bugün

12 eylül 1980 askeri darbesi sonucu yakalanan suçlu - suçsuz tüm mahkumlara yapılan akıl almaz işkenceler ile hafızalara kazınan cehennem. işkenceden geçirmek için kürt olmak bile son derece yeterli bir mazeretti. tutuklulara bok yedirmek,copla makat zorlamak, filistin askısı nda saatlerce bekletmek, 24 saat dayak atmak, marş söyletmek, ayaklardan duvara asıp bekleterek dövmek yapılan sadistliklerden sadece birkaçı.

bilindiği gibi o dönem doğu ve güneydoğuda örgütlenmiş sol fraksiyonlara yapılan sindirme politikaları ters tepmiş, yapılan yoğun iskencelere tepkili olan yüzlerce insan beraber sürükledikleri onlarca akrabası ile silahlı mücadele yanlısı pkk yı yoktan var etmişti.

vahşetin baş aktörü için. (bkz: esat oktay yıldıran)

öldürülen mahkumlardan ilk akıllara gelenler.

(bkz: bedii tan)
(bkz: necmettin büyükkaya)
(bkz: kemal pir)
(bkz: mazlum doğan)

ek : abdullah öcalan bir röpörtajında " ben pkk yı ,diyarbakır cezaevin de ki işkenceleri protesto etmek için kendilerini yakan 4 tutukludan, 4 kibrit çöpünden yarattım" demişir. şiddetin şiddeti doğurduğunun en önemli göstergesidir bu mapushane. ibret alınması gereken bir yerdir.

(bkz: Ferhat Kurtay)
(bkz: Eşref Anyık)
(bkz: Necmi Öner)
(bkz: Mahmut Zengin)
mehdi zana'nın vahşetin günlüğüadlı kitabında yapılan işkenceleri detaylıca anlattığı cezaevidir.
283. kısa dönem askerlerin * 1 hafta boyunca yemekhanesinde yattığı yerdir. *,*, *. gerçi sivildik ama olsun sonuçta hapishane psikolojisi yaşanıyor. ancak herkesin kısa dönem olması * günlerin kampüsteki gibi geçmesini sağlamıştı. kantin kampüse yetmiyordu, dolayısıyla yemekte * kuru fasulyeye olan ilgiyi artırıyordu. hapishane mi? diyarbakır varoşlarına yakın bir mahallede kurulmuş bi yer işte.
işkencenin her türlüsünün yaşandığı ve 12 eylül dönemini anlatan her türlü olay ve kitaba malzeme olmuş, bir zamanlar şehir dışında iken şu an cezaevi semtinin göbeğinde yer alan,amerikan kapitalizmine karşı durmuş mehdi zana, müjdat gezen gibi ünlülerin penceresinden bakıp bağları izlediği bu pencerelerden şu an bakmış olsalardı migros, burger king, lc waikiki görmüş olurlardı.
google nimetini kullanarak "Serbesti dergi diyarbakır cezaevi" arama yaptırdığınızda içeride olup bitenlerin neredeyse tamamının kaynak olarak serbesti adlı dergiyi gösterdiği cezaevidir.

bu arada (bkz: serbesti)
bir işkence yöntemi olarak, (bkz: bok yedirmek)...
cehennemin yeryüzündeki tezahürü olarak bilinir.cezaevindeki uygulamalara maruz kalan tutuklular hitlerin nazi dönemi uygulamarının daha gelişmişlerini üzerine denendiklerini ifade eder.
o dönemde cezaevinde bulunan yılmaz sezgi'nin anlatımı buna canlı bir örnektir.
ben yakalandığımda 17 yaşındaydım ve sıkıyönetim vardı. ardından darbe oldu. sabahın erken saatlerinde gardiyanların mazgallara vurmasıyla uyandım. durumu çözemiyordum. darbe sözlerinden, hep bizi kurşuna dizeceklerini düşünüyordum. arkadaşların yanından ayrılmak istemiyordum ve korkuyordum. ardından işkenceler başladı. koğuşlardan hücrelere alındık. hücreler, işkencehane olarak kullanılıyordu. mahkumları demirlere bağlayarak, kalaslarla, zincirlerle vuruyorlardı. mahkumların ağzından ciğer parçaları gibi kanlar dökülüyordu. özellikle mustafa karasu'ya yapılan işkenceler çok ağırdı, hepimiz onun öleceğini düşündük. mahkumların o işkenceleri izlemesi için baskı yapıyorlardı. gözlerini bile kırpanlar, aynı işkenceye maruz kalıyordu. karasu'ya, türk olduğunu söylemesi için ağır işkenceler yaptılar, o bunu kabul etmeyince en son "ah de seni bırakalım" dediler, ama o yine kabul etmedi ve bırakmak zorunda kaldılar. bunu unutamıyorum.benim kaldığım koğuşta insanlar işkencelere dayanamayarak kendini asıyordu. cinsel organlara ip bağlayarak mahkumların boynuna bu ipi asıyor ve günlerce koğuşta böyle dolaştırıyorlardı. cinsel organlarını boyuyorlardı. tabii bunun utancı çok ağırdı. herkesi çırılçıplak halde üst üste yığıyorlardı. irak'taki görüntüler, bunların yanında neredeyse hiç kalıyor. havalandırmalarda herkesi soyarak, makatlarını mahkumlara açtırıp, demir tellerle not olup olmadığını kontrol ediyorlardı. günlerce birbirimizin yüzüne bakamıyorduk. artık kolay yoldan ölümün yolunu arıyorduk. mahkumlara cop sokmalar, yere yatırıp ağzına idrar yapmalar sıkça yapılan işkence türleriydi. yine mahkumlara, su içtiğimiz bidonlara tuvalet ihtiyaçlarını yaptırıyorlardı. bu bidonlar, su verilmediği için günlerce koğuşta kalıyordu. sayıma gelen gardiyanlar bizim paramızla aldıkları parfümleri sıkarak içeri giriyorlardı. tabii ardından yine dayanılmaz kokular... suyu kısa süreli açıyorlardı ve biz bidonları yıkayıp tekrar içinde su içiyorduk. bu nedenle birçok mahkum bulaşıcı hastalıklara yakalandı. daha önce ölüm orucuna girenleri hiç görmemiştim. ölüm orucundan aylar sonra ilk kez hayri durmuş'u duvar dibinde gördüm. önceki halini hatırladım ve sanki içimden bir parça koptu, çünkü görüntüsü beni korkuttu. sadece kemiklerden ibaretti. o aklıma her geldiğinde aynı duyguları yaşıyorum ve bu bana acı veriyor. anlatamıyorum, yaşananlar kelimelerle dile getirilemiyor.
esat oktay, saat 03.00'te sarhoş halde gelerek, rum çocuklarını kıbrıs'ta nasıl doğradığını anlatıyordu. diyarbakır zindanının yarattığı izler ömür boyu silinmez. mazlum (doğan) arkadaş kendi mendiliyle çatıdan akan suyu konserve kutularına sıkarak bize dağıtıyordu. bu yoldaşlık, bizi vahşete karşı yaşattı. bu vahşet, bugüne dek dünyanın hiçbir yerinde yaşanmamış. ama insanlar, cezaevlerine karşı duyarsız kalmaya devam ederek bu suça ortak oluyor. türkiye kendisini artık bu utançtan kurtarmalıdır!
duvarlarında hala çığlıkların duyulacağı, kan kokusunun hiç eksilmediği, insanlıktan nasibini almamış kişiciklerin tüm sadistçe işkencelerinin vuku bulduğu yer...
12 eylul 1980 askeri darbesi sonrasi en agir iskencelerin yapildigi cezaevidir. bu agir iskencelerin sonucu olarak pkk`nin dogdugu soylenir.
darbeci cunta lideri kenan evren in kalan ömrünü içinde geçirmesi gereken cezaevi.
(bkz: auschwitz)
ibrahim kaypakkayanın bir aylık işkenceden sonra katledildiği mekan.
(bkz: işkence evi)
(bkz: işkence hane)
pkk'cı, ya da kürtçü olmanıza gerek yoktu bu cezaevine düşmek için.

eğer ki ırkınız kürt idiyse ve siz sadece kimden doğduğunuzu seçme şansına sahip olmadığınız için kürt olduğunuzu iddia ediyorsanız, bu cezaevinde kıçınıza cop sokulur, bok yedirilir, daha aklınıza hayalinize gelmeyecek işkenceler görürdünüz. sadece kimden doğduğunuzu seçme şansınız olmadığı için...
neşe düzel'in 23 haziran 2003'te radikal'de yazdığı yazıdır. sadece şu yazıyı, öznenin yerine kendinizi koyup hayalinizde, kullanmayı korktuğunuz zihninizde bir canlandırın.

Hasan Cemal son çıkardığı 'Kürtler' kitabıyla ilgili kendisiyle yaptığım konuşmada, medya adına bir özeleştiride bulunarak 'Eğer biz gazeteciler, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları tam anlatsaydık, bu ülkede belki bazı şeyler değişirdi' demişti. Medya o dönemde Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde olanları anlatmadı. Ama medya bu dönemde de yaşanan o korkunç vahşetle yüzleşmeye pek yanaşmıyor. Halbuki Diyarbakır Cezaevi, Kürt sorununda büyük dönemeçlerden biri. Bugün Avrupa Birliği'ne üye olabilmek için yeni uyum yasaları çıkarırken, aslında neleri değiştirmeye çalıştığımızı, hangi konularda çağdaş dünyayla uyumlu olmaya uğraştığımızı anlamamız, bunu anlayabilmek için de son 20 yılda yaşamış olduklarımızı iyice görmemiz gerekiyor. Çünkü kendi insanımıza neler yaptığımızı, ne acılar çektirdiğimizi fark ettiğimizde, değişmemiz gerektiğini daha iyi göreceğiz. Diyarbakır Cezaevi'nde üç yıl yatan ve siyasetle hiç ilgisi bulunmayan Selim Dindar ile o hapishaneyi, o
'cehennemi' konuştuk. Bugün bir işadamı olan Selim Dindar anlattıklarıyla beni Dante gibi cehennemde dolaştırdı.

Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde kaçyıl yattınız?

Üç yıl yattım.

Hangiyıllar arasında?

1981'de girdim, 1984'te tahliye oldum. Diyarbakır Cezaevi'ne girdiğimde 20 yaşındaydım.

Hangi suçtan mahkûmdunuz?

Biz sülale olarak seyitiz ve ben zengin bir ailenin oğluyum. O dönemde eğlence içinde yaşıyordum. Hiçbir siyasi faaliyetim yoktu. Zaten ben yakalanmadan önce de siyasi değildim, yakalandıktan sonra da olmadım. Ama tabii Cizreliyim ve 12 Eylül 1980'i orada yaşadım, nasibimi aldım. Bizim bölge eskiden beri KDP'liydi. Ailem de öyleydi. Haliyle benim de Barzani'nin partisine sempatim vardı ve 'KDP'liyim' diyordum. KDP nedeniyle arandım, sınırda yakalandım ve ceza yedim. Mardin'de 78 gün sorguda tutuldum. Oradan Diyarbakır'a götürüldüm ve mahkemeye çıkarıldım, tutuklandım.

PKK ile herhangi bir ilişkiniz olmuş muydu?

Olmadı. Ben hiç PKK'lı olmadım ve PKK'lı da değilim. Üç yıl boyunca hep tek başıma mahkemeye çıkarıldım ben.

Hasan Cemal'le 'Kürtler' isimli son kitabı üzerine yaptığımız konuşmada, Hasan Cemal bana 'Eğer biz gazeteciler, Diyarbakır Cezaevi'ni, insanlığa karşı işlenen suçların yaşandığı korkunç bir mekân olarak o dönemde tam sergileyebilmiş olsaydık, Türkiye'de belki bazı şeyler değişirdi. Ama biz orada yaşananları kıyısından köşesinden anlattık' dedi. Aslında o dönemde Diyarbakır Askeri

Cezaevi'yle ilgili pek çok söylenti vardı. Siz, Diyarbakır Cezaevi'ni tek bir kelimeyle anlatmak isteseydiniz hangi kelimeyi kullanırdınız?

Cehennem... Biz sorgularda günlerce hiç kıpırdamadan tabutların içinde gözlerimiz bağlı dikine tutulduk. Falaka, elektrik verme, soğuk duş hepsini yaşadık. Sabahtan akşama işkence gördük, geceleri bir battaniye içinde koğuşun önüne bırakıldık. Meğer bunlar ne kadar demodeymiş. Biz esas vahşeti Diyarbakır Cezaevi'nde yaşadık. Halbuki, yakalanmadan önce, işkencenin sorguda yapıldığını, cezaevine konulduktan sonra koğuşların rahat olduğunu sanıyorduk. Diyarbakır Cezaevi'nde ise sorgu işkencehanelerini özledik.

Günlük hayat nasıldı orada?

Akşama kadar eğitim vardı. Sabah koğuşun içinde yüz kişi sıraya tutuluyorduk. Esas duruşta askeri marşlar söylüyorduk. 60'tan fazla marş ezberlemiştik. Eksik ya da yanlış söyledin diye, bu marş söylemeler dayaksız geçmiyordu. Her koğuşta mutlaka muhbirler ve gözetleme delikleri vardı. Birbirimizle konuşamıyorduk, oturamıyorduk. Hep ayaktaydık. 24 saat dayak vardı. Her an, gecenin 12'si, sabahın üçü, dördü, koğuşa bir bölük asker baskın yapabiliyordu. Haydar denilen kalaslarla, coplarla, su borularıyla dövülüyorduk. Öğleden sonraları, gardiyan bize 'Eğitime hazırlanın' komutu veriyordu. işte o zaman herkeste korkudan tuvalete gitme ihtiyacı doğuyordu.

Niye?

Dışarıdaki beton avludaki eğitimden canlı dönemeyeceğimizden korkuyorduk. Çünkü bu eğitimler işkenceyle yapılıyordu. Avlunun ortasında bir kapak vardı. Oradan hapishanenin ya da mahallenin lağımı akıyordu.

Anlamadım...

Her birimiz tek tek o lağım suyunun içine indiriliyorduk. Lağımın içinde nefesimiz kesilene kadar tutuluyorduk. Diyarbakır Cezaevi'nde yatan herkes yaşadı bunu. O pisliği içmedim, yemedim diyen gururu yüzünden yalan söylüyordur. Bir de avluda sırtüstü yatırılıyorduk. Bacaklarımızı yerden on beş santim yukarıda tutuyorduk. Bacağı düşen dayak yemek için sıraya giriyordu. Kıştı, bir hafta boyunca gece o beton avluda suyun içinde yatırıldık. ihtiyacımızı suyun içinde yapıp, ısınmaya çalışıyorduk. Her koğuşta hoparlör vardı. Her gün cezaevinin amiri olan yüzbaşının konuşmasını esas duruşta bir saat dinliyorduk. Hasta biriydi. Yedinci Kolordu Komutanı'nın adamıydı. Oradan kendisine cezaevi için öldüren türden adamlar seçiyordu. Bunlar, bu vahşeti yaptıktan sonra nasıl yemek yediler, akşamları çocuklarını nasıl okşadılar insan bunu asla anlayamıyor.

işkence görmemiş kimse var mıydı hapishanede?

Yoktu. itirafçılar dahi işkenceyi gördü. Elimde sigara söndürme izini görüyorsunuz. Yumurtalık bölgemde de sigara, kibrit söndürdüler. Mahkemede bir hemşerime tebessüm ettim diye bir gardiyan elime beş milimlik çivi çaktı. Copu ısırtıp, tekmeyle vurdular ve sonra ağzımdan dişlerimi copla birlikte çıkardılar. Ağzıma soktukları copu sağa sola döndürdüler, gördüğünüz gibi ağzımı bir yanından yırttılar. insanoğlunun bunları nasıl yapabildiğini hâlâ kavrayamıyorum. Gözümün önünde öyle çok olay oldu ki. Ölümler, işkenceler... Abbas Çelik diye bir köy sahibi vardı. Oğluyla birlikte içerideydi. Oğluna soktukları copu çıkartıp babanın ağzına veriyorlardı. Sonra babaya soktuklarını oğlunun ağzına veriyorlardı. Batmanlı Veli Gürgen adlı bir genci de babasıyla getirdiler ve babasının gözünün önünde işkenceyle öldürdüler. Tayyip Erdoğan'a, belediye başkanlığı döneminde danışmanlık yapan gazeteci Altan Tan'ın babası Bedii Tan'ı da bir gardiyan işkenceyle öldürdü. Bedii Tan, işadamı Felat Cemiloğlu'nun ortağıydı. ikisi de bizim koğuştaydı.

Bedii Tan nasıl öldürüldü?

O, yüzünde devamlı tebessüm olan biriydi. Yaşlı olmasına rağmen, işkence yapıldığında bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların gözlerinin içine bakıp tebessüm ediyordu. Bu tavrı, onları kızdırdı. Çok dayak yedi ve yatağa düştü. Yatağa düşünce gardiyan, 'Onu bana getirin' dedi. Götürdük. Bedii Tan
ayakta duramıyordu. Kafasından bir bidon soğuk su boşalttılar. Yere yığıldı. Kalkması emredildi. Duvara tutunarak güçlükle kalktı. Kalkmasıyla beraber, gardiyan bir tekvando hareketiyle dönüş yaptı ve botunun tabanını Bedii Tan'ın göğsüne indirdi. Adamcağız kafa üstü yere düştü. Bedii Tan öldükten sonra koğuşa bir hâkim yüzbaşıyla asteğmen geldi. Bize, 'Bedii Tan koğuşa gelmeden önce ishale yakalanmıştı. Bağırsak enfeksiyonundan öldü' diye bir ifade imzalattılar. Biz ise aramızda anlaştık. Kim mahkemeye ilk çıkarsa bu cinayetle ilgili suç duyurusunda bulunacaktı. Mahkemeye ilk ben çıkarıldım ve 'Bizim koğuşta cinayet işlendi' dedim. Diğer arkadaşlar da suç duyusunda bulundular. Gestapo lakaplı o gardiyan sonra mahkûm oldu. Ben o ifadeden sonra bayılıncaya kadar dövüldüm.
Sürekli işkence ortamında yaşamanın insan üzerindeki ruhsal etkileri neydi?
insanın cezaevi dışındaki yaşamı hafızasından siliniyor. Eskiden tabaklı ve sürahili bir sofrada oturduğundan bile kuşkuya düşüyorsun. Annenin, babanın, kardeşlerinin yüzünü hatırlayamıyorsun. Tamamen cezaevine ait
oluyorsun. Ben bu vahşeti 23 yıl önce yaşadım. Orada insanlar öldü, hayatta kalanların çoğu ise hastalandı. insanların duyarsızlığından hâlâ korkuyorum.

Niye hâlâ korkuyorsunuz?

Böyle bir vahşet tekrar yaşandığı takdirde gene sessiz kalacaklarından ürküyorum. Bakın, cezaevinde kendisine tekmil verdiğimiz bir 'Komutan Co' vardı. Benim cezaevindeki ilk aylarımdı ve hücrede kalıyordum. Gündüzleri hücrenin içinde esas duruşta marş söylüyorduk. Nefesim o gün pislikten kesilmişti ve çömelmiştim ki, Komutan Co'nun sesi geldi. Komutan Co hücrelerin önünde geziyor, oturanı görünce havlıyordu. O bir kurt köpeğiydi ve biz ona 'komutanım' diye tekmil veriyorduk. Gardiyan bize onu , 'işte komutanınız' diye tanıtmıştı. Komutan Co'ya tekmil vermemiz emredilmişti.
Her an işkenceye uğrayabileceğini bilmenin, çevrede sürekli işkence edilenleri görmenin yarattığı dehşet duygusuyla nasıl baş edebiliyordunuz peki?
Bunu, onurlu kalmanın bir bedeli olarak görüyorduk. Çünkü karşındaki kişi, senin insanlığını elinden almak istiyordu. Sen de insanlık onurunu korumak için direniyordun.
nese duzel'in 23 haziran 2003'te radikal'de yazdığı yazının devamıdır:

Orada, normal hayatın dışında bir hayat sürüyordunuz. Bir insanın algılamakta zorluk çekeceği şartlarda yaşıyordunuz. Bu, gerçeklik duygunuzu nasıl etkiliyordu?

Yaşadıklarımızıngerçekliğinden kuşkuya düşebiliyorduk tabii. Mesela Mehmet Salih Besen olayında gerçeklik duygumu ben tamamen yitirdim. 50 yaşlarındaydı. TKi'de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. 'Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz' diyordu. Biz, ' Amca yok öyle bir şey, gerçek hayattayız' desek de, koğuşun aslında bir mezar olduğunu öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dahil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık. Mesela cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu. 'Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz? Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar, ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar. Cizre'de biliyorsunuz kabir ziyareti cumalarıdır' diyordu. Gardiyanların da Zebani olduğunu söylüyordu. Gerçekten de koğuşun camları boyalıydı. Biz dışarıyı göremiyorduk, koklayamıyorduk, duyamıyorduk. Bu durum uzun sürdü ve ona yaşadığımızı bir türlü ispat edemiyorduk. Bir gün mazgal açıldı ve 'Mehmet Salih Besen hazırlansın, tahliye oluyor' dendi. Ben şahadet getirdim. Dedim ki, 'Biz yaşıyoruz... !'

Peki o yaşadığına inandı mı?

Hayır. 'Seyidim beni gönderme. Sen bana sahip çıkıyordun. Şimdi tek başıma mahşere hesap vermeye gidiyorum' diye ağladı. Sonradan onunla birlikte tahliye olan gençten öğrendik ki, onları Siirt'teki sivil cezaevine götürmüşler. 'Eğer beni hanımımla, çocuklarımla konuşturursan ölmediğime inanırım' demiş. Cezaevi müdürü de telefon etmelerine izin vermiş. Genç, Salih Amca'nın evini aramış, karşısına hanımı çıkmış. Telefonu Salih Amca'ya vermiş. Salih Amca, hanımına 'Ben sağ mıyım, ölmedim mi?' diye sormuş. Ve ahize yere düşmüş. Salih Amca, içerideki vahşeti görünce, oradan sağ kurtulacağına inanamadı. Sağ kurtulduğuna inandığında ise buna kalbi dayanmadı.

Diyarbakır Cezaevi'ndeki mahkûmlardan dördü kendilerini koğuşta yakmıştı. Kimdi o dört kişi?

Ferhat Kortay, Necmi Önen, Mahmut Zengin, Eşref Anyık. 1981'in sonlarında itirafçılık başladı. itirafçılar ayrı koğuşa kondu, onlara işkence yapılmadı. Onlar, spor yapıp, televizyon seyrediyorlardı. itirafçıların sayısı da her gün artıyordu. Bu dört kişi, itirafçılara ve işkenceye karşı eylem yaptılar.

Onlar kendilerini yaktığında siz orada mıydınız?

Aynı koğuştaydım. Ferhat Kortay hemşerimdi, elektrik mühendisiydi, samimiyetimiz vardı. Sabaha karşı saat üç sularında koğuşta müthiş bir patlama oldu. Bir arkadaş alevlerin üstüne su döktü. Alevlerin içinden bir ses geldi. 'Bu bir yangın değil, eylem. Kahrolsun işkence, kahrolsun vahşet' dedi.
Alevler küçüldüğünde biz o dört insanı kafa kafaya vermiş gördük. Ben Ferhat Hoca'nın başucuna gittim. Eğildim, 'Hocam bir şeyler söyle'dedim. Dişleri kenetlenmişti. Tıslar gibi bir sesle zorlukla, 'Bana türküyü söyle' dedi. 'Sevdalım' adında çok sevdiği Kürtçe bir aşk türküsüydü bu. Ben ağlayarak türküyü söylemeye başladım. Beni teselli etmek ister gibiydi. Ağlamamam için bana tebessüm etti. Tebessüm ederken yanaklarından etler dökülüyordu.

Hapishaneden çıktıktan sonra neler hissettiniz? Hapishanenin sizin üzerinizde bıraktığı etki neydi?

Tahliyeden bir hafta sonra askere alındım. Askerlik psikolojik tedavi oldu. Çünkü orada da elbiseler cezaevindekiyle aynıydı. Fakat muamele farklıydı. işkence, ölüm, hakaret yoktu. Askerde bana hiç görev verilmedi, hiç baskı yapılmadı. Ama ben yine de kendimden nefret ediyordum, yaşadıklarımı haykırmak istiyordum, haykıramıyordum.

Hapishaneden çıktıktan sonra psikolojik tedavi gördünüz mü?

Maalesef. Neler yaşadığımı bir ben, bir de ailem bilir. Normal insan gibi yürüyebilmek için bir hafta çalıştım. Tuvalete bile nizami adımlarla gidiyordum. Anneme babama emredersiniz diyordum. Sokağa çıktığımda herkesin beni gözlediğini sanıyor, gizlenmeye çalışıyordum. Beni, iki arkadaşım kolumdan girip sokakta yürütüyordu.
Diyarbakır Hapishanesi'nde yaşananlar Güneydoğu'daki olayları nasıl etkiledi sizce?
Ben siyasi biri değilim. Bu konularda birikimim yok. Ama 12 Eylül, Kürt sorununa herkesin dikkatini çekti, bu sorunu dünyaya duyurdu. Cezaevindeki vahşet olmasaydı, Kürt meselesi bu ülkede bu kadar erken açığa çıkmazdı. Diyarbakır Cezaevi'ndeki insanları birer militan haline getirdiler. Bunların yüzde 80'den fazlası dağa çıktı. insanın oradaki vahşeti gördükten sonra normal yaşama dönmesi çok zordu. 'PKK hareketi 1984'te patladı' derler ya, bu tarih, Diyarbakır Cezaevi'nden ana tahliyelerin olduğu tarihtir.

Aradan uzun bir zaman geçti. Hapishanenin izlerini hâlâ içinizde taşıyor musunuz?

Evet. Ama tuhaftır konuşmak, anlatmak da istiyorum. Benim dile getirdiklerimin siyasetle bir ilgisi yok. Ben ülkemizde geçmişte yaşanılan bir vahşeti anlatıyorum. Bugün 43 yaşındayım, Diyarbakır Cezaevi'nden konuşulduğunda hâlâ hayattan kopuyorum. içimdeki fren boşalıyor, bağırmak, ağlamak, haykırmak istiyorum. Benim hanımım ve çocuğum var. Kalabalık bir ailem ve dost çevrem var. içimdeki frene basamıyorum ve herkesin önünde hüngür hüngür ağlıyorum, ağlıyorum...
pkk saldirilari sonrasi kurtcu kekolarin yokolmasi durumundan hemen sonra tekrar tekrar isitilan temcit pilavi. evet bugün herkes diyarbakir cezaevinde korkunc seyler yasandigini biliyor ancak bunlarin hicbiri pkk yi hakli, kürt fasizmini mazlum göstermez.
bunun disinda anlatilanlarin cogunun abarti ve insan bünyesinin kaldiramayacagi seyler oldugunu anlamak herhalde ahmaklik degildir.

tüm bunlar "evet birkac asker öldü ama -sizde- diyarbakir ceza evinde kürtlere iskence yapmissiniz" diyip kendi dayatmak istedgi düsünceleri baskalarina ispatlama hevesidir.

thc*-101 pkk saldirilari sonrasi kurtcu kekolarin yokolmasi
thc 102 diyarbakir ceza evi
thc 103 kürtler eziliyor, tc cezasini bulacak
thc 501 olaylari devlet yapti, tsk yapti
ve

secmeli adm* ad1 radikal okuyorum hürriyet sevmiyorum

alinip yillik kredinizi tamamlayabilirsiniz.
insanların taş yürekli birer şerefsiz olduklarını halen burayı savunan kişiler, yok canım abartıdır diyen zalimler, insan diyemediğim necasetler vesilesiyle gözüme sokan cezaevidir. babamın diyarbakırda astsubaylık vazifesini icra ederken, görev icabı düştüğü fakat bir kaç gün içinde kusarak çıktığı yerdir.

"12 eylül'den sonra pkk'nın bir anda hortlamasına sebep olan yerdir. çünkü o muameleyi görüp de insan içine çıkacak kimse olmamıştır."

halen esat oktay yıldıran gibi puştların savunulduğunu görmek tarifi mümkün olmayan bir nefret ve üzüntü dolduruyor içimi.

dün şehit olan askerlerimizin bir kısmının kürt olmasının bile, tüm kürtleri p.ç kurusu payesinden kurtarmamasına rağmen, bok yedirilen, g.tlerine cop sokulup, copları sonra baba ve oğula yalatan, o lağımın içine sokulup nefesi kesilinceye kadar bekletilen sahneye özne olarak kendimi koyduğum her an içimi kaldıran, içim titreten bir işkenceyi bile kınamalarına sebep olamayacak kadar taş yürekli şerefsizler için aynı muameleye siz de görürsünüz inşallah diyemiyorum, içimden gelmiyor bu kadar gaddarlaşmak, sizler halen aynı muamaleye insanlara reva görürken, gaddarlaşırken, pisleşirken, insanlıktan çıkarken. buna rağmen gelmiyor içimden bunu dilemek.
suçsuz insanlara işkence görülmesi nasıl mazur görülür anlam veremiyorum. bu cezaevinde işkence görenlerin çoğu sadece ve sadece kürt oldukları için işkence gördüler. bunu bu insanlara nasıl reva görebilirsiniz, bu kadar şerefsiz bu kadar haysiyetsiz nasıl olabilirsiniz anlam veremiyorum. içinizde zerre insanlık yokmuş bunu anlıyorum. o şehit haberlerine de zerre üzüldüğünüzü sanmıyorum. kalpleri taşlaşmış yaratıklarsınız. anaların çektiği acıları anlayamayacak kadar taşlaşmış kalpli birer canavarsınız. size en kötü şeyler layıktır, en kötüleri.
"hatalardan ders alıp işkence edilenleri dışarı salmıyarak temizlemek gerekir ki terörist olmasın itoğlu itler."

bu cümleyle türklüğün kalesi olarak gösterilen yer.

neymiş? işkence yaptığın kişileri salmayacakmışsın dışarıya, çünkü it oğlu itler terörist olmamalıymış.

iki fiske yese ağlamaktan altına s.çacak taş yürekli, şerefsizler, tırnakları kerpetenle sökülmüş insanlara işte bu gözle bakıyorlar. onlara göre bir insan kürtse öldürülmeyi hak ediyordur. çünkü işkence edilenler, işkence edildikleriyle kalmayıp bir de üstüne salınmayacak dışarı. bu işkence görenler sadece ve sadece "kürt" oldukları için içeri alınıp, suçsuz yere işkence gördükleri halde. sadece kürt oldukları için. işte böylesi bir gaddarlık, böylesi bir şerefsizlik, allah belanızı versin.

"sen hiç beş kişiden dayak yedin mi ulan süt çocuğu? sen hiç durup dururken bir kaç balici tipini sevmedi diye sopalarla dövüldün mü? sen hiç ben fenerbahçeliyim dediğin için dayak yedin mi? sen hiç müslümanım dediğin için bıçaklandın mı insanlıktan nasibini alamamış yaratık? sen hiç aşağı mahalleden olduğun için suçun olmadığı halde dayak yemenin o hırsını yaşadın mı? benim suçum yoktu ulan niye bıçakladınız beni derken dudaklarını ısırdın mı kanatırcasına? hiç bu hissi yaşadın mı?" anonim.
olayı halen kürde indiren şerefsizlerin halen efsanelerini okuyup, bir güzel otuzbir çektikleri cezaevidir. bu şerefsizler bu korkunç yerin anılarından orgazmik bir zevk duyarlar. "ulan p.ç kürtleri ne güzel de öldürmüşüz lan" diye övünürler. bu şerefsizler olayı hiç insan boyutuna indirimezler, çünkü onlar insanlıktan nasibini alamamışlardır. kendisi insan olmayan, karşısındakini insan olarak göremez, kabul edemez.
gücü ancak bakınız vermeye yeten yeni yetme sivilceli ergenlerin gözünde bir simit sarayıdır. kınamamak lazım. bu 12 eylül'ün başarısıdır. ordaki simitler boktan yapılıyordu sivilceli pis ergen.
auschwitz'den farklı olmayan lanetli mekan.
son iki günde 15 şehit verdikten sonra, bugün onları öldürenler orda kalıpda diş budadı bu memlekete demek istercesine ismine açılan başlık sözlükdeki bazı yazarlar tarafından entry yağmuruna tutulan cezaevi. bir soluklanın şehitlerin ailelerine, türk milletine baş sağlığı falan dileyin. cezaevinde olanlar içimi acıttı çok yazık demek işkence gördükleri için terörist oldular ve bunun acısınıda sadece askerde bulunan gariban çocuklardan çıkarıyorlar öylemi sevimlicanlar.
sadece yaygara koparan kıt zekalıların konuyu canlandırdıkları zamanlama ve mahalle karısı uslubundan da güzelce anlaşılmaktadır ki devlet terörü konulu her başlığı hortlatarak kendi boklu hayatında üç kuruşluk sanal tatmine ulaşsındır.

gerizekalı olmanın getirisi olarak 12 eylul oncesi ve sonrasında sadece kürtlerin zulum gorduğunu sanan mal kafalar ayrım yapılmadan işkence görüldüğünün farkında dahi değillerdir.

nah değillerdir.

bu asalak cinsi canlılar çok iyi bilerler bunu;
amma velakin ağızlarına herşeyi aldıkları halde gerçekleri almazlar.

kendisi her seferinde "ergen" diyerek kartlaştığının sinyalini vermek isteyen allahın belası, mahalle karısı ağızlı yazarlar bu şekilde bölücülük yaparak tatmin yaşarlar.
beş kişiden dayak yemiş gibi konuşur ama bellidir ki şahsına fiske vurmaya bile gerek yoktur.
okuduğundan bile tırsarak altına kaçırmayı alışkanlık edinmiştir.

"Senmisin insan? " diye bakılıyor sadece.
utanmadan insanlık dersi vermeye çalışan zavallıya.