturaya daha az yansıyordu internet kullanım bedeli. Almıştım ilk internet paketimi Superonline'dan 10 saatlik bir paket; yani 10 saatlik ömrü var. Telefon kablosunu 56k modemime bağladım, Açtım internet paketini, yapılması gerekenler bölümünü tek tek yaptım. 'bağlan' seçeneğine tıkladığımda modemimden tuhaf rahatsız edici ses geldi. Bir numara telefonda 'redial' tuşuna bastığınızda duyduğunuz ses gibiydi. Sanırım paketi kurarken bilgisayarda tanımladığım telefon numarasını çeviriyordu. Sonuç olarak bağlandım. Sevinmiştim, artık internetim vardı; o dönemde bilgisayarı olanların bile parmakla gösterildiği dönemde internetim vardı. Hem de maddi durumumuz çok iyi değilken. Bir çocuk olarak internette ilk olarak oyun sitelerini keşfettim, flash oyunlar oynuyordum ve bundan zevk alıyordum; çocuktuk ne de olsa. Bir ay böyle harcadım paketi. Telefon faturası geldiğinde tutar babamı fazla rahatsız etmedi. Bu yüzden yeni paket almama izin verdi ve yanında paketin parasını da verdi; Gittim aldım. Hatırladığım kadarıyla o dönemler ekşi sözlük yeniydi daha. Bir ara okurluk yaptım orada benden yaşça çok büyük olan insanların entry'lerini okuyordum; Sözlük formatını anlıyordum bir nevi. Ama bir süre sonra sıkmıştı beni orası çünkü entry'lerdeki espriyi anlayamıyordum. şimdi düşünüyorum da dokuz yaşındaki bir çocuk için normaldi kendisinden yaşça çok büyük kişilerin yazdıklarını, nokta atışlı esprilerini anlayamamak. Ve o dönem takip etmeyi bıraktım, ben gene flash oyunumla eğleniyordum.

Aradan ne kadar süre geçti hatırlamıyorum ama uzun bir süre geçmişti. Okan bayülgen'i izliyordum her cumartesi gecesi yaptığım gibi ve konu ekşi sözlüğe geldi. Okan bayülgen reklamını yaptı, övdü, güzelliklerini sundu. benim de aklıma soktu tekrar sözlüğü. Bir-iki gün sonra tekrar internete bağlandığımda ekşi sözlüğe girdim. daha bir objektiftim, daha çok anlamaya çalışıyordum. Ve anlamaya başladım, sevdim tekrar orayı. Yaşıma bakmasızın yazar olayım dedim. Oldum da ama o ay ki faturayı gören babam bana sinirlenmişti. Çünkü ben o ay ekşi sözlük aşkıyla 146'dan giriyordum internete. 146, internet paketi olmadan internete erişebilmenizi sağlıyordu ama tutar, paketli erişimden kat ve kat fazla yansıyordu telefon faturasına. Bu olay yüzünden babam interneti yasakladı bana tabi bu olayı derslerimin kötüye gidişatı da etkiledi. Artık ekşi sözlük ve internet yoktu hayatımda. Uzun bir süre sonra tekrar internet serbest bırakıldı ama ben ekşi sözlük hesabımı(nickimi ve parolamı) hatırlamıyordum; Bu yüzden giremedim. Okur olarak devam ettim bir süre zaten sık sık girmiyorum diye tekrar hesap almadım. Tabi o zamanlar okunuyordu ekşi sözlük. Şimdilerde ki gibi değildi. Dönemin yazarlarının nicklerini hatırlayamasam da... şimdilerde okuyamıyorum, okunacak güzel entry'nin az sayıda olması yıldırıyor insanı ve Uludağ sözlük de bu yolda emin adımlarla ilerliyor; yazık oluyor.

Evet, beni en son birinci sınıfta okula getirip-götüren vardı. evet, ben yedi yaşımda anahtarlarımı boynuma sarılı bir ipte taşıyan, yedi yaşımdan bu yana eve gittiğinde kapısı açılmayan, kendisi açmak zorunda olan; sekiz yaşında anahtarlığı boyunda taşımaktan utanıp kemer sokulan yere bağlatan; dokuz yaşımdan beri anahtarlık sahibi olan ve dokuz yaşımdan beri bilgisayarla haşır neşir olan, internet kullanıcısı olan biriyim. Evet ben dokuz yaşımda daha basit şeylerle gülebilirdim, daha gereksiz şeylere üzülebilirdim. Ama insan büyünce algısı da büyüyor ve mutlu olması daha zor, mutsuz olmasına sebep olanlar da daha çok oluyor. evet benim dokuz yaşımdaki hayalim bir bilgisayardan ibaretti.