bugün

Thrasymakhos'un öne attığı görüştür. çokta haksız sayılmaz.

Thrasymakhos'a göre erdem, güçlünün işine gelendir. Toplumu güçlülerin yönetmesi doğa kurallarına uygundur. Hak dediğimiz şey, zor kullanmaktan doğmuştur. Haklıyla haksızı kanunlar ayırır, kanunları yapanlarsa güçlülerdir.Nelerin yasak olup, nelerin yasak olmadığını zor kullanan güçlüler buyurur. Güçlünün ölçüsü sadece kendi çıkarıdır. Güçlünün çıkarı, uygarlığa erişmemiş toplumlarda yumruk gücüyle, uygar toplumlarda kanun gücüyle sağlanır. Bu iki güç arasında hiçbir ayrılık yoktur. Her düzen, güçlünün işine geldiği gibi kurulur. Tek gerçek,güçlü olmaktır. Şu var ki, töre çenebazlarının yanıldığı yerlerde, haksızlığı ya büyük ölçüde başarmak ya da gizlice yapmak gerekir. Ayıplanan haksızlıklar küçük ya da hemen sırıtıveren haksızlıklardır. Toplumlar, büyük ölçüde başarıları haksızlıkları alkışlarlar. Haksızlık etmek, başarı sağlar, kazanç sağlar. Bunun için de haksızlık etmek,iyidir.
M.ö 2000 yılında falan söylenmiş ve maalesef her daim geçerliliğini korumuş söz

(bkz: thrasymachus)

(bkz: Justice is nothing but the advantage of the stronger)
Bu noktada thrasymakhos efendi’yi tam analiz etmeden yorumlayanların en büyük yanlışı şüphesizdir ki doğruluk ve adalet kavramlarını bir ideadan önce kişisel pratikler üzerinden yorumlamalarıdır. incelenecek olursa iktidar çevresinde yaptığı yorumlar gayet isabetlidir lakin dediğimiz gibi bunlar iktidar eleştirileridir.

thrasymakhos’ta eğri kişinin doğru kişiyi nasıl egale edeceği, yanlış işin kazanç sağlayacağı ve bunun çığ gibi giderek artacağı, dürüst olanın ise neredeyse aç kalacağı düşüncesi hakimdir. Bunun da genel adalet üzerinden değil, yönetim erkinden gelen istekler ve cabalar sonucu oluştuğunu belirtir. Ki sokrates’a verdiği karşılık da platon’un anlatısına göre bu minvaldedir. Sokrates’ın Saf olduğunu, doğrunun sekil değiştirebileceğini söyler. Fakat atlanmaması gereken bir nokta vardır, o da mutlak doğru şaşmaz, Bilinir. lakin bu doğruluk içerisinde eğrilik her zaman var olur ve asıl payı o alır.

Yani, yanlış olduğunu bile bile haksızlık yapmak esas artıyı getirendir. Bu da ne kadar büyük olursa o denli kârlı olur.
thrasymakhos efendi’nin unuttuğu bir konu var yalnız. bir insanız hayvan değil. tamam söylediklerinin çoğuna katılmamak mümkün değil ama hepsini doğru kabul edersek kabile toplumu gibi yaşamamız lazım.

ha şu var ki! şuan da kabile toplumunda pek farklı değiliz aslında.
--spoiler--
thrasymakhos'un öne attığı görüştür. çokta haksız sayılmaz.

thrasymakhos'a göre erdem, güçlünün işine gelendir. toplumu güçlülerin yönetmesi doğa kurallarına uygundur. hak dediğimiz şey, zor kullanmaktan doğmuştur. haklıyla haksızı kanunlar ayırır, kanunları yapanlarsa güçlülerdir.nelerin yasak olup, nelerin yasak olmadığını zor kullanan güçlüler buyurur. güçlünün ölçüsü sadece kendi çıkarıdır. güçlünün çıkarı, uygarlığa erişmemiş toplumlarda yumruk gücüyle, uygar toplumlarda kanun gücüyle sağlanır. bu iki güç arasında hiçbir ayrılık yoktur. her düzen, güçlünün işine geldiği gibi kurulur. tek gerçek,güçlü olmaktır. şu var ki, töre çenebazlarının yanıldığı yerlerde, haksızlığı ya büyük ölçüde başarmak ya da gizlice yapmak gerekir. ayıplanan haksızlıklar küçük ya da hemen sırıtıveren haksızlıklardır. toplumlar, büyük ölçüde başarıları haksızlıkları alkışlarlar. haksızlık etmek, başarı sağlar, kazanç sağlar. bunun için de haksızlık etmek,iyidir.
--spoiler--
görsel
hakikat denilen mevzuya göre değiştiğini düşündüğüm görüştür. belirli ilkelerin oluşturduğu ana hatlar ve kralcıların ortaya koyduğu güçlüler, vaktin kralı gibi gözükse de değişmeyen bazı önermeler bir müddet sonra en güçlüyü daha güçsüz bir konuma sokup vaziyeti tersine çevirebilir. Dönemin güçlüsü dönemin doğrusunu da belirler fakat bu doğru hiçbir zaman mutlak doğru olamaz. Pozitif bilimlerin haricini düşünürsek mutlak doğru olmayan şey, acaba yalnız güçlünün belirlediği bir mevzu olarak mı kalır? Bu da ikinci bir tartışma konusu. Hakikat dediğimiz şey nedir ya da güçlü dediğimiz kimseler acaba baskı unsuru mu oluşturmuştur ya da sadece halkın doğrusunu dillendirir demek ne kadar doğru olur?
mao zedung bunu "küçük kırmızı kitap"ında kestirmeden şöyle anlatır:

iktidar/sşyaset namlunun ucunda büyür.

Political power grows out of the barrel of a gun.
thrasymakhos'un öne attığı görüştür. çokta haksız sayılmaz.

thrasymakhos'a göre erdem, güçlünün işine gelendir. toplumu güçlülerin yönetmesi doğa kurallarına uygundur. hak dediğimiz şey, zor kullanmaktan doğmuştur. haklıyla haksızı kanunlar ayırır, kanunları yapanlarsa güçlülerdir.nelerin yasak olup, nelerin yasak olmadığını zor kullanan güçlüler buyurur. güçlünün ölçüsü sadece kendi çıkarıdır. güçlünün çıkarı, uygarlığa erişmemiş toplumlarda yumruk gücüyle, uygar toplumlarda kanun gücüyle sağlanır. bu iki güç arasında hiçbir ayrılık yoktur. her düzen, güçlünün işine geldiği gibi kurulur. tek gerçek,güçlü olmaktır. şu var ki, töre çenebazlarının yanıldığı yerlerde, haksızlığı ya büyük ölçüde başarmak ya da gizlice yapmak gerekir. ayıplanan haksızlıklar küçük ya da hemen sırıtıveren haksızlıklardır. toplumlar, büyük ölçüde başarıları haksızlıkları alkışlarlar. haksızlık etmek, başarı sağlar, kazanç sağlar. bunun için de haksızlık etmek,iyidir.

en sevdiğim platon önermesi bu belki de.
biraz felsefe konuşun olum zorla uplatıyorsunuz bana başlığı.

bırakın sözlük kızlarının peşini glin iki saniye yararlı bir konuda fikir üretin.
üstüne basa basa açığa çıkartılır tüm doğrular, zevkli iş aslında, gerilme gücenme yok konuşulacak konu belli oluyor zorlanmıyorsun, yalan söyleme uğraşın yok, akıllı insanın lafıdır doğru.
doğruluk güçlünün işine mi gelendir? bir çok kişinin bu soruya vereceği cevap tabi ki de bu gibi bir şeyin olmadığıdır. ama soruya biraz farklı bakmak gerekiyor burada. toplumsal doğrular ve uymak zorunda olduğumuz kuralları baz alarak düşünelim. toplumun doğruları nedir diye bir soru sorduğumuz zaman alacağımız cevap ”yasalar” olacaktır. peki ya yasalar nedir?halkın başa getirdiği insanların yada halkın seçmediği halde halkı yöneten insanların halk adına karar verip oluşturduğu kurallar bütünüdür. demokrasilerdeki en büyük çelişkilerden biri de burada yatıyor zaten. demokrasinin bütünüyle halkın tam iradesini yansıttığı yalanı. bu yalan üzerinden cevapta şu olacaktır; halkın iradesinin yansıması olarak seçilen liderlerin verdikleri kararlar ile oluşturulur yasalar.

düşünüldüğü gibi olduğunu en azından ben hiç sanmıyorum. günümüzden örnekle gidelim ve milletvekillerine bakalım. hepsinin aşiret reisi, iş adamı ya da belli bir mevki, güce sahip insanlar olduğunu göreceksiniz. bu gibi insanların olası bir yasa oylamasında yada oylama teklifinde kendinden çok sizi düşüneceğine inanmak biraz bilgi eksikliğine işaret ediyor. gel gelelim bu gibi durumlarda böyle olmuyor malesef, günümüz türkiye’sinde güçlü olan insanlar belli başlı şeyleri yasa haline getiriyor. iktidarın yasa ile güvence altına aldığı şeyler ise doğru olsun olmasın ülkenin standart doğruluklarına eklenmiş oluyor böylelikle.

bu olay siyasetçilerin yada zorbaların bize erdemli olsun olmasın bir çok şeyi doğru haline getirerek dayattığının göstergesi değil de nedir? doğrularımız ve yasalarımız ise toplumun var olduğu dönem boyunca güçlülerin istekleri doğrultusunda oluşturulan bir düzenleme bütünüdür. adnan menderes ve onun gibi toprak ağalarının zamanında binlerce üst düzey öğrenci yetiştiren köy enstitülerini kapatması örnek gösterilebilir. halkın seçtiği insanlar köylünün selametine olan bir şeyi kendi selametine aykırı diye bir anda tek bir yasa ile silebilir. sildiler de, zamanın her bir dilimini izlerseniz yüzlerce örnek görürsünüz.

demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. halk övülmeyi sever. onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir. demokrasi, bir eğitim işidir. eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. devam edilirse demagoglar türer. demagoglardan da diktatörler çıkar.

platon bundan neredeyse iki bin beş yüz yıl önce bu tanımları yapmıştır. bu tanımlar size yabancı geliyor mu? bana hiç gelmedi çünkü bu tanımın doğruluğu hala daha kendini koruyor. halklar doğruları değil güçlüleri seçiyorlar iktidarlara, meclise, kendilerini temsil etmeye. yani doğru insanlar değil güçlü insanlar seçilip kendi doğrularını bize dayatıyorlar. böylelikle ”doğruluk güçlünün işine gelendir” tanımı kendini haklı çıkarıyor. bizi temsil etmeyen insanların kaderine kalan keşmekeş bir sistemin esirleri olan bizler kalıyoruz geriye. temsil edildiğimizi zannediyoruz fakat temsil edildiğimiz kocaman bir yalandan ibaret. kandırılıyoruz sadece, retorikleri güçlü politikacılar, kalemi güçlü olan satın alınmış kalemler ve gücü görüp boyun eğmiş onlarca insan tarafından her gün kandırılıyoruz.

doğruluk güçlünün işine geliyor, biz ise güçlülerin bize dayattığı yaşamı yaşıyoruz. yaşayacağız gibi de görünüyor bir müddet daha. insanların bir gün gerçeği görüp bilinçlenerek bu düzeni yıkacağına inanarak yaşayacağız. boş durmayarak elimizden geldiği kadar gözümüzü açıp ve çaba göstererek. hiç bir şey yapmayan insan unutmayın ki zorbalar kadar suçludur işlenen suçlarda. hepinizi bende dahil bilinçlenmeye ve araştırmaya davet ediyorum. kimsenin görüşünden etkilenmeden, kendi görüşünüzü diğer insanları dinleyerek ve okuyarak oluşturmanızı tavsiye ediyorum. böylelikle cehalet, insanların yakasını bırakabilir ve demokrasi retoriği etkili siyasetçilerin elinden kurtulabilir.
yanlış önermedir. en basitinden doğruluk güçlünün işine gelen bir şey olsaydı, bırakın Türkiye'yi dünya böyle bir yer olmazdı.
bu yazımı zamanın platon'un socrates-trasimakos diyaloglarına gönderme olarak yazmıştım.

zaten felsefe ile ilgilenen çoğu kimse tezin bizzat bana ait olmadığını anlamıştır.

bu konu önemli bir konudur. demokrasi yalanına ve doğruluk algısına ciddi göndermeler mevcuttur.

keşke herkes platon okuyabilse.
Platon’un devlet’inde böyle bir şey geçiyordu sanki. Ama adalet güçlünün yararınadır, gibi bir şeydi. Tracymakhos sokraes’e itiraz ediyordu. Neyse.