bugün

kürt sorunu hakkında bir halt bilmeden ahkam kesenlerin biraz okuması gereken olaylardır.bir türk olmaktan gurur duyacak kadar sığ bir türk olmadığım için, benim için şunları paylaşmak zor bir şey değildir. sizler türklüğünüzle gurur duymaya devam ediniz.

aşağıda yazılanlar en hafifleridir.kelimelerin kifayetsiz kalacağı akıl almaz işkence teknikleri uygulanmıştır. arzu edenler internetten bulabilirler.

--spoiler--
haluk yıldızhan (diyarbakır doğumlu): gözaltından gelenleri genel olarak sinema salonuna değil de, o zaman 37 olarak adlandırılan, daha sonra 36 adını alan hücrelere götürürlerdi. burada, "banyolu mu televizyonlu koğuş mu istersin?" diye sorup, cevap ne olursa olsun her iki durumda da alt katlardaki tuvaletleri tıkanmış ve pislik içindeki lağım sularının ve insan dışkılarının yüzdüğü bir yerde süründürülür, günlerce işkence ve kaba dayakla hoş geldin safhasında yıldırdıktan, tamamen teslim aldıklarına inandıktan sonra koğuşa gönderirlerdi.

yoruluncaya dek dayak
osman karavil (diyarbakır doğumlu): koridorda sıra dayağından geçirildikten sonra hücrelere dağıtıldık. tek kişilik bu yere yedi kişi sığdırıldık. askerler göründü, 'ellerinizi uzatın' dediler. hücrenin, kapı ve penceresinden ellerimizi uzattık. yoruluncaya kadar dövüp gittiler. bu dayaklar, tahminen her yarım saatte bir tekrarlandı. sonra hücre dayağı düzenine geçildi. günde üç fasıl, sabah, öğlen, akşam...

garabet'e sünnet
k.y. (diyarbakır doğumlu, 16 yaşında tutuklandı): bana cop sokmaya çalıştılar, çok direndim, kafamı duvarlara vurdum, kendime büyük zarar vereceğimi gördüler, benden vazgeçtiler. ama arkadaşlarımdan yaklaşık 200-250 insana cop soktular. aslen ermeni olan garabet demircioğlu arkadaşımız vardı. maşallahlı sünnet elbisesi giydirerek, törenle sünnet ettirdiler, ismini de ahmet olarak değiştirdiler.

koç mu kuzu mu?
nazif kaleli (şanlıurfa doğumlu): üzerinde 40 çivi olan bir sopa vardı, onunla vuruyorlardı. bir tane 'kuzu' dedikleri sopa vardı, bir de 'koç'. biz her zaman copu tercih ediyorduk. cop korkunç acıtıyordu, ödem oluşturuyordu, ama daha sonra geçiyordu. ancak sopalar kemikleri eziyordu.

'ağzına işeyeceksin'
cevdet baran (diyarbakır doğumlu): bişar akbaş adında bir arkadaş vardı. gardiyanların emrine karşı çıkıyordu, yürümüyordu, hem rahatsızdı hem de inat ediyordu. bir gün gardiyan kolumdan tuttu ve "çık" dedi. bişar'ın yanına götürdüler. onu karın içine yatırmışlardı ve bana dediler ki, "ağzına işeyeceksin."
"yapmıyorum" demedim. "gelmiyor komutanım" dedim. beni dövmeye başladı. epey dövdü, karın içinde sürdürdü, tabanlarıma vurmaya başladı. ne yaptıysa "gelmiyor" dedim. sonunda beni de bişar'ın yanına yatırdı.

kelime başı 150 sopa
hasan daş (mardin doğumlu): hücreler kötü, koğuşa gitsem rahat ederim, diye düşünüyordum ki, 6'ncı koğuş'a götürdüler. gardiyan geldi, 'yeni gelenler öne çıksın' dedi. elinde bir değnek, değneğin adı haydar.
bana, 'kaç gün hücrede kaldın' dedi. 'bir ay' dedim. 'atatürk'ün gençliğe hitabesini ve andımızı da mı ezberleyemedin?' 'hayır, okumam-yazmam yok komutanım' dedim. haydarla bayıltıncaya kadar dövdü. 53 tane marş ezberledim. her bir kelimesi için yüz ellinin üzerinde cop yedim desem, asla mübalağa olmaz.

copu dişlettiler
mehmet ece (van doğumlu): bir gün gardiyan çağırıp dövdükten sonra ağzıma cop sokup "dişle" dedi. copu dişlediğimde hızla çekti ve önden iki dişim kırıldı. kırılan dişlerimin kökleri kaldı. bir hafta sonra yüzüm, gözüm balon gibi şişti. aynı gardiyan, "niye yüzün şiş" diye soruyordu.
"ranzadan düşerken dişlerim kırıldı komutanım" diyordum.

'ranzadan düştüm'
mehmet emin kardeş (mardin doğumlu): dövüyorlar, muhakkak dövdüğü kişinin bir tarafını da kırıyorlardı. "ne oldu sana" diyorlar, "ranzadan düştüm komutanım" diyorduk. herkese avuç avuç bok yediriyorlardı, bu çok sıradandı. 23'üncü koğuş'ta y.a. adında bir arkadaşımız vardı. herkesin gözü önünde ona cop soktular. cop sokma, bok yedirme çok adettendi.

köpeğe tekmil
paşa akdoğan (diyarbakır doğumlu): tıraş kremini, kalın çizgiler şeklinde yüzümüze sürdüler, sonra upuzun ince bir ip getirerek, "tren yapacağız" dediler.
herkesin kamışına ip bağladıktan sonra "koş" dediler. koşuyoruz ama en ufak bir şekilde geride kalmak herkesi gerdiriyordu ve aynı zamanda hep birlikte oturup hep birlikte kalkmak zorundaydık. bir süre o şekilde koşturup yat-kalk yaptırdılar. sonra alt hücrelere indirdiler. banyo dedikleri de lağımdı. köpeği öyle alıştırmışlardı ki, tekmil vermediğin zaman saldırırdı. üzerimizdeki elbiseleri parçalardı ve hiçbir şekilde ona karşı bir şey yapamazdık.

'kanlı karavana yedik'
selahattin bulut (mardin doğumlu): kapı açılıp karavanayı içeriye getirmeden önce gardiyan bizi çok döverdi. "verdiğim yemeğin hakkını istiyorum" derdi, ta ki bir tarafımızdan karavanaya kan akana dek döverdi. o işkence döneminde günde üç öğün, kanlı karavana yerdik. diş macunu, deterjan, çöp gibi şeyleri yediriyorlardı. cezaevine türkçe bilmeyen ziyaretçi alınmazdı.
türkçe bilmeyen nenem, dilsiz taklidiyle görüşe girdi. ağzından bir kelime çıkmadı. sadece hıçkırıyor, yaşlı gözlerle bana bakıyordu. ben çıkmadan da öldü.

çıplak koridor temizliği
behlül yavuz (diyarbakır doğumlu): bir gün, "sizi hamama götüreceğiz" dediler. iki ayda bir yarım kova soğuk su bize ya düşüyor ya düşmüyor. bu hamam nereden çıktı diye endişelenmeye başladık. hamama gittik, "soyunun" dediler. herkes çırılçıplak soyundu. "su dök", biraz su döküldü. "sabun sür", sabun sürüldü.
"su dök", biraz su döküldü ve "giyin, çık dışarı" dediler. o ıslak ve sabunlu halimizle, atlet ve külotları giydik. büyük koridorda, "tek kol sıra halinde dizilin" dediler. o koridor, dayaklar nedeniyle hep kan ve irindi. birinci sıra kaba kirleri sildi, ikinci sıradakiler arta kalan ince tabakayı siliyorduk, üçüncü sıra da tertemiz siliyordu ve o halde bizi koğuşa geri getirdiler. o pislikle yatmak zorundaydık. her taraf kan ve irindi. aşırı bir bitlenme vardı. sekiz saat sürekli dayak yiyorduk. dayak yemediğimiz yemek aralarında ve molalarda da birisi ataürk'ün nutukları ve yaşamını okur, biz de tekrarlardık.

'ölebilirim' dedi, öldü
cemşit bilek (12 eylül döneminde diyarbakır'da siyasi dava avukatı): müvekkillerimiz mahkemede hazırolda duruyordu. konuşma hakları yoktu. sandalyede oturmuş, ellerini nizami şekilde dizlerinin üstünde tutuyorlardı. kafalar sıfır numara tıraşlı, tek tip elbise içinde, başlarını dik tutarak, tek bir noktaya bakarak, put gibi durmak zorundaydılar. ölümü de göze alarak kalkıp konuşanlar oluyordu. rahmetli necmettin büyükkaya, geldiği son duruşmada ayağa kalktı, söz istedi. "bir sonraki mahkemeye kadar yaşamayabilirim, haberiniz olsun, beni sürekli tehdit ediyorlar. sonra 'yok kalpten gitti, şundan, bundan gitti' türünden düzmece bir tutanak da tutarak beni öldürebilirler. ancak gördüğünüz gibi ben çok sıhhatliyim" dedi. ve gerçekten de bir sonraki mahkemeye gelmeden öldürüldü.
--spoiler--
"zulmu salt türkler değil, o sürekli alay edip küçümsediğiniz ve her seferinde aynı milletin evladı olduğunu unuttuğunuz kürtler de çekti" denilesi, insanlık dışı işkencelerdir.
kürt ve türkler'in yaşadığı ortak acıları sadece kürtler çekmiş gibi göstermenin simgesi.
(bkz: 12 eylül’ün auschwitz’i)
(bkz: 33 eri nasıl şehit ettiler)

karşılığı da bu ve benzeri yüzlerce pusu muydu?

12 eylül denen karayazıda mamakta, sağmalcılarda türk evlatları da işkence gördü. mehdi zana için mi bu zırıldamalar yoksa, silahlı eylemci kamber ateş için mi nasıl da yoktan ağlama duvarı yarattınız elin eli silahlısı için. sokaklarda vurulacak adam kovalamak kupayla mı ödüllendirilecekti. 12 eylül'ün mağduru sadece kürtler mi?

yalanınızı siksinler mi?
12 eylül faşizminin bütün bir türkiye solunu sindirip yok etme operasyonunun kürt yüzüdür.
kürt devrimcilerine de elbette özel bir "muamele" gösterilmiştir.
ayrıca:
(bkz: fikirlerimiz iktidarda biz hapisteyiz)
http://video.ntvmsnbc.com...e-arti-21-nisan-2011.html
"işkencecilerin çoğu sıradan insan, en dehşet veren bu."

http://goo.gl/OfgZN
nazi almanyasında komşular kaybolurdu. bir bakarsınız alt komşunuz kayıp, ertesi gün kasabınız, fırıncınız, sonra bir gün gelir kocanızı kaybedersiniz, çocuklarınızı, kendinizi. kendinizi ararsınız varşova sokaklarında. kapıları çalarsınız beni gördünüz mü, nereye gittim ben.

bir gün çok uzak olmayan yerlerden dumanlar yükselir, dumanlar kötü dayanılmaz kokular. bazen kül yağardı apansız berlinin varoşlarına.

hissederdiniz gizli gizli, kendinizden bile saklı kötü şeyler olduğunu.

bir gün uzak bir akrabanız gelir. titriyor. soğuk değil hava güneşli. çöker köşeye, göğsünden bir tomar kağıt, resimler yazılar doludur. korkarsın bakamazsın, yakarsın ocakta,
külleri savrulur.

1980 ortalarıydı. istanbulda rivayetler dolaşmaya başlamıştı. dar sokaklarda fısıldaşıyordu insanlar. kokular taşıyordu rivayetler, ağıtlara sarılmış. mamak metris hikayeleri donup kalmıştı sanki, diyarbakır dolaşıyordu caddelerde sokaklarda. konuşuyordu diyarbakır anlamıyorduk, anlamsız korkulu gözlerimiz dökülüyordu üstüne sanki. korkularımız o kadar birikmiştiki, artık daha fazla korkamıyorduk.

sonra bir gün hıçkırık yayıldı. hıçkırıktı ama konuşuyordu sanki, sanki bir kemanın ince teli. yanımdan bir kadın bağırdı, bir kadın daha daha. galatasaray beyaz başlı ördek misali, kayım kaynıyor.

diyarbakır dolaşıyordu biz korkuyorduk. ağlıyorduk.

rüya görüyordum, bir gündü. işkenceciyle konuşuyordum. o da duymuştu istanbul sokaklarına sinen rivayetleri. itiraf gibiydi sözleri. olamaz diyordu, yapılanlardan söz ediyordu galiba. ağlıyor muydu bilmiyorum. rüyalar çıplak ve yalnız değildir, bazen olric giriyordu söze, sanki. anlatılanlar başka bir şeydi diyor adam. benim de bilmediğim, ama korkunç, korkuyorum diyordu, beni bırakma. adamı teselli mi ediyordum, anlaşılmaz; habire anlatıyordu itiraf gibiydi. her gün, gün gün yok edilmez ki insan diyordu.

ter içinde uyandım, ışık yanıyordu, televizyonlar çalışıyordu, haberlerde diyarbakır konuşuyordu. rüyada gibi, ağlıyordum hala.

sokak çın çın haykırıyordu; insanlık onuru işkenceyi yenecek.

yenecek.
yaşanmış olaylardır kimse inkar edemez. anlamadığım kısıma gelince bu işkencelerin türklere de ayrım gözetmeksiniz yapıldığını hangi kaynaktan bakarsanız bakın görebilirsiniz. sadece kürtlere uygulanmış gibi buraya yansıtıp herzamanki eziklik rolünü oynamanın bir anlamı yok.
adama sorarlar bir grubun yaptığı şeyi bir ulusa, ırka maletmek senin neyine. o işkenceleri yapan şerefsizlerin de neye hizmet ettikleri ve kim olduklarını da bilmek önemli. bazıları cezaevi kime bağlı bizim evin salonuna mı diye soruyor. sözde bir vatansever yönetiyor da kime hangi şahıs adına çalışıyor en üst düzey yetkilisine kadar. işkenceyi falan da savunduğumuz yok bizim.
PKK ya sövünce ''bütün Kürtlere ırkçılık yapıyürleer'' diye ortalığı velveleye verenlerin netekim hazretlerinin maaşlı köpeği orospu çocuklarının yaptıklarını bütün türklere malederek ne mal olduklarını gösterdikleri olaylardır.
"münferit" olaylarmış gibi değerlendirenler var inanılacak gibi değil. cezaevi kime bağlı anasını satayım bizim evin salonuna mı ? bugün hala o işkenceleri yapanların adları sokaklara, caddelere, okullara verilmiyor mu ? sen daha neyin savunmasını yapıyorsun ki burada. böyle pişkinlik görmedim ben yahu.

altan tan'ın habertürk'te söylediği bi ağıt, diyarbakır cezaevinde yazılmış.

http://www.youtube.com/watch?v=7a0k3heg4bu

sadece kürtler mi işkence gördü ? diyenler var. senin subayın o dönemde içeri alınmak için kürtçe konuşması yeterliydi diyorsa, bunun savunmasını yapmak nasıl bir zihniyettir ? adamlar farkında olmadıkları kimliklerini savunmak zorunda bırakan senin politikaların.

şu işkenceleri haklı göstermek için sebep sunan vicdansızıdır gerisi boş laf...
büyük ihtimalle yaşamadan anlaşılmayacak yaşanmışlıklardır.
12 eylül zamanında aklın hayalin alamayacağı işkencelerin yapıldığı ve acısının hala dinmediği olaylardır.
insanın kanını donduran işkencelerdir.
hala bazı beyinsizlerin pkk'lılara yapıldıysa iyi olmuş diyerek savunmaya çalıştığı, insanlığın alçalabileceği seviyenin de daha aşağısında işkencelerin yapılmasıdır.

bu işkencelerin neredeyse hiç birinde pkk li yoktur. pkk o dönem daha yeni kurulmuş, doğru düzgün gücü olmayan küçük bir örgüttür. asıl güçlenmesi ise bu insanlık dışı işkencelerin masum, savunmasız kürt halkına yapılmasından sonra olmuştur. bu kadar zulme ve yasağa boğulan insanların isyanıdır pkk ye güç veren. eğer bu zulümler olmasaydı pkk, kesinlikle bu güce ulaşamaz ve bugün pkk denen bir oluşumdan belkide çoğumuzun haberi bile olmazdı. ama bu devletin en iyi yaptığı şey insanlarına zulmederek kendine düşman etmesidir. bu konuda gerçekten çok başarılı. son yıllarda da tecrübe ettiğimiz üzere devletle barışık olan hiç bir kesim kalmadı gibi.
Sadece diyarbakır'da yaşandığı sanılan olaylardır. Başka şehirlerde sağcı solcu demeden tüm tutuklananlar aynı zulmü gördü. Hangisi isyan etti?
80 darbesinden sonra sadece siz mi acı Çektiniz lan etnik hırtlar?
mamakta da yaşanmıştır.. iki durum da korkunçtur insanlık dışıdır.. ancak solculardaki sadece biz acı çektik demagojisinden bıktım artık.. hayır efendim sadece siz ölmediniz öldürdünüz de.. sadece siz asılmadınız ülkücüler de asıldı.. sadece siz işkenceye maruz kalmadınız ülkücülere de işkence edildi..
abartılan hede . bir bitmeyen pekeke geyiği.
En büyük kürt ajitasyonudur. Ahahhaha.
halkların gardaşlığı ile anıran itin g*tüne cop sokulması en bilinenlerden biridir mesela.
ABD destekli 12 Eylül hükümetinin yaptığı işkencelerdir.